Algı mühendisleri iş başında!

ADNAN BOYNUKARA/Yazar
1.12.2012

Bugün itibariyle Türkiye’de darbe koşullarından söz etmek zor. Toplumun demokrasi bilinciyle şekillenen siyasal tercihi iç ve dış müdahaleleri sınırlıyor. İktidara destek oldukça yüksek. Bu unsurların dışında geriye kalan tek yol ise ülke yönetiminin antidemokratik ve baskıcı olduğunu yaymak ve bunun üzerinden karar verici siyasi aktörleri etkilemek. Yani; algı oluşturma, simülasyon...


Algı mühendisleri iş başında!

Bir ülkeye müdahale etmenin, toplumu biçimlendirmenin ve iktidarı yönlendirmenin temel yolları; darbe, ekonomik çöküntü oluşturma, siyasal istikrarı bozma ve iktidarın antidemokratik bir yönetim olduğunu ortaya koyarak ulusal ve uluslararası kamuoyunda yalnızlaştırmak olduğu bilinir. Bugün itibariyle Türkiye’de darbe koşullarından söz etmek zor. Ülkenin ekonomik yapısı eski kırılgan özelliklerinden kurtulmuş ve güçlü bir yapıya bürünmüş. Tüm dünya ve AB krizden söz ederken Türkiye istikrarlı bir büyüme sürdürüyor. Toplumun demokrasi bilinciyle şekillenen siyasal tercihi iç ve dış müdahaleleri sınırlıyor. İktidara destek oldukça yüksek. Bu unsurların dışında geriye kalan tek yol ise ülke yönetiminin antidemokratik ve baskıcı olduğunu yaymak ve bunun üzerinden karar verici siyasi aktörleri etkilemek. Yani; algı oluşturma, simülasyon...

AB ve ABD merkezli kimi çevrelerin özel gayretiyle, Türkiye için küresel çapta bir algı yaratma çabası var. Bunun ilk göstergesi, AB’nin Türkiye’ye ilişkin 2012 İlerleme Raporu. Rapordaki kimi doğru tespitlerin yanı sıra, içeriğinin sorunlu, gerçeği yansıtmaktan uzak ve Türkiye’yi mahkum edici olduğu ortadayken; rapor ile “baskıcı ve diktaröyal” bir eğilimin ülkede belirleyici olduğu havası estirilmek istendi! AB ilerleme raporu ile başlayan bu süreç ABD merkezli kimi düşünce kuruluşu ve medya organlarının yürüttüğü çalışmalar ile ivme kazandı. ‘Saygın düşünce kuruluşu’ olarak tanımlanan kuruluşların Başbakan Erdoğan üzerinden yaptıkları değerlendirmelerde ise daha kışkırtıcı bir dil kullanılarak, Türkiye Cumhuriyeti yerine “Recep Tayyip Erdoğan Cumhuriyeti” kavramı ortaya atıldı. Bu metinlerin içeriğine bakıldığında, analizden ziyade, yargılama ve yönlendirme amacı taşıdığı görülüyor.

Taraflı değerlendirmeler

Kimi aktörlerin içeriden ürettikleri sanal rakamlar ve başlıklar üzerinden bu sürece katkı sağladıkları açık. Demokrasi ve ifade özgürlüğü alanını problemli gösterme çabaları için; “binlerce öğrenci cezaevinde”, “yüzlerce gazeteci tutuklu” ve “milletvekilleri cezaevinde” gibi kavramların kullanıldığı biliniyor. “500 Tutuklu Öğrenci Raporu” yayınlamak ve ekine de büyük çoğunluğu gerçek olmayan 227 kişilik liste eklemek. Daha sonra, eksik ve yanlış bilgilerle dolu, 771 kişilik yeni bir liste yayınlamak. Bununla da yetinmeyip, bir soru önergesi ile cezaevine girdikten sonra eğitim sürecine dahil olan ve açık üniversiteye devam eden öğrencilere ilişkin verileri, “binlerce öğrenci cezaevinde” başlıklarıyla servis etmek...

