Akif’i anlama problemi

Ali K. Metin/ Şair- Yazar
5.01.2019

Bugün yerli, kültürel değerlerimizle buluşma veyahut barışma sorununun yerini bu değerleri en anlamlı ve sahici şekilde güncelleme sorunu almış bulunuyor. Eskitmek ve tüketmek yerine yenilemek zorunluluğundayız.  Popülizm ise en önemli kıymetleri bile ayağa düşürme potansiyeliyle mücessem bir olgudur. Faydacı bir aklın güdümü altında değerleri araçsallaştırmak ve giderek karikatürleştirmekle maruftur.


Akif’i anlama problemi

Toplum olarak önemli şahsiyetleri aşırı yücelten, bununla beraber çabuk ve kolay eskiten bir özelliğe sahibiz. İkisi de nihayet kolaycı yaklaşımın, değerleri özümseme konusundaki eksiklik ve ciddiyetsizliğimizin birer sonucu. Büyütünce olduğundan fazla büyütüyor, küçültünce acımasızca küçültüyoruz. Bizatihi kendi dünyamızla anlamlı, derin ilişkiler kurup geliştirmek yerine klişe hale getirdiğimiz yargıları pekiştirme ve/veya  çoğaltma yönünde bir gayretkeşlikle ünsiyetimizi sürdürüyoruz. Samimiyeti ciddiyetle ikmal edemediğimiz aşikar. Bunun için yüksek, mümtaz  şahsiyetlerle hayatımız arasındaki kurduğumuz her tür ilişki iğreti bir niteliğe bürünüyor. Özümsemiyor ama retoriğini yaparak bolca tüketiyoruz.

Son yıllarda Mehmet Akif’e yönelik artan, sevindirici bir ilgiden söz etmek mümkün. İstiklal Marşı şairinin yıllarca neredeyse unutulmaya terk edildiği, ders kitapları ve bazı resmi etkinlikler dışında gündeme bile gelmemiş, getirilmemiş olduğu bir gerçek. Kültürel iktidarın Akif’i görmezden gelmesi sadece cari edebiyat mantalitesiyle izah edilebilecek kadar basit bir olay diye de görülmemeli. Zihinsel plandaki doku uyuşmazlığı Akif’i gözden ırak tutmanın en önemli sebebiydi. Ne ki, 1980’lerden itibaren başlayan sosyo-kültürel değişim ve dinamikler Türkiye’nin kültürel iklimini değiştirdi. Mehmet Akif şairliğiyle olduğu kadar fikirleriyle de toplumun yükselen değerlerinden biri konumuna geldi. Mevcut iktidar partisi bunun belki de en somut işaretlerini vermiş, dahası toplumla olan müştereklerini Akif referansı üzerinden teyit ve izhar etme motivasyonu içinde olmuştur. Mehmet Akif’in giderek daha fazla ilgi odağı olmasında iktidar partisinin söylemsel çerçevedeki tasarrufları şüphesiz etkili oldu, ancak bundan daha ziyade yayıncı kuruluşlar ve sivil toplum unsurları tarafından Akif’e gösterilen ilginin belirgin etkisinden bahsetmek daha anlamlı olacaktır. Denebilir ki, sosyal akılla siyasal akıl arasındaki geçişlilik ve devri daim başka birçok alanlarda olduğu gibi Akif etrafında da cereyan etti. Şu sıralar Akif’in ölüm yıldönümü münasebetiyle yapılan etkinlikler bu tabloyu hemen hemen özetlemektedir.

Hangi Akif?

