Akdeniz’de yanlış hesap Türkiye'den dönecek

Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney / Bahçeşehir Üni. İİSBF Dekanı, CEMES Başkanı
12.05.2019

Türkiye, Soğuk Savaş’ın ilk cephesi olarak Akdeniz ilan edildiği için Akdeniz’deki varlığını, amaç ve araçlarını dosta düşmana anlatan çok yönlü bir Akdeniz Stratejisi oluşturmalıdır. Bu oluştuğunda, kimileri büyük güç politikasının nasıl kaypak olabileceğini, dengelemenin sağduyulu bir strateji olduğunu, Ankara’nın yolunun maliyet, risk kadar kazanç da getirdiğini görecek.


Akdeniz’de yanlış hesap Türkiye'den dönecek

Son bir haftada Poseidon mızrağını Akdeniz’e indirmiş olmalı ki, normal şartlarda güneşin altında parıldayan sular Akdeniz jeopolitiğinin aktörleri için kabardıkça kabardı, ısındıkça ısındı. Önce, Türkiye’nin uluslararası hukuktan doğan meşru hakları doğrultusunda Akdeniz’de sürdürdüğü sismik araştırma ve sondaj faaliyetleri karşısında rahatsız olanlar kervanına aleni bir biçimde katılanların sayısında hızlı bir artış gördük. Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin (GKRY) konuyla ilgili mutat itirazlarının yanına AB ve ABD’den gelen itirazlar eklendi. Elbette Kıbrıs meselesinde Brüksel’in tavrının ne olduğu Annan Planından itibaren belli olduğu için, AB’nin KKTC’yi ve Kıbrıs Türk toplumunu haklarını yok sayan tutumu çok şaşırtıcı değildi. Doğrusunu söylemek gerekirse, ABD’nin tavrı da kimseyi şaşırtmadı. Yalnız herkes farkında olmalı ki, Washington DC’nin kafasındaki mesele Kıbrıs’ta bir toplumu sevip diğer toplumu yok saymaktan ibaret değil, ABD’nin derdi Akdeniz’deki var olan gücünü artırmak ve bu konuda pürüz olarak değerlendirdiği aktörleri sıkıştırmak. Bu yolda bugün birilerini sevip birilerini boğmaktan söz eden Washington, yarın herkesi boğmaya da karar verebilir. 

Psikolojik harp 

Ne olmuş diye soranlara kısaca hatırlatalım: 5 Mayıs’da ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Margan Ortagus, Ankara’nın Akdeniz’deki sismik araştırma ve sondaj faaliyetlerindeki tutumunu provokatif bir girişim olarak ilan etti. Ortagus’a göre, Ankara sondaj faaliyetleriyle GKRY’nin tek taraflı olarak ilan ettiği ve tabii KKTC’nin haklarını yok saydığı sözde Münhasır Ekonomik Bölge’yi (MEB) ihlal ediyor ve bölgede tansiyonun artmasına yol açıyordu. Ortagus, ABD’nin oldukça endişeli olduğunu söyleyerek, Türkiye’yi söz konusu faaliyetlerini durdurmaya davet ettiklerini ifade etti. Daha Washington’daki rahatsızlık yeni terennüm edilmişti ve Türkiye, KKTC ve TC’nin uluslararası hukuktan doğan haklarını korumak konusunda ne kadar kararlı olduğunu göstermek için Fatih ve Barbaros gemilerimizin faaliyetlerine devam edeceği ile ilgili açıklamaları yine yapmıştı ki GKRY Sözcüsü Prodromos, Ankara’yı Fatih gemi personeli hakkında uluslararası tutuklama emri çıkarmakla tehdit etti. Anlaşıldığı kadarıyla GKRY, a)- Türkiye’nin bölgede askeri gücünün görünür ve caydırıcılığı haiz bir biçimde farkedilir olmasından duyduğu rahatsızlığı, b)- ABD ve Türkiye arasındaki ilişkinin bir türlü gevşeyememesinden duyduğu cesaretle birleştirerek Ankara ve KKTC’nin sinirleriyle oynama stratejisini bir adım öteye götürüp, Akdeniz’deki psikolojik harbin “en iyi piyonu” haline gelmeye çalışıyor. 

