Alevi kimliği ve cami-cemevi projesi

Dr. Şener Aktürk - Koç Ünv. Öğr. Üy.
14.09.2013

Sünni ve Alevi kesimin sivil alanda, devletten ayrı olarak örgütlenmiş iki önemli önderi olan Fethullah Gülen ve İzzettin Doğan’ın girişimiyle Ankara’da cami ve cemevinin yanısıra aşevi ve okuma salonu gibi sosyal ve kültürel bir merkezin temeli atıldı ve bu girişim sadece Ankara’da değil Türkiye’nin pek çok ilinde halen devam eden gösterilerle protesto edildi.


Alevi kimliği ve cami-cemevi projesi

Şiddet içermediği sürece cami cemevi projesine karşı yürüyüşler, mitingler, basın açıklamaları ve protestolar elbette yapılabilir ve anayasal güvence altındadır. Şiddet içeren tepkiler ise telin edilmeli. Dahası, geçmişte Alevi kimliğinin şiddeti meşrulaştırmak için kullanıldığı her eylem Alevilerin eşitlik yolundaki haklı taleplerine zarar vermiştir. 

Sünni tepki yok

Alevi kimlik taleplerinin karşılanması açısından cami-cemevi projesinin önemli ve olumlu yönleri arasında beş tanesi sayılabilir. Birincisi, bu projenin sivilliği, yani her ikisi de devletten bağımsız, sivil toplumsal hareketlerin liderlerinin girişimiyle başlamış olmasıdır. İkincisi, ibadethane olan cemevini merkezine alarak Aleviliğin her şeyden önce bir din-mezhep-inanç olduğuna vurgu yapmasıdır. Üçüncüsü, ülkedeki diğer büyük inanç grubunun dindarlarıyla farklılıklarını koruyarak dini hayatı kamusal alanda görünür ve kabul edilir kılmayı hedeflemesidir. Dördüncüsü, mezhep farklılığının en fazla siyasallaştığı ve şiddete çekilmeye çalışıldığı bir dönemde mezheplerarası bir girişim olmasıdır. Beşincisi, Sünni Müslümanların bazı kesimlerinden gelebilecek tepkileri göze alarak caminin yanında cemevinin de Müslümanlar için meşru bir ibadethane olduğunu kabul ettirmeye yönelik cesur bir adım olmasıdır.

Birincisi, bu projeye “devletin Alevisi olmayacağız” diyerek karşı çıkanların aksine, cami-cemevi projesi her ikisi de devlet aygıtından ve siyasi partilerden bağımsız ve bazı açılardan muhalif birer sivil önder (Fethullah Gülen ve İzzettin Doğan) ve onların liderlik ettiği sivil toplumsal/dini hareketlerin ortak girişimiyle gerçekleşmiştir. Bu da 1924’den bu yana kamusal alanda dini hayatın tamamen devletleştirildiği Türkiye’de nispeten sivil, devlet-dışı bir dini alan açma potansiyeli açısından önemlidir. Üstelik İzzettin Doğan ve önderlik ettiği Cem Vakfı, Aleviler arasında ciddi bir toplumsallığı olan, dini ve modern meşruiyeti birleştiren önemli bir yapıyı temsil etmektedir.

İkincisi ve daha da önemlisi, bu proje Aleviliğin her şeyden önce bir dini inanç, bir dini mezhep olduğunun vurgulanmasıdır. Alevi inancı esasen dini bir inançtır ve Marksizm, Kemalizm, sosyalizm, muhafazakarlık, milliyetçilik gibi modern dönemde ortaya çıkmış bir ideolojik akım veya siyasi parti kimliği değildir. Aleviliğin de parçası olduğu Ehli Beyt İslam inancı Karl Marks doğmadan veya CHP kurulmadan bin yıl önce de vardı ve muhtemelen Marksizm ve Kemalizm siyaset sahnesinden tamamen çekildikten sonra da var olmaya devam edecek.

Alevilik inançtır!

Türkiye’de ibadethane statüsü tartışılmaz olan caminin yanına, maalesef bazı kesimler için ibadethane statüsü tartışılır olan cemevini koyarak, Aleviliğin en başta bir mezhep, bir dini inanç olduğunu tüm topluma kabul ettirmek yolunda önemli bir adım atıldı. Bu ihtimal, 1960’lardan itibaren Türkiye’deki sosyalistler arasında yaygınlaşan Aleviliği bir din veya mezhep değil debir çeşit “ikame proleterya” olarak görme alışkanlığına sahip olanların Alevilik yorumundan çok farklı, fakat kanaatimce dindar Alevilerin çoğunun kendi inançlarını anlayışına daha yakındır. Bir İslam mezhebi olarak Alevilik, 1960’lardan bu yana Alevileri (Birlik Partisi’nin kuruluş döneminde olduğu gibi) “mezhebimiz Kemalizm” diyecek kadar resmi devlet ideolojisiyle özdeşleşmiş bir kitle olarak görmeyi tercih edenlerin yorumundan da farklıdır. 

