Akşemseddin Bayramı ve Göynük

Mustafa İsen / Yazar
15.05.2020

Her yıl mayıs ayının son haftası cuma günü Süleyman Paşa Camii'nde mevlit okunup dua ediliyor, Pazar günü de caminin bahçesine büyük meydan sofraları kuruluyor. Göynük adeta Akşemseddin'in sofrasına dönüşüyor; ortalık yufka ve pilav dağları. Mevsim de tam ıhlamurların çiçek açtığı dönem…


Akşemseddin Bayramı ve Göynük

Seksenli yılların sonu, Gazi Üniversitesinde öğretim üyesi olarak çalıştığım yıllar. Bir gün kapım çalındı ve içeriye iki genç adam girdi. Selamlaştıktan sonra kendilerini tanıtıp maruzatlarını bildirdiler. Birisi Göynük kaymakamı, diğeri de oranın hakimi imiş. Talepleri şuydu; her yıl Göynük’te düzenlenmekte olan Aş Dökme törenlerine ilmi bir boyut da katmak. Benim bu konularda bir şeyler yapabileceğimi düşünerek yardım istediler. Bizim de bu tür meselelere karşı bohçamız her daim hazır olduğu için tekliflerini memnuniyetle kabul ettim. Önemli bir kısmı Gazi Üniversitesi kadrosu ve Yazarlar Birliği mensuplarından müteşekkil bir ekiple anılan tarihte Göynük’te olduk.

Bilirsiniz, az çok dikkat çekmiş kadim beldeler bu konumlarını ya coğrafi imkanlarına ya mevcut medeniyetlerin kendilerine olan ihtiyacına veya bütün bunların hepsi sayesinde yetiştirdikleri önemli kişilere borçludurlar. Bolu’nun güneybatı kısmında yer alan Göynük de böyle bir belde. Bugün küçük bir ilçe merkezi olan kasaba, yakın yıllara kadar Ankara İstanbul yolu içinden geçtiği için önemli bir güzergahtı. Tabii yine bu ulaşım ağı sayesinde çok önemli bir kültür merkezi. Buna Tanrı vergisi doğal güzelliklerini, eşsiz ormanlarını, yakınındaki gölleri ve tarihi mekanlarını da eklemek lazım. Bütün bunlar Taraklı, Göynük, Mudurnu, Beypazarı gibi ticaret merkezlerine zenginlik ve refah olarak yansıyordu. Kanıtı da ancak varlıklı kişilerin inşa edebileceği muhteşem konaklar. Göynük’te de bu görüntü, yeterli sayıda mevcut.

Aş Dökme geleneği

Göynük 1330’lu yıllarda Orhan Gazi’nin oğlu Gazi Süleyman Paşa tarafından Taraklı ve Mudurnu ile birlikte Osmanlı hakimiyetine girdi. Bolu, Düzce, Sakarya, Kocaeli çevresi Orhan Gazi devrinde Süleyman Paşa tarafından fethedildiği için onlara hürmeten bölgede pek çok cami Orhan Camii veya Gazi Süleyman Paşa Camii olarak anılır. Fakat bunların en eskisi ve en bayındırı Göynük’teki bu adla anılan örnektir. Yanında da banisinin görkemine uygun bir hamam ile birlikte. Fetihten itibaren bölgeye yerleşen Türkmen guruplarına Marmara Bölgesinde Manav denir. Bölgenin ilk sakinleri olan manavların bir takım ayırt edici özellikleri vardır. Bir kere toprağa bağlı, işinde, gücünde, çok fazla hırslı davranmayan ve aza kanaat eden insanlar olarak tanımlanan Manavların yerleşim yerlerinde, adı bilinen veya bilinmeyen bir yatır bulunur. Manavlar bazen birkaç köy birleşerek bunlardan birinde, bazen de Göynük örneğinde olduğu merkezde, bahara girerken muhtemelen o yıl mahsul afattan korunsun, bereketli ve bol olsun düşüncesi ile hayır pilavı veya aş dökme adıyla anılan bir faaliyet icra ederler. İşte bunun en karakteristik örneklerinden biri Göynük’te icra edilir. Akşemseddin Bayramı adıyla da anılan bu etkinlik, asırlarca köylülerin ortak organizasyonu çerçevesi içinde tamamen spontane bir biçimde yapılmaktaydı. Şimdi gene ortaklaşa bir faaliyet olmakla birlikte kısmen yöneticiler de bu düzenlemeye katılıyorlar. Her yıl mayıs ayının son haftası cuma günü Süleyman Paşa Camii’nde mevlit okunup dua ediliyor, Pazar günü de caminin bahçesine büyük meydan sofraları kurulup ortaya konan pilav tepsileri yanında bakraçlarda ayran ikram ediliyor. Herkesin, bir protokole bağlı olmaksızın, yan yana oturduğu ve aynı tepsiye kaşık salladığı bu güzel organizasyon belki 500 yıldır devam ediyor. İşte Kaymakam ve Hakim beylerin sözünü ettikleri ve bizi davet ederek yanına bir de bilimsel boyut katmak istedikleri faaliyet bu idi. 1988 yılı mayıs’ın son haftası. Ankara’dan, bize gönderilen bir minibüse binip yola revan olduk. Geçeceğimiz Ayaş, Beypazarı, Nallıhan güzergahı tarihi ipek yolu. Sağımız solumuz pek çok tarihi eserle süslü. Beypazarı’nı geçtikten sonra değişen doğa şartları bizi müthiş bir baharla karşılıyor. Anekdotlar, fıkralar, şarkılar, ilahiler eşliğinde Göynük’e ulaşıyoruz. İstanbul’dan da katılacak birkaç arkadaş var, onlarla da buluşuyoruz. Elbette önce Gazi Süleyman Paşa Camii ve Akşemseddin Türbesi ziyareti…