Lakin “Hangi Akif?” sorusu ezberlere dayalı bu mahfillerde bütün ağırlığıyla önümüze dikilmekte ve teğet geçilmektedir. Popülizmle kuşatılmış veya popülizme meze yapılmış bir Akif portresine/takdimine karşı her zaman teyakkuz halinde olmak icap eder. Akif’i ciddiye almanın yolu yordamı, olmazsa olmazlarından biri budur. Sadece İslamcı kimliği ve düşünceleri bakımından değil, mücadelesi ve Türk şiirinde oluşturduğu gerçekçi damarla da Akif, bugün güncellenmesi gereken bir öneme sahip. Ne ki, söz konusu ilginin düşünce ve günlük hayatımız üzerindeki karşılığını görelim istediğimizde ne kadar fos bir şeyle karşı karşıya olduğumuzu kabul etmek zorunda kalıyoruz. Akif’i anlamaya çalışmakla Akif yüceltmeciliği yapmak ve onu tepe tepe kullanmak arasındaki farkı tefrik edemediğimiz takdirde durum ilanihaye değişmeyecek. Siyasi, kültürel popülizmin bir parçası haline getirdikçe onu belki iyiden iyiye tüketecek ama yalama olmuş bir cıvata gibi zaman içerisinde folklorik bir figüre dönüştüreceğiz. Bugün yerli, kültürel değerlerimizle buluşma veyahut barışma sorununun yerini bu değerleri en anlamlı ve sahici şekilde güncelleme sorunu almış bulunuyor. Eskitmek ve tüketmek yerine yenilemek zorunluluğundayız.  Popülizm ise en önemli kıymetleri bile ayağa düşürme potansiyeliyle mücessem bir olgudur. Faydacı bir aklın güdümü altında değerleri araçsallaştırmak ve giderek karikatürleştirmekle maruftur. Bununla elbette popüler kültür imkanlarına kapıları tamamen kapatmaktan söz ediyor değilim. Akif’i toplumun muhtelif kesimlerine daha fazla anlatabilmemiz gerekiyor, bunun için etkili proje ve çalışmalar mutlaka yapılmalı. Ama bunların etkili, düzgün, nitelikli çalışmalar olması bu işlerin asgari şartı diye kabul edilmeli. Bugün handiyse bir Mehmet Akif mitleştirmesi ve çoğaltmacılığı başını almış gitmektedir. Sosyal iletişim mecralarının sıradanlaştırıcı etkileri bir tarafa, bizzat yapılan organizasyon ve etkinliklerin ciddiyetsizliğinden kaynaklanan niteliksizlik ve dejenerasyonun altı çizilmesi gerekiyor. Zira buralardaki niteliksizliğin yol açtığı sıradanlaştırma daha da beter bir durum arz etmekte. Öyle ki, Akif’i anlayıp anlamadığı kuşkulu lakin malumatfüruş edalarla Akif üzerine yazan, konuşan, söz alanlara artık her yerde rastlayabiliyoruz. Sağcı ve muhafazakar zihniyet değerlerin içini giderek boşaltıyor. Popülizmin karındaşı diyebileceğimiz sağcılık, ciddiyetsizliği böylece bir kültürel fenomen haline getirmekte. Türkiye’de bugün İslamcılığın başına gelen şey Akif için de geçerlilik kazanmış gözüküyor: Her ikisi de pragmatik beklenti ve hedefler doğrultusunda giderek özünü ve asli anlamını yitirmeye başlamıştır. İslamcılığın tükendiği iddiaları doğru olmasa bile artık bir tür ideolojik bir nostaljiden bahseder gibi bahsediyoruz. Tabir caizse, muhafazakarlık İslamcılığın üzerinden silindir gibi geçmiş durumdadır. Siyasetin fendi ideolojiyi yendi de diyebiliriz. İyi mi kötü mü oldu tartışılır, ama kabul edelim ki bu bir vakıa. Akif’in yerinden edilmesi veya sıradanlaştırılması da tam bununla ilintili. Bu vasata yerleştirilen ve başkalaştırılan, eksiltilen, dejenere edilen Akif portresi ile gerçek Akif arasında önemli bir mesafe görüyoruz. Biri retoriğin ve hamasetin Akif’i, diğeri hakikatin ve ahlakın. Biri popülizmin, diğeri saygınlığın ve tutarlılığın. Biri cımbızlanan, eksik Akif, diğeri bütün ve gerçek. İslamcılık bahsinde olduğu gibi Akif’i anlama ve anlatma stratejimiz de cımbızlama yöntemiyle çalışıyor.

Akif’in realizmi

Burada Mehmet Akif’i her yönüyle idealize etme çabası ve niyeti içinde olduğumuz sanılmamalı. Ne İslamcılığın ne de siyasetin ufkunu Akif’le sınırlama taassubu içine zinhar düşemeyiz. Esas olan, Akif’i anlama ve anlatma konusundaki samimiyetimizi kaybetmemeye dönük istikametimizdir. Doğrusuna doğru yanlışına yanlış demeyen bir zihin dünyası gerçeği çarpıtmakla kalmayacağı gibi hakikati tefrik etme kabiliyetini de az veya çok dumura uğratır. Diğer taraftan, kendisini Akif’in düşünce ve ahlakını referans alma iddiasıyla tebarüz ettiren bir duruş, anlayış ve eyleyiş (siyaset) tarzı, anlama ve anlatma konusunda çok daha ciddi bir sorumluluk içinde kabul edilmeli. Buna bağlı olarak sözgelimi “Asım’ın nesli” mottosu bir temenniden öteye ancak tutarlı bir irade ve eyleyiş tarzıyla somutlaştırılabildiği düzeyde hakikatin ifadesi olmaya layıktır. Samimiyet ve tutarlılık, sadece hakikatin değil aynı zamanda ahlaki temayüzün ve güçlü şahsiyetin ön şartıdır.