Türkiye daha da kararlı 

Aslında Türkiye’ye yönelik içerisinde psikolojik harp unsurları ve yalnızlaştırma stratejisi olan ilk melez/hibrit saldırı değil bu, hatırlanacaktır; daha yeni Kaşıkçı hadisesi bir başka iyi piyonun eline yüzüne bulaşmıştı. Ancak konu melez saldırının bir parçası olmak olunca gerçeklerden ziyade “nasıl da sıkıştırılıyorsunuz” iddiaları duyuluyor. O yüzden gerçekleri bir kere daha ifade edelim: Türkiye 2004 senesinden itibaren Akdeniz’de kıta sahanlığına ilişkin tavrını açık bir şekilde ortaya koydu ve GKRY’nin bölge ülkeleri ile bu tarihinden itibaren yaptığı MEB sınırlandırma anlaşmalarının Ankara ve KKTC için geçerli olmadığını defalarca dile getirdi. 

Bu bağlamda, Türkiye Akdeniz bölgesindeki kıta sahanlığını uluslararası topluma duyurdu ve BM nezdinde bu durumu kayda geçirdi. Hal böyle iken, üçüncü tarafların –örneğin ABD’nin- kendilerinde, uluslararası mahkeme gibi davranarak Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarının sınırlarının nereden geçeceğini tayin etme hakkı bulmaları hukuken ve egemen kıyıdaş bir devlet olan Türkiye için siyasi olarak kabul edilemez. Ayrıca KKTC’nin ve Kıbrıs Türk Toplumunun hem uluslararası hukuktan hem de sağduyunun genel prensiplerinden kaynaklanan hakları olduğu unutulmamalı. GKRY’nin Doğu Akdeniz’de ilan ettiği sözde MEB’in son günlerde hemen hemen her yerde yayınlanan ve üzerinden meşhur enerji bloklarının geçtiği haritaya bir kez bakarak ve GKRY’nin Doğu Akdeniz’deki zenginliklerin paylaşılması konusunda sadece GKRY egemenliğini referans noktası yapan tutumunu düşünerek, Türkiye ve Lefkoşa için nasıl bir ekonomik hapishane inşa edilmeye çalışıldığını anlayabilirsiniz. Zamanında Ege’de tutmayan bu hayal uğruna ekonomik olarak GKRY’ne bir kazanç da sağlayamayacak (hem pahalı hem de pratikte sadece İsrail’in gazını Avrupa’ya pompalayacak) ve korumasını da başkalarının üstleneceği boru hattı projeleri için ter dökmek sağduyu ile açıklanabilecek bir tavır değil elbet. Elbette sağduyuya uygun olmayan davranışların pek çok açıklaması olabilir ama tek açıklama gözü kör kulağı duymaz Kıbrıs Rum milliyetçiliği olmasa gerek. GKRY’nin gözlerini kör, kulaklarını sağır yapan, “NATO’ya alamayız ama buyurun NATO resepsiyonuna gelin”, “buyurun silahlanın -tabi parasını da ödeyin-”, “buyurun sizin enerji geçiş yollarınızı askeri eksikleri olan ama bizden çok da destek alan İsrail korusun”, “İsrail gazını satmak istiyor buyurun yol olun”, “tam bir oldu bitti zamanı, ortalık karışık, buyurun enerji kaynaklarının çıkartılması, transferi ve paylaşımı konusunda Türkiye ve KKTC’yi bir oldu bittiye mecbur bırakın” haykırışları. 

