Akademiye dair üç mesele: Gelenek, kopuş ve iktidar

Burhanettin Kanlıoğlu / Yazar
17.10.2015

Bu coğrafyanın insanı, yaklaşık ikiyüz yıldır süregelen yolculukta bir ara durup “Ya hu, elimizde maarife dair ne kaldı?” sorusunu sorup, hatırı sayılır bir cevap vermedi, veremedi. Çünkü kendini bu cevabı vermeye muktedir hissetmiyordu.


Akademiye dair üç mesele: Gelenek, kopuş ve iktidar

Bir meselenin özüne vakıf olmak, bir hakikati yaşamak, ya da görünenin ardındaki gerçekliği daim aramak, bizim maarif geleneğimizin en önemli göstergelerindendi. İslam coğrafyasında, akademik yaşamın taşıyıcısı olan vakıflar, maarif teşkilatında sivil inisiyatifin etkin varlığı adına en büyük delildi. Bugün ve hatta son ikiyüz yıldır yaşadığımız ve artık herkesin fazlasıyla dillendirmeye başladığı paradigma değişimiyle birlikte vakıfların etkin pozisyonu değişti. Romantik maarif kurumlarımız, hümanist, fazlasıyla analitik ve son zamanlarda ziyadesiyle neo-postmodern yapılara dönüştü.

Bunun sonucunda, elbette dünyevi ve veriler dahilinde şekilsel kazançların olduğu muhakkak bir vaka olarak karşımızda. Bu vaka hakkından fazlasıyla köpürtülerek, doğru biçim olarak sunuldu ve bu coğrafyanın metafizik ruhuna dokundurulacak ölçüde derinleştirildi. Sonuçta bugün üniversitelerle gayet şekilsel formatlarla kurumsallaştırılarak ve alternatifsizleştirilerek bir tekel halini aldı. İşin kötüsü bu coğrafyanın insanı yaklaşık son iki yüz yıldır süregelen bu yolculukta bir ara durup “ya hu elimizde maarife dair ne kaldı?” sorusunu sorup, hatırı sayılır bir cevap vermedi, veremedi. Çünkü kendini bu cevabı vermeye muktedir hissetmiyordu.

Meselenin metafiziği

Peygamberin ilk sohbet halkasından başlayan ve sübyan mekteplerinden medreselere ve medreselerden Darülfünun’un kuruluş mantığına varıncaya değin devam eden süreçte, temel metafizik arka planın sivil bir inisiyatife ve temel şiarın “Hayatın her anında ve alanında maarif” anlayışına dayandığını görürüz. Bu şu anlama geliyor; coğrafyanın genelinde maarif her yerdedir ve herkes - mümkün mertebe herkes, bir şekilde bu ilim ve irfan çemberinin dâhilindedir.

Gelenek doğrusu noksanı ya da fazlasıyla hayatın maarif faaliyetlerini tekelleştirmemiş, hususen vakıflar aracılığıyla kendi içinde türlü alternatifleriyle tebaasına sunmuştu. Cami, zaviye, tekke, medrese, kütüphane çarşı-pazar onun maarif faaliyetlerinin önemli saha alanlarıydı.

Gelenek, külliyeleriyle, kütüphanesi, müstakil medreseleri ve özellikle şehir ve alanlarına göre ayrılmış büyük medreseleriyle, ilim alanında yapılabilecek önemli ve gayet masraflı adımları atmaktan da kaçınmamıştı. Bu celse için bilinen bir örneği tekraren paylaşalım; Osmanlıda bir devlet başkanı tarafından, Fatih tarafından kurdurulan Sahn-ı Seman medreseleri dahi birvakıf aracılığı ile ihya ediliyordu. İlmi alanda icraat gerçekleştirecek Devlet de olsa sivil müesseseyi yani vakfı hiçbir zaman ezip geçmiyordu.

Bugün her birimiz fenni ya da nazari ilmin üniversitesiz olamayacağına inanıyoruz. Evet, bu bir gelenekten kopuşu işaret ediyor. Aynı zamanda bu koşullanma ilmin doğasındaki “ilim her yerdedir ve her yerdir” esprisinden de bir kopuş anlamına geliyor. Elbette ilmin-bilimin Feyerabend vari bugünün üniversitelerinde katiyetle olamayacağını iddia etmek gibi bir radikal tavrımız söz konusu değil.Fakat ilmi bir faaliyeti bugün üniversite diye adlandırılan, bütün dünyada tek tipleştirilmiş, hayatın gerçeklerinden kopuk, mimarisinden, ders içeriklerinden ve hatta gelecek ideallerine kadar hemen her şeyiyle birbirinin kötü taklitleri yerler olduklarını düşündüğümüzde ilmin doğası adına ortada ciddi birzıtlığı görüyoruz.

