Akkuyu NGS ile Türkiye lig atladı: Kimler mutlu, kimler mutsuz?

Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney / Yazar
6.05.2023

Batı basınında sivil amaçlı nükleer enerji için Akkuyu NGS'yi Türkiye'nin operasyonel hale getirmesini eleştiren yazılar görüyoruz. Bu eleştiriler ve Türkiye'nin elini kolunu kesme teşebbüsleri yeni değil. Yaklaşık 60 sene Batı Türkiye'nin nükleer silah geliştirme olasılığına dair takıntısı nedeniyle Ankara'nın sivil amaçlı girişimlerini dolaylı veya doğrudan engellemişti.


Akkuyu NGS ile Türkiye lig atladı: Kimler mutlu, kimler mutsuz?

Türkiye'nin ilk nükleer enerji santrali statüsünde bulunan Akkuyu nükleer santrali (NGS) 27 Nisan tarihinde Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Putin'in çevrim içi katılımları ile açıldı. Yaklaşık 60 yıl sonra ve tüm engellere rağmen Akkuyu NGS'nin birinci ünitesine nükleer yakıt ikmali sağlanmasıyla artık Ankara nükleer statüde bir enerji santralına sahip oldu. Bu durum enerji arz güvenliğinin çeşitlendirilmesi bakımından devrim niteliğinde bir gelişme. Ayrıca Ortadoğu bölgesinin bir süredir büyük bir hızla devam eden nükleer enerji tedarik etme yarışına şahit olduğu unutulmamalı. Akkuyu NGS'nin, nükleer tesis statüsü kazanması ile Türkiye bölgedeki sivil amaçlı nükleer enerji elde etme yarışının bir parçası olduğunu göstererek, bölgedeki enerji jeopolitiği açısından stratejik bir hamle yapıyor.

Enerji üreten ülke statüsüne geçiş

Türkiye'nin enerji jeopolitiği konusunda büyük hayalleri var. Bilindiği gibi yakın zamana kadar Ankara enerji ithalatı çok yüksek, enerji bağımlısı bir aktördü. Kabul etmeliyiz ki son 20 yılın belki de en önemli gelişmeleri enerji alanında, bu bağımlılığın azaltılması yolunda yaşandı. Ankara, çeşitlendirme stratejisinde transit ülke- yani geçiş ülkesi olmakla yetinmedi ve üreticiler ligine yükselmek için gerekli iradeyi gösterdi, yatırımı yaptı. Nitekim Karadeniz'de bulunan 710 milyar metreküp dev doğal gaz rezervi söz konusu yatırımın ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Bu rezervler sayesinde Türkiye gaz üreten ve tüketen ülkeler arasında sadece bir köprü olmaktan çıkmış, iç ve dış pazar için enerji üreten bir ülke haline gelmiştir. Ankara, gelecekte Karadeniz'de ilave gaz buluşları ve yenilebilir enerjide alanında gerçekleştirdiği yatırımların sonuç vermesiyle enerji piyasalarında fiyat belirleyen bir ülke haline gelme potansiyeline de sahiptir. Nitekim, Rusya Devlet Başkanı Putin de bu bağlamda Ankara'ya yeni gaz merkezi olması yönünde bir teklifle geldi. Dünya'nın hızla Yeşil Dönüşüm devrimine doğru evrildiği bir ortamdayız, hala niye doğal gazdan bahsediyoruz diyenler çıkar mı bilmiyorum. Zira Rusya-Ukrayna savaşı devam ederken enerji maliyeti konusunda hemen hemen herkes bilinçlendi. Ayrıca, AB, doğal gazı yeşil enerjiye geçişin sağlanması açısından yapacağı katkı nedeniyle "yeşil" kategorisinde değerlendirdi.