Demir perde 

Oysa Yeni Soğuk Savaş düzeni Akdeniz’de oturuncaya kadar bu nidalar gemicileri ölüme sürükleyen Sirenler’in yalancı şarkılarına benziyor. Yeni Soğuk Savaş’ın başlamasını, Yeni Soğuk Savaş’ın düzeninin kurulmasıyla (ittifakların/kutupların belirginleşmesi, sabitlenmesi hatta kurumsallaşması, mücadelenin askeri araçlarının ve caydırıcılık oyununun kurallarının belirlenmesi, stratejik amaçların açıklanması ile kurulacak yeni bir jeopolitik mücadele düzeni) karıştıranlar büyük stratejik hatalar yapabilirler. Zaten Ankara bu gerçeğin farkında olduğu için, Doğu Akdeniz’de sular ne kadar ısınırsa ısınsın Türkiye de o kadar kararlı görünüyor. Nitekim, Dışişleri Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu, son dönemdeki mesnetsiz ifadelere ‘‘Türkiye’nin bu tür tehditleri ciddiye almadığını, sismik faaliyetlerine hız vereceğini ve Ankara’nın ikinci sondaj gemisi Yavuz’un da Doğu Akdeniz’e gönderileceğini” söyleyerek, yani Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de, bu psikolojik harbin, bu melez salvoların gürültüsü arasında bir oldu bittiye müsaade etmeyeceğini göstererek karşılık verdi. 

Uzun bir süredir, ABD ile rakiplerin arasındaki mücadelenin ne şekilde açığa çıkacağı uluslararası ilişkiler aleminde tartışılıyordu. Acaba ABD, rakiplerini önleyici bir savaşa mı sürükleyecekti, yoksa rakipler ABD’yi dengeleyecekler miydi, ya da rakipler ABD’yi hegemonyanın el değiştireceği bir savaşa mı mecbur bırakacaklardı. İlk seçenek çok maliyetli, ikinci ve üçüncü seçenekler için rakipler çok güçsüz olunca mücadele; ABD’nin kontrolündeki alanlarda rakiplerin sınırlı baloncuklar açtıkları, tüm rakip aktörlerin yüzlerini ve dişlerini gösterdiği ama sıcak çatışmadan da kaçınıp-caydırıcılığa sığındıkları bir kontrol-etki alanı paylaşım mücadelesine yani bir tür soğuk savaşa evirildi. Arktikten, Hint-Pasifik’e, Körfez’e, Doğu Akdeniz’e, Akdeniz’e, Atlantik’e, ayrı bir hattan da Karadeniz, Baltıklar, Atlantik’ten, Akdeniz’e ve Akdeniz’den her yere doğru bu mücadele zemininde ilk cephe, yaralı Kuzey Afrika’nın ve parçalanmış Ortadoğu’nun uzantısı ve her şeyin ortası bizim Akdeniz’imizde açıldı. Neden ilk cephe Akdeniz’de açıldı sorusuna başka yazılarımızda yanıt verdik. Burada sadece şunu tekrar etmekle yetinelim: Akdeniz’de cepheyi –niyet ederek veya etmeyerek- açan, 2015 senesinde Suriye’nin Akdeniz kıyısına gelip askeri, siyasi, iktisadi olarak buraya yerleşen ve en az 50 yıllık kaynak işletme, askeri üs vb haklarını Şam Rejimin ’den alan Rusya idi. Akdeniz’de soğuk savaşın yeni cephesinin açıldığını ilan eden ise güçlendirilmiş 6. Filosunu, Cruise füzeleriyle donatılmış uçak gemilerini, bir kısmı Suriye topraklarını döven Cruise’larını, sürekli tatbikat halinde askeri personelini bölgeye gönderip, neredeyse tüm kıyıdaş ülkelerin içişlerine ve dışişlerine karışan ABD idi. 