Gelenekte ise ilmin ve maarif teşkilatlarının sivil yapısını en az on asır boyunca mümkün mertebe devam ettirdiğine şahidiz. Tasvirleri zorlamaya gerek yok, kısaca ‘Kopuş’ meselesi şu anlama geliyor, üniversitede bir hoca düşünün ki dört sene sonunda bir öğrencisinin adını bile bilmeden mezun edebiliyor. Evet, günün ilmi durumunu tasvir etmek bu kadar basit.

 Ruhsuz, muhabbetsiz,yekûn analitik ve gayet pratik bir usul...

Bu gayet pratik usulün çarpıklıklarını tamamıyla Üniversiteye yıkmak elbette ki tek gerekçe olamaz. Esas muhatap, bu sıralar Müslüman çevrelerinin sıkça tartıştığı meseledir, bu tarzı doğuran ve meşrulaştıran yaşadığımız çağın kültürel iktidarıdır.

Kültürel iktidar kimde?

Bu bahse bir kıssa ile başlayalım. Selçuklu veziri Nizamülmülk, büyük bir medrese kurdurmaya karar verir. Bu medreseyi inşa ettirir ve Nizamiye medreselerine ilk müderris olarak İmam-ı Gazali atanır. Bu olay İslam Coğrafyasında büyük yankı uyandırır. Özellikle Maveraünnehir çevresi “İlme Devlet karıştı” diyerek medresenin yürütülme tarzına karşı çıkar.

Burada önemli soru şudur “İlmi faaliyet alanları devlet eliyle yürütülünce devlet, ilimi alanda iktidar sahibi olabilir mi?” tarihsel süreç gösteriyor hayır olamaz. Tarihsel birikim gösteriyor ki İlmi ve kültürel iktidar kitap ve çeviri piyasasına kim hakimse onun elindedir. Cevap bu kadar basit midir? Evet, bu kadar basittir. Dün medreselerde okutulan kitaplar kimlere aitse, bugün de üniversite vb. kurumlarda okutulan kitapların sahipleri kimse, piyasanın baskın karakteri ve ideolojisi ne ise iktidar odur. Bizler bugün istediğimiz kadar üniversite açmış olalım, okuttuğumuz dersin kaynağı ne ise iktidar o dur. Ezcümle bugün çeviri ve kitap piyasasına kim hâkimse onlar için çalışıyoruz. Meseleye bu cepheden baktığımızda gelenekten kopuşun neye karşılık geldiğini yahut neden kaynaklandığını anlamlandırmak çok da zor olmuyor.

Meselelerin bugünü

Bugün yapılması gereken iki temel şeyin olduğunu düşünüyoruz. Birincisi, üniversitelere alternatif üniversiteler değil, üniversitelere alternatif yerler kurmak. İkincisi, çeviri ve kitap piyasasına çalışkan olup hakim olmak. Bu iki temel şart yerine getirildiği taktirde, Müslüman coğrafyada akademik ve kültürel iktidar tartışması başka bir boyuta evirilecektir.

Geride bıraktığımız son elli yılda heyecan verici alternatif çalışmalar Türkiye’de yok değil. Bunun en güzel iki örneği Bilim ve Sanat Vakfı ve İSAM. Bu iki kurum var olan üniversite yapılarını da dışlamayarak alternatif mekân ve çalışmalar üretmişlerdi. Özellikle son yirmibeş yıldır da Türkiye’deki önemli bir boşluğu doldurdular. Ve sonrasında benzer zamanlarda üniversiteleştiler. Ben bugün bu kıymetli kurumların üniversiteleşmenin gerekli olup olmadığının tartışılması ve sonucun benzeri kurumlara örnek teşkil etmesi gerektiğini düşünüyorum.

Her şeye rağmen bugün geleceğe dair umut verici gelişmeler de var. Yeni sivil inisiyatifler, yerel yönetimlerin son yıllarda aldığı pozisyon... Bilhassa Müslüman çevrelerin şu sıra sıkça soruşturduğu “kültürel iktidar” meselesi bize umut aşılıyor. Bu soruşturmanın bugün gerçekleşiyor olması yarın için güzel adımların atılabileceği anlamını taşıyor.

 Eğitim yerine maarif demeyi tercih ederiz, netice itibariyle maarif irfandan, arif’den gelir, eğitim eğmek ve bükmeği işaret eder ve gayet sevimsizdir.

[email protected]