Akif’i anlamanın başlıca yolu kanaatimce bunun ne anlama geldiğini ayırt etmekten geçiyor. Samimiyeti insan tekinin muhtelif duygu, düşünce ve eylemden biçimlerini kapsayan (varoluş hallerini belirleyen) külli bir özellik olarak dikkate almak, sadece fikri veya ahlaki boyuta irca etmemek lazım. Bu açıdan samimiyet her şeyden evvel kendine karşı yalan söylememe dürüstlüğünü göstermektir. Kendimize söylediğimiz yalanlar bizi hakikatten uzaklaştırmakla kalmaz, yalanın ideolojik, siyasi, sosyal bir rasyonaliteyle uzlaşmasının da önünü açar. Şiirin, edebiyatın gücü de belki her şeyden ziyade buradadır: Bizi sosyalleşmiş, kurumsallaşmış, gelenekleşmiş birtakım yalanlarla karşı karşıya getirerek hakikati ruhumuza fısıldama istidadını göstermektir. Mehmet Akif’in sosyal gerçekçi bir şair olduğu malum. Ancak gerçekçilik Akif’te sadece edebi bir tavrın ve anlayışın ifadesi değil, aynı zamanda hakikate olan bağlılığının bir sonucudur. Şair, “Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek” derken bu bağlılığını ne kadar doğrudan ifade etmişse, “Ağzım kurusun, yok musun ey adl-i ilahi” mısrasıyla da o kadar dolaylı şekilde dile getirmiştir. Mü’min kişiliğinden şüphe edemeyeceğimiz kerte sağlam bir itikada sahip olduğu bilinen Akif’in gerçeklik karşısındaki bu isyan değilse bile serzeniş hali bizi bir bakıma şaşırtıyor denebilir. Bunu eğer mübalağa sanatı ve retorikle izah etmeye çalışırsak yanılırız. Şairin söyleyişteki ince ayarla isyan veya inkara düşmemeye dikkat ettiği doğrudur. Ancak burada, Akif’in realizminin kendi yaşantısal, duygusal gerçekliğine kadar nüfuz etmiş muhteşem bir tutarlılık sergilediğine dikkat etmek gerekiyor. Dolayısıyla gerçekliğe ve doğruya olan bağlılık (samimiyet) adına günah işleme ihtimalini göze alan bir şairden söz ediyoruz.

Bir tarafıyla sosyal gerçekçi olan Akif, bu tarafıyla bireysel/öz gerçekçi diyebileceğimiz bir tutum sergilemektedir. Belki asıl ve önemli olan da budur; Akif deyince öncelikle anlamamız ve ibraz etmemiz gereken şey şiirinde olsun hayatında olsun ödün vermeyen o karakter sağlamlığıdır.

Akif’in realizmi, köklerini esas itibariyle sosyal sorumluluk duygusundan almış bir kavrayış-eyleyiş biçimiyle ayırt edilebilir. Bu açıdan şahsiyet ve hayatıyla bütünleşik bir realizm anlayışıyla mücehhezdir. Toplumun, toplumla beraber devletin ihya ve istikbalini hedef alan faydacı (maslahatçı) bir muharrike sahiptir. Bu hususta risk almaktan, taşın altına elini koymaktan çekinmeyen, memleket faydasını ideolojinin önünde tutan bir Akif gerçeği görürüz. İttihat ve Terakki Cemiyetine üye olması, bu minval nasıl dönemsel şartların ve sorumluluk duygusunun bir icabı olarak gerekli hale gelmişse milli mücadeleye destek vermek üzere Mustafa Kemal’in çağrısına icabet edip Ankara’ya gidişi ve üstlendiği görev de yine aynı motivasyona bağlı gelişmelerdir. Bu itibarla, Akif’in realizmi ideolojik şablonları yahut öncelikleri aşan, pratiği (maslahatı) ideolojik değerlere feda etmeyen bir akılcılıkla tanımlamak mümkün. Bu yaklaşım tarzını -ideolojik, öğretisel değerlerden bir sapma söz konusu olmadığı sürece-  pragmatizm şeklinde değerlendirmemiz doğru olmaz. Akif’teki realizm bir sapma değil, gereken yerde gerektiği şekilde uzlaşma veya dayanışmayı zorunlu kılan gerçeklik tasavvurudur.