Başka yazılarımızda da anlatmaya çalıştık; Akdeniz’e demir perdeyi indirirken ABD’nin zikrettiği bir amaç ve bu yeni, dokunduğunda sallanan, amorf demir perdeyi indirdiği bir hat vardı. Bu hat, önce bir enerji mücadele hattı olarak sunuldu, bir sürü rakam ortaya atıldı, bölgede neredeyse burun buruna bekleyen farklı ülkelerin donanmaları Akdeniz’in yeni Büyük Oyunu’nun araçları olarak anıldı. Ancak üzerinden neredeyse 10 yıl geçtiğinde görüldü ki şimdilik çıkartılan, taşınması planlanan doğal gaz miktarı “Büyük Oyun” retoriğine pek de uygun düşmüyordu. Buna rağmen kimse donanmasını çekmedi, bölgedeki deniz kuvvetleri nitelik ve nicelik açısından daha da güçlendi. Daha da önemlisi GKRY’nin politikalarında olduğu gibi aktörler enerji oyununda para kazanmaktan çok kaybetmeyi göze alan stratejileri onayladılar. Kısaca bugün Akdeniz’de Yeni Soğuk Savaş’ın geçtiği hat “enerji mücadelesinin” ötesinde bir yerde netleşti. Bugün Doğu Akdeniz’de stratejik düzeydeki mücadele, kıyıdaş devletler arasında deniz yetki alanları paylaşımı mücadelesine evirilmiştir, enerji mücadelesi ise deniz yetki alanları yani egemenlik mücadelesinin bir türevine dönüşmüştür. ABD, kısa bir süre önceye kadar bu mücadeleyi İran ve Rusya’nın çevrelenmesi hedefine odaklıyordu. Ana hedefi, mücadelenin ruhuna uygun olarak Rusya’nın Doğu Akdeniz’deki kazanımlarından kopartılması olsa da ABD bizzat buna yeltenmedikçe, sürekli motive ettiği ve Trump’ın bile anlam veremediği paralarla beslediği Körfez-PYD-PKK-israil-Mısır-GKRY-Yunanistan hattının Moskova’yı Suriye’den kopartacak güce sahip olmadığını biliyor. Bu nedenle açık hedef İran’dı; gizli hedef Moskova’ydı; zikredilmeyen hedef ise bölgede amorf demir perde kutuplaşmaları içerisinde kutuplar arasında dengeyi kimin yanında durursa onun lehine değiştirecek kapasitede olup, derdi ulusal güvenlik ve milli savunma olan Türkiye idi. 