Türkiye Yeşil Devrimi yakaladı

Merak etmeyin; Ankara, Paris İklim Anlaşması'nı imzalamış bir ülke olarak 2053 senesinde yakalamak istediği net-sıfır emisyon hedefi için çoktandır harekete geçti. Bu bağlamada, yenilebilir enerji bağlamında rüzgâr ve güneş enerjisi alanında kurulu güç kapasitesi bakımından Avrupa'da 5. Dünya'da ise 12. sırada geliyor. Bilindiği gibi, AB Komisyonu geçtiğimiz yıl nükleer enerjiyi de yeşil enerji kabul etme kararı almıştı. Akkuyu'nun nükleer tesis statüsü kazanması ile Ankara sıfır emisyon hedefiyle, çevreye zararlı gaz salımı yapılmadan kesintisiz elektrik üretebilecek bir konuma geliyor. Akkuyu NGS'nin devreye girmesi sonucu yaklaşık 35 milyar metre küp elektrik üretmesi beklenmektedir. Bunun gerçekleşmesi halinde Ankara tükettiği elektrik talebinin yüzde 10'unu Akkuyu'dan karşılayabilecek. Akkuyu santralinin yaklaşık 60 yıllık yaşamı boyunca yılda toplam 2.1 milyar ton karbon emisyonunu engelleyeceği de bilimsel olarak bilinmekte. İşte bu noktada hemen hemen aynı günlere denk gelen Karadeniz gazının devreye alınması ile Akkuyu NGS'ye yakıt alımı haberlerini birlikte değerlendirmek gerek. Bu iki gelişme ile Türkiye net-sıfır emisyon hedefinden vazgeçmediğini, bu hedefe giden yolda da gerekli yatırım için maliyetleri makul seviyede tutacak enerji kaynak çeşitlendirmesinin de çoktan hayata geçmeye başladığını gösteriyor. Bu kendi başına bir müjde, ama bu müjdenin verildiği hediye paketinin içinde aynı zamanda Türkiye'nin stratejik bir teknoloji bilgisine sahip olmasının getireceği statü, insan kaynağı ve üretici ülke olarak bir gün bulanan pazarlar da var. Daha ne olsun...

Ortadoğu'da nükleerleşme telaşı

ABD'nin 2015 İran Nükleer Anlaşması'nı tek taraflı olarak terk etmesinden sonra Viyana'daki P4+1'in anlaşmayı kurtarma çabaları şimdilik sonuçsuz kalmış görünüyor. Bu belirsizlik içerisinde Ortadoğu'da nükleerleşme eğilimi yine ortaya çıktı, özellikle Körfez bölgesindeki bazı ülkelerin sivil amaçlı nükleer enerji reaktörü edinmek için yola çıktığı, hatta edindiği biliniyor. Bu bağlamda bölgede adı olmayan bir rekabet ve projeleri bir an önce tamamlama telaşı var. Nükleer enerji hassas bir stratejik değer olduğu için sadece parası olan düdüğü çalar diyerek de hikayeyi sonlandıramıyorsunuz. Güvenilir teminatçıların sizin bu tür bir kapasite edinmenize olumlu bakması da gerekiyor. Örneğin son 10 yıldır Batı'nın gözbebeği, kasasında parası da olduğu bilinen BAE, İran'ın ve ihtiraslı komşularının gerisine düşmemek için gidip ABD ile nükleer işbirliği anlaşması (1-2-3 Anlaşması) imzaladı. ABD, Anlaşmanın paketi içerisine BAE'nin NPT Anlaşmasının 4. Maddesinden kaynaklı meşru hakkından, uranyumu kendi topraklarında geliştirme hakkından vazgeçme koşulunu sıkıştırıverdi. Sonuçta Batı'nın gözbebeği olmak kolay değil. ABD'nin umudu elbette sadece BAE'nin nükleer enerji yolunda elini kolunu bağlaması değildi. Tüm bölge ülkelerinin bu örneğin peşi sıra gitmesini, ülkelerin meşru haklarını ABD yardımı karşılığı terk etmesini bekliyordu. Ortadoğu direnebilirse direniyor bazen. Bu pek cazip olmayan işbirliği örneğine de dönüp bakan olmadı. Hatta BAE bile İran'dan sonra bölgedeki ilk sivil nükleer enerji santralini Güney Kore ile anlaşarak geliştirdi. Güney Kore Ortadoğu ve Kuzey Afrika pazarında önemli bir teminatçı, Batı özellikle de ABD'li şirketlerle konsorsiyum içinde de çalışabiliyor. Dolayısıyla Abu Dabi adına çok radikal bir dönüş sayılmaz yapılan. Ama bu süreç bölge ülkelerinin alternatif kaynak ülkelerine ulaşmak için çabaladığını gösterdi. Ayrıca işin içine ABD ile çalışabilen tedarikçiler girdiğinde beklenmeyen sorunlar çıkabiliyor. Örneğin, ABD Seul'un ürettiği reaktörlerde Westinghouse ürünlerinin kullanıldığını söyleyerek BAE-Güney Kore enerji işbirliğini engellemeye çalıştı, hala da bu yola taş koyduğu bilinmekte. Şimdilerde, Ortadoğu'nun en büyük petrol rezervlerine sahip ülkesi Suudi Arabistan da sivil amaçlı nükleer reaktör edinmek için ciddi çaba göstermekte. Ancak, Riyad'ın Abu Dabi'nin aksine NPT'nin 4. Maddesinin kendisine tanıdığı kendi topraklarında uranyum zenginleştirme hakkından vazgeçmemekte direttiği görülüyor. Bu nedenle de ABD ile henüz bir anlaşma yapamadı. Suudi Arabistan, Güney Kore'den de tedarik etmek istediği reaktörlerden Westinghouse faktörü nedeniyle istifade edememekte. İşte bu koşullarda gözler gerçek alternatifleri arıyor. Bugün Türkiye-Rusya işbirliğinin bir sonuç vermesi bu açıdan önemli.