Realizmin erken durağı 

Onun medeniyete bakışında da realist anlayış belirleyici niteliktedir. Topyekün bir reddiyecilik içinde olmadığı gibi, Batı’nın terakkisini, bilim, fen, iyi yaşam konusundaki üstünlüklerini olumlayıcı bir yaklaşım sergiler; medeniyet alanındaki üstünlüğünü komplekssizce kabullenir. Meşruiyet döneminin zihinsel, kültürel koşulları içerisinden bakıldığında başka türlüsü de beklenemez zaten. Batı’nın medeniyeti temsil edici olma özelliği o dönemin zihinsel kodlarına tamamen nüfuz etmiş durumdadır. Türk entelektüel ortamında henüz medeniyet olgusunun doğrudan kendisiyle bir yüzleşme söz konusu değildir. Batı’daki gelişmeler bir tarafa, İslamcılık zemininde bile bu anlamda bir yüzleşmeyi Sezai Karakoç’a kadar göremeyiz.  Akif’in “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar” mısrasının ise bu yüzleşmeyle hiçbir alakası olmadığını belirtelim. Buradaki bağlam Batı’nın medeniyetine değil emperyalizmine yönelik bir eleştirellikten ibarettir. Dolayısıyla Tanzimat döneminden itibaren Osmanlı-Türk düşüncesine hakim olan realist anlayış, Mehmet Akif’te de kendisini aynen göstermiştir. Diğer taraftan, Akif’in gerek geleneksel din anlayışına, taklitçiliğe, hurafelere vs. koyduğu mesafede (“Doğrudan asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı”), gerekse aklı temel alan ve “modernist” diye tanımlanan din anlayışında realist duyarlığın büyük rolü vardır. Bu yüzden tasavvufi düşünceyle arasındaki mesafeyi sadece dini kriterlere bağlamak doğru olmamalı. Dönemin kültürel, sosyal, siyasal koşulları onu her açıdan realist tercihlerle şekillendirmiş, tam da buna bağlı olarak eylemleriyle olduğu kadar şiiriyle de hayatın ve mücadelenin içinde olmuştur. Ne ki söz konusu realizmin -medeniyet tasavvurunda görüldüğü gibi- Akif’i eklektik bir düşünce zeminine taşıması neredeyse önüne geçilemez bir sonuçtur. Akif, netice itibariyle döneminin karakterini taşıyan bir şair ve dava adamıdır. Asım prototipi bile arka planında dönemin halet-i ruhiyesini tezahür ettirir, bunun tonlamalarını bir Müslüman duyarlığı ve samimiyetiyle aksettirir. Eklektizm, Akif realizminin ve İslamcılığının hem bir zaafı hem de -paradoksal şekilde- gücü ve sağlıklı tarafıdır.

Bu itibarla o düşünce dünyamızın temsil edici bir göstergesi olmanın yanı sıra kilometre taşlarından biridir. Bilhassa realist anlayışı bugün bize ne anlam ifade etmektedir, bunu ciddiyetle tartışmak gerekir. Bu realizmin hala önemli ve geçerli taraflarından söz edilebilir. Ancak unutmayalım ki, her realizm dönemsel koşullarla mukayyet, sınırlı doğrular içerir. Akif’i anlamanın yolu bu realist unsurları doğru şekilde tefrik ve analiz etmekten geçiyor. 2000’lerin realizmini 1900’lerinkiyle tahdit ve tarif etmeye çalışmak bizi sadece kuru taklitçiliğe götürür, nihayet anakronik bir muhafazakarlık veya İslamcılıkla oyalar. Oysa Akif’in realizmi aşan en büyük meziyeti taklitçiliğe karşı aklı temayüz ettirme çabasıdır. Akif’i “anlamadan anlatma” gayretkeşliği ise bizi bugün bir takım Akif parodileriyle karşı karşıya getirmekte: Modernist Akif, selefi Akif, İttihatçı Akif. Bu bir tarafa diyelim, kafa yormamız gereken asıl nokta Akif’in realizmini bugün ne şekilde açımlayacağımız ve hayata geçireceğimizdir.

Realizmi ve yine o kerte önemsenmesi gereken ahlaki karakteriyle Akif, bizden yenileyici, geniş projeksiyonlu bir anlama çabasını bekliyor.

[email protected]