Pek çok Alevi, aynı zamanda Marksist, Kemalist, Türk veya Kürt milliyetçisi olabilir ama elbette bin küsur yıllık Ehli Beyt inancı, 19. ve 20. yüzyılın birtakım siyasi ideolojilerine indirgenemeyeceği gibi, bu kimliğin esasen dini bir kimlik olduğu yadsınamaz. 

Alevilere Alevilik dersi mi?

Eğer “Alevilere Alevilik öğretmekten vazgeçme” çağrısı samimiyse, en başta sosyalist, Kemalist, liberal, muhafazakar, milliyetçi ve diğer siyasi kamplara mensup fakat Aleviler arasında hiçbir dini otoritesi olmayan kişi ve kurumların “Alevilere Alevilik öğretmekten vazgeçmesi” gerekmez mi? Eğer Alevilik ve cemevi tartışmasında dini bir ehliyet veya dini bir toplumsallık aranacaksa, bu eksende yapılacak tartışmaları ve çözüm projelerini Alevi dedelerinin ve İzzettin Doğan gibi toplumsal önderlerin yürütmesi gerekmez mi? Aleviler içi ayrışmada, sadece İzzettin Doğan ve Cem Vakfı çizgisine şiddetle karşı çıkanları Alevilerin gerçek temsilcisi olarak takdim etmek debir tarafgirlik değil midir? 

Üçüncüsü, cami cemevi projesi ülkedeki iki büyük mezhebin dindar mensuplarının farklılıklarını koruyarak dini hayatı kamusal alanda görünür ve kabul edilir kılmayı hedefledikleri bir projedir. 

Bu açıdan, dini hayatı yok sayan dışlayıcı bir laiklik yerine inançlara saygılı, eşit mesafede, liberal demokratik bir laiklik anlayışına doğru bir küçük de olsa önemli bir adım sayılabilir.

Dördüncüsü, cami cemevi projesi mezhep farklılığının en fazla siyasallaştığı ve şiddete çekilmeye çalışıldığı bir dönemde mezheplerarası bir girişim olarak takdire şayandır. Son birkaç yıldır Türkiye’de mezhep farkı en azından 1990’ların başından bu yana hiç olmadığı kadar siyasallaşmış ve hatta bazı yörelerde topluluklar arası şiddet potansiyeli maalesef tehlikeli seviyelere ulaşmıştır. Son seçimlerde, Alevi, Caferi ve Nusayriler dahil olmak üzere İslam’ın Şii yorumunu benimseyen seçmenlerin büyük çoğunluğu CHP’ye oy vermiş ve CHP milletvekili olabilmişken, AK Parti de Sünnilerin büyük çoğunluğunun oyunu almakta ve milletvekilleri de Sünnilerden oluşmaktadır. Siyasal kutuplaşmanın bu kadar fazla mezhep eksenine oturması toplumsal barış için bir tehlikedir. İşte böyle bir siyasi tabloda, Sünni oldukları halde AK Parti’ye eleştirel yaklaşabilen, Alevi oldukları halde CHP’ye eleştirel yaklaşabilen ektörlerin cami-cemevi projesini hayata geçirmeleri hiçbir partiye mal edilemeyecek kadar partiler üstü bir barış hamlesi olarak yorumlanabilir. 

Cami Cemevi projesinin beşinci ve belki de en önemli yararı, ülkenin büyük çoğunluğunu oluşturan Sünni Müslümanların bazılarından gelebilecek tepkileri göze alarak, üstelik Ankara gibi bir büyükşehirde, caminin yanında cemevinin de Müslümanlar için meşru bir ibadethane olduğunu kabul ettirmeye yönelik cesur bir adım olmasıdır. Her ne kadar ulusal medyada özellikle bazı Alevi gruplarının projeye tepkisi öne çıksa da, şüphesiz bazı Sünni Müslümanlar da meşru bir ibadethane olarak görmedikleri cemevinin bir caminin yanına inşa edilmesine tepki göstermektedir. Dolayısıyla cami-cemevi projesi Sünni çoğunluk arasında cemevinin meşru bir ibadethane olduğu inancının yerleşmesi açısından da çok önemlidir. İzzettin Doğan bazı Alevi gruplardan geleceği tahmin edilebilecek tepkileri göze alarak, Fethullah Gülen de bazı Sünni gruplardan geleceği tahmin edilebilecek tepkileri göze alarak böylesi bir ortak projeyi başlatmışlardır.