Silahlanma meselesi

Sivil nükleer enerji meselesi tartışılırken ister istemez konu NPT anlaşmasının aşınmasına ve nükleer silahlanma meselesine geliyor. Nükleer enerji yani sürdürülebilir ve fiyatlanma açısından fosil kaynakların karşı karşıya krizlerden azade bir kaynak peşinde koşup duran ülkeleri bu konular üzerinden eleştirmek başlı başına bir haksızlık. Açık sözlü olalım, NPT Anlaşması anlaşmaya taraf iki farklı statü yarattı ve bu statülere uygun olarak farklı sorumluklar tanımladı. Nükleer Silaha Sahip Ülke statüsüne sahip olanların (ABD, Rusya, Çin, Birleşik Krallık, Fransa) en önemli sorumluluğu 6. Maddede tanımlanmış nükleer silahsızlanma idi. Bugün bu konuda 5 Nükleer güç neredeyse kıllarını bile kıpırdatmıyor. Dahası bugün Ukrayna Savaşı dahilinde ya da Pasifikte'ki büyük güç rekabeti dahilinde nükleer silahlar görünür hale getiriliyor. Kuzey Kore gibi yeni nükleer silahlı güçlerin, İran gibi nükleer eşiğe gelen devletlerin uluslararası sistem içinde kapasite inşası yönünden engellenemediği, bugün de bu sorunların "anlaşamama hali" üzerinden yürütüldüğü bir gerçek. Tüm bu başarısızlıklar silsilesi bugün Batı'da endişe yaratıyor. Endişe noktalarından biri İran'ın gelecekteki nükleer davranışının kestirilememesi ve bunun bölgede yaratacağı baskı. İran nükleer Anlaşması'nın güdük kalmış olması, Körfez'de başta Suudi Arabistan gibi eskisi gibi ABD'ye güvenmeyen emirlikleri fazlasıyla rahatsız etmekte. Nitekim, Riyad birçok kez 2015 tarihli İran Nükleer Anlaşması'nın çökmesi ve Tahran'ın nükleer bir devlet olması halinde kendilerinin de nükleer silah sahibi olacaklarını birçok kez ifade etti. Sözün özü bugün Nükleer Silahsızlanma rejimi yıpranmışsa ve özelde de Ortadoğu'da nükleer teknoloji edinimi ile ilgili bir yarış başlamışsa bunun en önemli müsebbibi statülerinden vazgeçmeyen ama sorumluluklarını da yerine getirmeyen, üstüne üstük İran Nükleer Anlaşmasını eline yüzüne bulaştırmış ABD ve ABD'nin peşine takılıp teknolojinin musluklarını kısalım diyen Batılı nükleer teknolojiye sahip müttefikleridir.

Yavuz hırsız ev sahibini bastırır hesabı nükleer enerjiyle ilgili her adımın nereyse histerik bir felaket senaryosuna hapsolması bu yüzden. Senaryolar çeşitli tabii, nükleer silahların yayılması mevzunun yarattığı korku Çernobil ve Fukuşima korkusu ile bezeniyor. Siz, halkınıza daha güvenli bir enerji politikası (daha ucuz, daha sürdürülebilir, daha yeşil bir enerji kaynağı) sunmaya çalışan bir aktör olarak nükleer silahlara sahip Batılı güçler tarafından sorgulanıyor, kendi beceriksizliklerinin faturasını ödemeye zorlanıyorsunuz. Örneğin, Türkiye gibi sivil amaçlı nükleer enerji tedariki için yola çıkmış ve bu süreci de oldukça şeffaf ve meşru hakları doğrultusunda sürdürmekte olan bir ülkeyi diğer Ortadoğu ülkeleriyle bir arada değerlendirmek hem etik değildir hem de yanlıştır. Bu bağlamada, Batı basınında sivil amaçlı nükleer enerji için Akkuyu NGS'yi Türkiye'nin operasyonel hale getirmesini eleştiren yazılar görüyoruz. Bu eleştiriler ve Türkiye'nin elini kolunu kesme teşebbüsleri yeni değil. Yaklaşık 60 sene Batı Türkiye'nin nükleer silah geliştirme olasılığına dair takıntısı nedeniyle-özellikle Türkiye'nin nükleer bir güç olan Pakistan'la yakın ilişkisine dayanarak- Ankara'nın sivil amaçlı girişimlerini dolaylı veya doğrudan engellemişti. Uyaralım nükleer enerji gibi hayati konularda iyi niyetli aktörlerle, kötü niyetli aktörleri aynı kefeye koyup iyi niyetli aktörlerin özerk kaynak gelişimini engellerseniz sistemde iyi çocuk-kötü çocuk ayrımı ortadan kalkar.