Türkiye’ye mesaj 

Son bir ayda fark edilir derecede artan (ABD’de verilen yasa tasarıları vb), son bir haftada da iyice duyulan – görülen yazımızın başında aktardığımız Türkiye karşıtı söylemler, bu uğurda başlatılan yeni melez/hibrit saldırı, Türkiye’ye isminin Yeni Soğuk Savaş’ta zikredilebileceğini hatırlatıyor. Tabii bu mesajın şimdi verilmesinin bir nedeni var. Bu sebebi, 2015’den beri ardı ardına hibrit/melez saldırıları ve hem yurt içinde hem yurt dışında asimetrik saldırıları sürekli savuşturan Türkiye’nin yorgunluğuna bağlayanlar yanılıyor. Evet iç siyaset hızlı ve gündem seçimle dolu, ancak bugün Ankara’ya bu mesajın verilmesinin sebebi giderek keskinleşen Soğuk Savaş’ta Ankara’nın kabiliyetlerinin ne kadar önemli olduğunun bir kez daha fark edilmesi. Ankara, güçsüz olduğu için değil yeterince güçlü olduğu için ve yeterince güçlü olduğunu gösterebildiği için hırpalanmaya çalışılıyor. Türkiye, bugüne gelinceye kadar adım adım gücünü görünür kıldı. Üç denizde aynı anda icra edilen Mavi Vatan tatbikatı ile kıyıdaş denizlerde aynı anda askeri ve sürekli olarak var olabileceğini gösteren Ankara, aynı süreç zarfında KKTC tarafından Tüpraş’a verilen doğal gaz arama ruhsatları ve Fatih, Barbaros ve şimdi Yavuz sismik araştırma ve sondaj gemileriyle KKTC ve TC’nin deniz yetki alanlarında çıkarlarını koruyabilecek ve aksi gelişmeleri caydırabilecek güçte olduğunu kanıtladı. Rus kaynakları tarafından Haziran ayında Türkiye’ye teslim edileceği ifade edilen S-400’leri de bu resme yerleştirdiğimizde Ankara’nın hava, deniz ve birleşik kara alanlarında milli çıkarlarına aykırı kuş uçumuna dahi izin vermeyecek kapasitede olacağı, yani aslında bugün şahikasına ulaşan yetki alanları paylaşım mücadelesinin de anlamsızlaşacağı ortadadır. Bu nokta aslında Ankara’nın Yeni Soğuk Savaş düzeninde sahip olmak için yatırım yaptığı “dengenin dengeleyicisi” rolünün de gerekliliğidir, çünkü Türkiye keskinleşecek ve büyük ihtimalle farklı koşullarda kurumsallaşacak ve her zaman büyük güçler lehine çalışacak kutuplaşmış ittifak kuşaklarının parçası olmak istemiyor. Dengenin dengeleyicisi çok değerli bir imkânı, büyük güçlerle eşit güçte olmadan daha eşit pazarlık yapabilme imkanını Ankara’ya sunacak. Ancak bu değerli rolü bürünmek iki şarta bağlı ve önümüzde bu iki şartın berraklaşacağı çok zor bir beş yıllık süreç duruyor. 

İlk şart, Yeni Soğuk Savaş’ın ne kadar sürede ne düzeyde açık ve kurumsal bir zemin alacağıyla ilgilidir. Bu da Türkiye -Rusya, Türkiye-ABD ilişkilerinin ötesinde ABD-Rusya ilişkisinin Doğu Akdeniz’de Yeni Soğuk Savaş bünyesinde ne şekilde cereyan edeceği ile yakından bağlantılı. Şu anda Moskova’nın ABD’nin hamlelerini izlediği bir sessizlik içerinde durumu değerlendirdiğini görüyoruz. Bu sessizlik şimdilik o kadar derin ki Rusya, İsrail’in Golan’ı işgaline ve böylece Suriye’nin fiili olarak bölünmesine dahi karşı duramadı. ABD’nin İran’ı iyice köşeye sıkıştırmak için bastırması da Akdeniz’deki askeri tahkimatını güçlendirmesi de kuzeyden sessizce izleniyor. Gerçi Rusya’nın S-400’ler, nükleer teknoloji ve enerji kartları üzerinden açtığı karşı cepheyi bölme stratejisi de masada etkili olmaya devam ediyor ama Rusya’nın asıl beklentisi Akdeniz’deki kutuplaşmanın, burada kendine biçtiği yaşam alanını nasıl etkileyecek onu tespit etmek. Bu noktada ister istemez Moskova farklı seçenekleri açık bırakıyor. Neme lazım, İran daha fazla devam edemezse İsrail ile de anlaşmaya açık olmak lazım. Bu nedenle ABD’nin önce İran’ı alaşağı etmek için uyguladığı maksimum baskı politikası ve bu politikaya karşı İran’ın nasıl direneceği, hangi araçlarla direneceği ve bu araçların Akdeniz’deki kutuplaşmayı nasıl etkileyeceği yakından takip edilmeli. Öte yandan ABD’nin stratejik hedefini Rusya’yı Akdeniz’den sökmek olarak mı yoksa sınırlandırmak olarak mı koyacağı Moskova’nın yakın gelecekte nasıl davranacağını etkileyecek. Hala Rusya’da ABD ile konu bazlı bazı alanlarda pazarlık yapabileceklerini düşünenler yok değil. Golan kararı bu nedenle ABD açısından şimdilik büyük sorun yaratmadan geçti. Ancak, Moskova, eğer ABD Rusya’yı Akdeniz’den söküp atmaya karar verirse, bu Amerikan politikasına karşı koyarken maliyetini artırıp- azaltacak aktörün de Washington değil Ankara olduğunun bilincinde. 