Bu projenin, cemevini bir bakıma caminin müştemilatı, camide ibadeti de cemevinde ibadetin önkoşulu gibi sunmaya çalıştığı eleştirisi getirildi. Oysa bu merkezin cemevinde ibadete giden bir Alevinin öncesinde camiye uğramasını gerektiren bir yapısal zorunluluk yok. Tam tersine, ortalama bir Alevi bireyin pek çok kez cami görmüş, ezan duymuş, namaz izlemiş olmasına rağmen, ortalama bir Sünni bireyin belki de hiç cemevi görmemiş ve ayin-i cem izlememiş olduğu düşünülecek olursa, cami-cemevi projesi Alevilere “Sünnilik propagandası” yapmak bir yana, tam tersine pek çok Sünni’ye ilk defa Alevi dini hayatını tanıtma potansiyeli daha yüksektir.

‘Yol düşkünü’ ithamı...

Cami-Cemevi projesini eleştiren bazı kimselerin dini bir terim kullanarak İzzettin Doğan’ı “yol düşkünü” ilan etmiş olması da son derece ironik ve elbette üzücüdür. Alevi bir kimseyi “yol düşkünü” ilan etmek Katolik bir kimseyi “aforoz” etmeye benzeyen ve esasen dini otoriteler tarafından alınabilecek bir karar. İzzettin Doğan iseAğuçan ocağı dolayısıyla Aleviler nezdinde dini ve toplumsal otoriteye sahip bir şahsiyet. Onu “yol düşkünü” ilan edenler de aynı seviyede bir dini meşruiyete sahip otoriteler mi? Yoksa burada aynen”şehit” kavramının laik amaçlarla kullanımında olduğu gibi kökeninde tamamen dini içerikli bir kavramın içinin boşaltılıp siyasal olarak araçsallaştırılmasıyla mı karşı karşıyayız?

 Siyasi sebeplerle saygın bir Alevi önderinin “yol düşkünü” ilan edilmesi Türk siyasi tarihinde Alevi temsili açısından 1970 yılında yaşanan hazin kırılmayı akla getiriyor. Her ne kadar çoğu kimse artık hatırlamasa da Türkiye’de Aleviler tarafından ve Alevilerin temsili adına kurulan en popüler siyasi parti olan Türkiye Birlik Partisi (TBP), Hacı Bektaş Veli soyundan gelen ve Aleviler nezdinde büyük dini otoriteye sahip Ulusoy ailesinden milletvekili adaylarının rüzgarıyla girdiği 1969 seçimlerinde Amasya (yüzde 23), Çorum (yüzde 18) ve Tokat (yüzde 17) gibi Alevilerin yoğun olarak yaşadığı illerde çok başarılı olmuş ve üçü Ulusoy ailesinden olmak üzere toplam sekiz milletvekili çıkarmıştı.Fakat bu geleneksel dini önderler başta olmak üzere partinin sekiz milletvekilinin beşi 1970’de Demirel hükümetine destek oyu verince, Mustafa Timisi önderliğindeki partinin genç, modernist, solcu ve sosyalist kanadı tarafından partiden ihraç edildi ve üstelik Anadolu Aleviliğinin geleneksel dini önderleri olan bu kişiler hakkında “Beş Yol Düşkünü” adıyla bir kitapçık yayınlandı. İşte bu olaydan sonraki seçimde TBP oylarının üçte ikisini kaybederek sadece bir milletvekili (Mustafa Timisi) çıkarabildi ve daha sonrasında ise sosyalist parti ve gruplarla güç birliğine giderek tamamen eridi. Böylece Alevilerin geleneksel dini önderliği ile siyasallaşmış temsili arasındaki hayati bağ koparılmış oldu ve bugüne dek asla tam anlamıyla onarılabildiği söylenemez. Bugün hala esasen bir dini mezhep olan Aleviliği bu inançsal özüyle kimin temsil edebileceği konusundaki kriz çözülebilmiş değil.  

Devlete tavsiyelerde bulunabilecek bir konumda olsam, anayasal bir zorunluluk olarak 1980’den bu yana okutulan zorunlu din derslerinde en azından İslam’ın Şii yorumuna da yer verilmesi, cemevlerinin de camilerin yararlandığı muafiyet ve desteklerden yararlanması, eğer isterlerse Alevi dedelerinin de Sünni imamlar gibi devlet kadrosuna alınabilmesi, örneğin Safevilerin de Türk tarihin bir parçası olarak okutulması ve hatta Cumhurbaşkanlığı forsuna Safevi devletini de temsilen bir yıldız eklenmesi gibi bazıları sembolik bazıları ise kritik adımların yanısıra, özellikle kamuda Alevilere karşı her türlü ayrımcılığın önlenmesi gibi tavsiyelerimi tekrarlayabilirdim. Fakat devletin yapabileceği bu reformlardan bağımsız bir sivil girişim olarak Ankara’daki cami-cemevi projesi her halükarda olumlu bir adım olarak değerlendirilmelidir.

@senerakturk