Burada Batı dışındaki alternatif sağlayıcıların tutumunu da övecek değiliz ama Batı'nın uluslararası rejimi güçlendirmek konusundaki beceriksizliğini izleyen Moskova ve Beijing gibi aktörler, Batı'nın işlemeyen işbirliği modellerinden bıkanlar için cazip olmaya çalışıyorlar. Bu geçici bir makyaj da olabilir, kendi statülerini reforme etme çabası da. Bu aktörlerin işe yararlığını o nedenle bütüncül değerlendirmekten ziyade geliştirdikleri işbirliği modelinin sağladığı karşılıklı fayda üzerinden pragmatik bir zeminde değerlendirmek daha makul.

Akkuyu güvenli, silahlanmayı önleyen bir model

Aslında, nükleer silahların yayılması konusuyla ilgili literatürde, Ortadoğu bölgesinde istikrarın sağlamasının yolunun İsrail'in nükleer gücünün dengelenmesinden geçtiğini ilan edenler gibi -Waltz gibi-bunun aksini de savunanlar da -Sagan gibi-bulunmakta. Yani Batı akademisi bile bir bölgede istikrarın daha çok nükleer silahlı aktörün varlığı ile mi sağlanıp sağlanamayacağı konusunda kesin bir bilgi üretemiyor. Gelecekte kimin haklı çıkacağını göreceğiz ama Türkiye resmi olarak bölgede nükleer silahsızlanmayı destekleyen bir ülke. Bu yönde de birçok uluslararası anlaşmaya imza atmış durumda. Ayrıca, Rusya'nın halihazırda inşa ettiği nükleer reaktör nükleer silahların yayılması açısından oldukça güvenilir nitelikte bir reaktördür. Zira, taraflar arasında yapılan anlaşma gereğince Rusya Akkuyu reaktörünü, BOO (Build, Own and Operate- Yap, İşlet, Sahip Ol modeli) şeklinde inşa ediyor yani yakıtını içine koyarak operasyonel hale getirecek ve nükleer enerji üretilmesi sonucu ortaya çıkacak atık yakıtı da ülkesine geri götürecektir. Nükleer atığın yeniden işlenmesi mümkün değildir. Kısaca, Moskova'nın bir süre işletmesini yapacağı Akkuyu NGS'i uluslararası standartlar açısından tam da nükleer silahların yayılmasını önleyen koşullara güç veren ama Türkiye'nin NPT Anlaşmasındaki meşru haklarını da koruyan bir modeldir.

Övgü beklemiyoruz ama bu kadar eleştirinin nedeni belli bir süre sonunda Ankara-Moskova arasındaki anlaşma gereği Akkuyu reaktörünün tamamen Türkiye'nin olacağı gerçeği olmasın. Böylece artık Türkiye evini yavuz hırsızların kapısını-bacasını zorlayamayacağı yüksekliğe taşımış oluyor. Kuş uçtu ve bu uçuşta Türkiye'nin ilişkilerini Rusya ile çeşitlendirmesinin rolü oldu. Ankara nükleer enerji üreten bir ülke olarak attığı bu ilk adımı tabii ki devam ettirecek ve yeni reaktörleri de enerji portföyüne katacaktır. Bu durum yeni bir teknolojik sıçramanın kapısını aralıyor, yeni bir istihdam alanı sağlıyor ülkemiz adına. Nükleer alanda halihazırda yeni bir grup uzaman kadrosu oluşmaya başlamış durumda, Ankara'nın stratejik özerlik hedefini hızlandıracak en önemli ön alma stratejilerinden biri böylece yetişmiş insan gücü ile taçlanıyor. Özerklik hayali, gelişme hayali, uluslararası ekonomiye rekabet edebilirlik üzerinden eklemlenme hayali kuran tüm aktörler için Türkiye'nin her şeye rağmen bugün başarabildiğini göstermesi bir umuttur. Bağımsızlığa aşık bu güzel ülke ikinci yüzyılını daha güzel geçirecek.

[email protected]