Akşam olunca ev hallerimiz hakkındadır

Mustafa Çiftçi / Yazar
9.10.2020

Gelinler, kızlar akşam bulaşığını yıkar olduklarında anneannem yemek yer, sonra iştahla el işi yapmak ister ama günün yorgunluğu gözlerine ağır gelir uyuklardı. Dedem o zaman hemen “Kalk yerine yat” demeye başlardı. Ne olurdu sanki anneannem orada uyuklamasına devam etseydi. Ne olurdu dedem her seferinde uykunun en tatlı yerinde gürlemeseydi.


Akşam olunca ev hallerimiz hakkındadır

Akşam olunca herkes yorulur da çocuklara sanki gökten bir el ilave bir coşku verir. Saklambaç oynamak, türlü çeşit oyunlar çıkarmak için çocuk kısmına verilmiş bu ilave enerji sayesinde başka bir zevkli olur. Bazı babalar akşam oyununa karşıdır. Akşam ezanını bitiş çizgisi gibi çeker oyunlara. Ezan okununca dışarıda kalmayı hoş görmezler. Annem rahmetlinin ahretliklerini hatırlıyorum. Nasıl olduysa ezan okununca dışarıda kalmışlardı ve beylerinden çekiniyorlardı. Ben o beyleri bir bir tanıyordum. Herhangi bir meseleye kızacak yaratılışta değillerdi. Helva gibi adamlardı. Ama hanımları akşam ezanından sonra kocalarının onlara kızacağını düşünüyorlardı. Bence gözetilmek, esirgenmek hoşlarına gidiyordu. Misal benim babam; “...akşam ezanında evde olun.” derdi ama mesela azıcık geç kalmışsak kızmazdı. Ama herhalde her an kızabilecek bir baba hoşuna gidiyor insanın.

Yemeğe hazır babalar

Akşam olunca hemen yemek yemeye hazırlanan babalar biliyorum. Sanki akşam yemeği bir tören olacak da onlar da bu törene onur konuğu olarak katılacaklar. Kılık kıyafet değiştirmek bu hazırlığın bir parçasıdır. Ev kıyafetine geçer çoğu baba. Ev kıyafeti olarak Adana Şalvar giyen de gördüm. Eşofmanlarını çekip mafya düzeni dolaşan da gördüm. Bazıları da tır şoförü gibi sadece “Dallı Atlet” giyerlerdi. Bu arada iki tür atlet olduğunu bir arkadaşımdan öğrenmiştim. “Kollu Atlet, Dallı Atlet” Ev kıyafeti olarak şort giyen komşumuzu görünce çok şaşırmıştım. Çünkü bizim memleket kış memleketidir. Şortla dolaşmak ev içinde bile biraz cesaret ve sağlam bünye gerektirir. Babaların akşam olunca adetlerinden Abdulhak Şinasi Hisar da bahseder ve yaşlı erkeklerin akşam olunca mutatları olduğu üzere kendine has işleri olduğundan bahseder. Akşam olup da yemeğe hazırlanan babalar da öyledir. Kendilerine mahsus halleri vardır. Bazısı akşam namazını kaçırmamak için yemekten evvel namazı kılar. Bazısı haber seyreder, bazısı mutfakta ondan bundan otlanır. Benim babam namazın vaktini geçirmek istemeyenlerdendi. Yemeği yemeden evvel kılardı. Ha bu arada babam evde eşofmanla gezmezdi de ev için gündelik kıyafetlerini giyerdi. Yani yine kumaş pantolon, gömlek ama bu sefer ev içine uygun rahat şeyler. Tam burada babama alınan ropdöşambırdan bahsetmeden olmaz. Annem nereden heveslendiyse babama ropdöşambır aldı. Lacivert, gri karışık rengi vardı, kalınca bir şeydi, kuşağının ucu püsküllüydü.

Ropdöşambır meselesi

Annem çok hevesle aldı ama babam hiç giymedi. Babamın giymeme sebebi Türk Filmleri’nde hain zenginlerin üniforması gibi olmuş ropdöşambırdan ikrah etmesi miydi bilemiyorum. Ama biz arada sırada heveslenip babama yalvarıyor ve “...şunu bir kere giy baba ne olursun.” diyorduk. Babam o zaman uf puf ederek giyiyordu ropdöşambırı ve annem “...hah işte bak ne güzel her zaman giysen evin içinde kim ne der?” diyordu ama babam olmazlanıyordu. Ben yıllar sonra bir kere daha giydiğinde “baba elinde bir de viski kadehi olsa tam Türk Filmi olurdun.” dediydim de babam pek kızmıştı. Ropdöşambır hiç giyilmedi ama ne hikmetse duvara tırmanın arsız sarmaşıklar gibi yıllarca eskimeden durdu. Babam giymemekte ısrar etti. Annem yıllarca sakladı. Ama sonunda dolaplar boşaltılıp bahar temizliği yapıldığı bir günde kime verdiler bilmiyorum. Ama ropdöşambır hayatımızdan çıktı.