Saray ile içli dışlı

Göynük’te o yıllarda otel olmadığı gibi bugünkü manada pansiyonlar da bulunmuyor. Ama yönetici arkadaşlarımız tedbirlerini almış. Bugüne göre biraz tuhaf kaçacak şekilde herkesi birer ikişer evlere misafir olarak dağıtmışlar. Akşam yemeği için de Göynük’ün, şimdi hepsi tescilli görkemli konaklarından birinin toplu misafiriyiz. Yine büyükçe birkaç yer sofrasına oturduk. Daha çok Mengen aşçılarıyla bilinir ama Göynük yemekleri de dillere destandır. Mübalağa etmiyorum, 15-20 çeşit yemek var, sofranın çevresinde. Bir kısmı da mutfaktan servis ediliyor. Göynük bir dönem sarayla içli dışlı bir yerleşim yeri, bu açıdan yerel görgü kuralları ile de biliniyor. Nitekim ev sahibi koşuştururken sofranın kenarına dizilmiş ayran taslarını ona kolaylık olsun diye alıp herkesin önüne koyan bir arkadaşımız, “Beyefendi, onlar pilavla birlikte servis edilecekti” diye hafif tertip uyarıldı. Ev sahibi bir taraftan da bilgiler veriyor, mesela baklavanın otuz üç kat yufkadan yapıldığı gibi.

Bayramilik ve alın teri

Ertesi gün sabah bizim program başlıyor. Konular elbette öncelikle Akşemseddin, bölge fatihleri, Bayramilik gibi başlıklar. Hiç kuşkunuz olmasın özenle seçtiğimiz arkadaşların sundukları anlamlı ve güzel bildiriler de son derece doyurucu bilgiler verdiler. Lafı artık dolandırmadan Akşemseddin ve Göynük bahsini açalım artık: Şimdi Göynük’teki asude türbesinde yatarken de beş yüz yıl geriden Göynük’ü idare eden Akşemseddin, Şam‘da doğdu. Buradan göç edip geldikleri Amasya’da iyi bir eğitim aldı ve Osmancık Medresesine müderris oldu. Akşemseddin ayrıca, tıbba ve eczacılığa merak sararak bu alanları da öğrendi. Fakat akli ilimlerin kendisine sunduklarıyla yetinmeyerek tasavvufa yöneldi ve o dönem Ankara’sının önde gelen şeyhi Hacı Bayram tarafından yetiştirildi. Kısa sürede tasavvufun inceliklerini öğrenen Aksemseddin, icâzet alıp Beypazarına, ardından Göynük’e yerleşti. Bayramilikte alın teri ile kazanılan ürün makbuldür. Bu yüzden Göynük’te hem halka yardımcı olmak hem de mensuplarının geçimini sağlamak için bir değirmen ve mescid inşa ettirip, halkı hem tedavi, hem irşad etti. Bir yandan da eserlerini yazdı.

İstanbul’da kalmak istemedi

Akşemseddin’in asıl ünü, Fatih Sultan Mehmed’e manevi danışmanlık yapıp İstanbul’un fethine katkıda bulunuşuyla ortaya çıktı. İstanbul kuşatması sırasında uzayan fethin doğurduğu umut kırıklığını, padişahı motive ederek yine o canlandırdı. Ama pek çok gerçek mutasavvıf gibi o da kendisine yönelen aşırı ilgiden hoşlanmadı ve fethin ardından padişahın ısrarına rağmen İstanbul’da kalmak istemedi, Göynük’e çekildi. 1459 yılında 70 yaşında burada vefat etti. Şimdiki türbesi1464 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırıldı.