Ne yapmalı? 

İkinci şart, günümüzün koşullarıyla ilgili. Akdeniz’de Soğuk Savaş başladı ama soğuk savaş türü kutuplaşmanın getirmesi beklenen müttefiklik ilişkilerinin son derece kaypak olduğu bir zeminde hareket ediliyor. Keza, bir gün bu kaypak zemin durulsa ve sizi korumak için birden fazla müttefik adayınız olsa bile büyük güçlerin bölgesel güçlerin, hele Türkiye gibi bölgesel düzeyde “dengeleyici” olmaya çalışan güçlerin milli kabiliyetlerini kısıtlamaya çalışacakları bir gerçek. Bu gerçeklik, Ankara’nın dengeleme stratejisine uygun hareket etmek, ulusal savunma kapasitesini geliştirmek ve yeni Soğuk Savaş’ın hiçbir eksenine katılmadan milli çıkarlarını korumak kararlılığına uygun düşüyor. Öyleyse Ankara ne yapmalı? Öncelikle milli kapasitelerini artırmalı ve gücünü görünür kılmalı. Kendisine karşı düzenlenen sıkıştırma ne kadar gerçek, mesaj ne kadar kuvvetli görünüyorsa da bu yalnızlaştırma-sıkıştırma stratejisi gerçek bir güç unsuruna dayanmıyor, verilen mesaj ABD stratejisinin zayıflıklarını olduğu kadar Rusya’nın da kendi stratejisinin kırılganlıklarını gizlemek için yüksek ses düzeyinden verilip, duyuluyor. Dolayısıyla, bu tür psikolojik salvolara karşı verilebilecek karşı-psikolojik cevaplar üzerinde çalışılmalı. Bu açıdan, 2006’dan itibaren görevini sürdüren Akdeniz Kalkanı Harekatı’nın uluslarasılaştırılarak dokuz dost ülkeyle (Arnavutluk, Azerbaycan, Cezayir, Gürcistan, Libya, Lübnan, Pakistan, Tunus, Ürdün) birlikte icra edilmesi için hazırlıklar yapılması son derece önemlidir. Benzer şekilde Ankara, Doğu Akdeniz’de kendi ve KKTC’nin uluslararası hukuktan doğan haklarını araştırma gemileri ve donanma unsurlarıyla kullanmaya ve korumaya devam edecektir. S-400 sistemlerinin ulusal hava savunma sistemi kapasitelerimiz geliştirilinceye kadar elimizde olması gücün gerekli yerlerde gösterilmesi, gerekli yerlerde kullanılması bakımından, en önemlisi de deniz yetki alanları mücadelesinin bu aşamasını sonlandırması bakımından önemlidir. Türkiye bu tedbirlerle beraber, Soğuk Savaş’ın ilk cephesi olarak Akdeniz ilan edildiği için Akdeniz’deki varlığını, amaç ve araçlarını dosta düşmana anlatan çok yönlü bir Akdeniz Stratejisi oluşturmalıdır. Bu noktaya ulaştığımızda “Ankara’yı sıkıştırıyoruz” diye bağıran Sirenler’in, bu yanıltıcı deniz yaratıklarının sıkıcı şarkısının duracağını düşünüyorum. O noktada Türkiye ile yeniden pazarlığa oturmak gerekecek çünkü. O noktada kimileri büyük güç politikasının nasıl kaypak olabileceğini, dengelemenin sağduyulu bir strateji olduğunu, Ankara’nın yolunun maliyet, risk kadar kazanç da getirdiğini görecek çünkü. Yeni dönemde yanlış hesap Akdeniz’den ve Türkiye’den geri dönecek. 

@nursinguney