Tören havası

Yemeğe oturulunca tören havasını devam ettiren babalar vardır. Sofra onlar için az konuşulan bir an evvel sağı solu rahtsız etmeden ekmek-aş yenilip babanın da kalkmasını bekleyerek usulca kalkılacak bir törendir. Yılmaz Karakoyunlu’nun “Salkım Hanımın Taneleri” romanında böyle ağır bir havada geçen bir sahne vardır. Hava o kadar ağırdır ki kendinizi o sofrada soluk almadan yemeğe çalışmak zorunda kalmış gibi hissedersiniz.

Ecnebi filmlerinde meseleleri yemek masasında konuşmaya alışmış aileleri göre göre sofrada konuşmak adeti bizlere de ulaştı. Şimdi masalarda babalar daha çok konuşuyorlar. Erkek kısmında ketum olmayı, sessiz durmayı babalık alameti saymak eskilerde kaldı. Sofralar çekirdek ailelerin belki bir araya geldiği tek mekanlar artık. Yemekten sonra herkes köşesine çekiliyor. Kendimden biliyorum, yemek sonrası babalar yalnız kalıyorlar. Ve ikinci bir akşam başlıyor onlar için. Çocuklar odalarına çekiliyor. Annelerin muhakkak işleri var. Babalar ise kendi gündemlerine dönmek durumundalar. Bu yalnızlık anlarında haberlerin kalanını seyretmek veya geç kalınmışsa kendine uygun haber bulmak, sonra haber dinlerken biraz uyuklamak ve dizi saati gelince odaya avdet eden evin hanımı ile huşu içinde dizi seyretmekle babaların günlerinin uykudan evvel geçen saatleri doldurulmuş oluyor.

Akşam olunca da enerjileri devam eden yavrular için artık dışarıda oynamak pek güvenli bir şey değil. Yemek yendikten sonraki vakitlerinde ders çalışmak, bir şeyler okumak veya ekran karşısında vakit doldurmak türünden işleri var. O işlerini yaparken arada bir kardeşlerle dalaşmak da herhalde işin tuzu biberi kabilinden işlerdir.

‘Kalk yerine yat’

Akşam olunca annelere başka kapılar açılıyor. “Akşamın işi ayrı, gündüzün işi ayrıdır.” dedikleri ayrı ayrı işlerde ömür geçip gidiyor. Şimdi aklıma anneannem geldi. Akşam bulaşığı sabaha kalmasın diye avluda kuyunun başında kışın bile üşüyerek bulaşık yıkardı. Akşam bulaşıkları hiç bir zaman sabaha kalmadı ama anneannemin ömrü tükendi. O bulaşıklar bir kere bile sabaha kalmadıkları için şükran duymadılar anneanneme. Artık gelinler, kızlar akşam bulaşığını yıkar olduklarında anneannem yemek yer, sonra iştahla el işi yapmak ister ama günün yorgunluğu gözlerine ağır gelir uyuklardı. Dedem o zaman hemen “Kalk yerine yat” demeye başlardı. Ne olurdu sanki anneannem orada uyuklamasına devam etseydi. Ne olurdu dedem her seferinde uykunun en tatlı yerinde gürlemeseydi. Ama eski adamlar biraz gürleyerek erkek oluyorlardı sanki. Uykusunun en tatlı yerinde uyandırılan anneannem, “...yok ben daha ölmedim...” der gibi tekrar elindeki işe sarılırdı. Ama uyku öyle bulaşık bir şey ki hiç rahat bırakmazdı anneannemi. Sonunda uyku galip gelir anneannem yatağa girer ama bu sefer de uykuyu ara ki bulasın. Sonunda ömür hükmünü sürer ve yaşlılar uyuya uyuya ölürler. Onlar da uyuyarak öldü gittiler. Rahmet olsun cümlesine...

Yazının sonuna doğru eski günler önümde kapı kapı açılıyor. Girdiğim her odada nedense biraz hüzün var. Eskiyi anmak hüzünlü bir şey bu kesin. Ama hüzün yapraklarıyla hakikati örtmemek lazım. Bu haftada akşam olunca ev hallerimizden bahsettik. Haftaya Allah Kerim.. Kalın sağlıcakla

[email protected]