Ama Göynük’te bir başka tanınmış Bayrami mensubu daha yatmaktadır: Dede Ömer Sikkini (ö. 1475) ya da halk arasındaki adıyla Bıçakçı Ömer Dede. O da Hacı Bayram’ın gözde müritlerinden biridir. Şeyhin ölümünden sonra Ömer Dede ile Akşemseddin arasında bir yöntem farkı ortaya çıkmış, Akşemseddin’in daha teşkilatçı ve kuralcı uygulamalarına karşılık Ömer Dede ve onun yolundan gidenler hırka ve taç gibi özel sembollerle ifade edilen bir tarikat anlayışını reddetmişler, âdâb ve erkân şekilciliğinin yerine sohbetin olgunlaştırıcı özelliğini ön plana çıkarmışlar. Hatta bu olay etrafında anlatılan şöyle bir hikaye de mevcuttur: Hacı Bayram’ın vefatından sonra bütün müridler Akşemseddin’e tâbi olup onun sohbet meclisine katılırlar. Bıçakçı Dede dışında herkes bu toplantılara katılıp şeyhin elini öperken o meclisin bir kenarında oturur ve zikir halkasına girmez. Bu durumdan hoşlanmayan Akşemseddin onun yanına giderek, “Bu toplantılara senin de katılman gerekir, yoksa senden şeyhin tacını alırız” der. Bıçakçı Dede “Öyleyse yarın cuma günü namazdan sonra bizim eve gelin, size hırkayı ve tacı teslim ederiz” diye cevap verir. Ertesi gün evinin avlusunda büyük bir ateş yaktırır. Namazdan sonra Akşemseddin müridleriyle birlikte onun evine gelir. Dede sırtında hırka, başında taç olduğu halde ateşe girer. Bir müddet sonra ateşten çıkınca hırka ve tacın yandığı, fakat kendisine bir şey olmadığı görülür. Bu tavrına uygun olarak Ömer Dede, şimdi biraz gözlerden uzak, ancak bilenlerin gelip ziyaret ettiği kendisine yakışan sade türbesinde uzletini sürdürüyor.

Sempozyumun ardından geleneksel Aş Dökme törenlerine de katıldık. Sade ama samimi, basit ama lezzetli, az ama candan pilav ve ayrandan müteşekkil menü ile elbette daha çok da Akşemseddin’in Bayramına katılmış olmanın coşkusuyla caminin ve türbenin yanından çağıl çağıl akan Bolu ormanlarından kopup gelen tertemiz suyu Sakarya Nehri’ne taşıyan ırmağın nağmeleri eşliğinde yemeğimizi yedik. Göynük adeta Akşemseddin’in sofrasına dönüşmüş, ortalık yufka ve pilav dağları haline gelmişti. Akşam tatlı bir bahar serinliği içinde, Orman İdaresinin bahçesinde çay içmeye davet edildik. Mevsim tam ıhlamurların çiçek açtığı dönem. Burnumuzu mest eden ıhlamur kokuları altında çay, bilmem bir daha nerede ve ne zaman nasip olur.

Bu ilk toplantıdan sonra yenileri epey devam etti. Bir kısmına katıldım. Son yıllarda başka işler buna izin vermediyse de o ilk toplantıların düzenleyicisinden katılımcı ve dinleyicisine kadar hasbi, gönüllü ve samimi tavrı hep zihnimde. Göynük o yıllardan sonra epeyce dışarıya açıldı. Giderek önemli bir turizm destinasyonu haline geldi. Kentsel SİT Alanı ilan edildi. Güzelim konaklar onarıldı ve teker teker butik otellere dönüştürüldü. Peş peşe yörenin yemek kültürünü servis eden lokantalar ortaya çıktı. Elbette bir takım yöresel el sanatları da. Neyse ki nüfusta bir artış olmadı ve bu anlamda dikkate değer bir baskı söz konusu değil. İlk gördüğüm andan itibaren bir şey dikkatimi çekmişti; Akşemseddin 500 yıl geriden Göynük’ü idare etmeye devam ediyor. Bunun daha dikkat çekici sağlamasını geçen yıl gidince gördüm, Ankara Büyükşehir Belediyesi onun hatırına şehri baştan başa elden geçirmiş, cami ve türbe bahçesini düzenlemiş, örnek de bir tuvalet yaptırmış. Eğer yolunuzu düşürmek isterseniz bu söylediklerime ilaveten Süleyman Paşa Hamamını, Zafer Kulesini, yakındaki Çubuk ve Sünnet Gölü’nü (hikayesini de öğrenerek), göğe baş çekmiş ormanlarını, tertemiz derelerini görüp akşam sakin bir şehirde derin bir uyku çekmenin ve sabah kendine özgü kahvaltısıyla keyif yapmanın tadını çıkarın derim. Bana teşekkür edeceksiniz.

[email protected]