Taraflı değerlendirmelere ilişkin son raporlardan birisi de, ABD merkezli Gazetecileri Koruma Komitesinin (CPJ) Türkiye’ye ilişkin 2012 Raporudur. “Türkiye’nin Basın Özgürlüğü Krizi, Gazetecilerin Hapsedildiği ve Muhalefetin Suç Sayıldığı Günler” başlığıyla sunulan rapor, amacının ne olduğunu başlığında ortaya koyuyor! Raporu hazırlayanların, yargılanarak hüküm almış ve hükümleri onanmış kişilerle ilgili durumu, “yüzlerce sayfa belge inceledik, avukatlarla görüştük ve onlar bu suçlamaları kabul etmiyorlar, emniyetin bir oyunu olduğunu ifade ediyorlar” şeklinde açıklaması ve bu yaklaşımıyla kendini mahkeme yerine koyması düşündürücü!

Açlık grevleri üzerinden ‘PKK’ya meşruiyet kazandırma çabası’nı ve sokak gösterilerinin muhalefet partileri tarafından organize edilerek oluşturulmak istenen atmosferin bahsettiğimiz sürece etkisini de unutmamak gerekir! Açlık grevlerini, talepleri ve ortaya çıkacak olumsuzlukları konuşabiliriz. Tüm bunlar; ‘insanı sarf malzemesi’ olarak kullanan örgütün planlı bir adımı olduğu gerçeğini örtmez. Öyle ki, açlık grevleri konusunda karşı görüş açıklayanlar tehdit ediliyor, sanal rakamlar kullanılıyor ve süreç protesto eylemi olmaktan çıkarılıp terör örgütüne meşruiyet kazandırmaya dönüştürülüyor! Bunların hepsine rağmen, örgüte söyleyecek tek bir cümlesi olmayanların, hükümeti suçlayıp, “antidemokratik atmosfer var” algısı için çalışmaları ise manidar.

PKK’ya suspus diller

Muhalefetin, ‘marjinal’ gruplar gibi sokak gösterilerini organize etmesi tartışılabilir ve muhalefetin ortaya çıkan koşullardan yararlanma çabası olarak da değerlendirilebilir. Ancak gösteriler sırasında kamuoyuna yansıyan görüntüleri ön plana alıp değerlendirmekte yarar var. Gösterileri kontrol altına almanın tek yolunun güç kullanmak olduğunu gören yaklaşımın, oluşturulmak istenen algıya hizmet ettiği görünmesine rağmen, bunun tekrarlanmasını anlamak mümkün değil! Bu tutumun, göstericilerin hedeflerinin ötesinde etkilerin oluşmasına neden olduğu gözden kaçırılıyor. Şunu açıklıkla ortaya koyalım ki, bu yöntemi kullanmayı yücelten ve başarılı bir yöntem olarak sunan perspektifin Türkiye’yi kuşatmaya çalışan merkezlerin çabalarına katkı sağladığı açık! “Türkiye’yi sert kutuplaşmalara götürecek bu tutumun hangi siyasi öngörüler dikkate alınarak benimsendiğini anlayan var mı” diye sormakta fayda var.

Türkiye’yi kuşatmaya alacak asıl adımın ise ABD seçimlerinden hemen sonra Washington DC’de yapılacak (büyük bir olasılıkla yapıldı) kapalı ve kayıtsız toplantılarda planlanacağı konuşuluyor. Geçen yıl da yapılan ve sonuçları şimdilerde ortaya çıkan çalışmalara, kimi muhalif isimlerin dışında hiç kimse davet edilmemişti. Yeni çalışmanın kapsamı; “ABD Başkanlık seçimin hemen ardından, Obama yönetimine yakın isimlerin de katılımıyla yapılacak ve oturumlarda Türkiye’de basın-ifade özgürlüğü, cezaevlerindeki gazeteciler, muhalefetin susturulması” olarak planlanmış. Bu toplantıdan, “Türkiye’yi diplomatik alanda cezalandırmanın yollarının aranacağı” ortaya çıkıyor!

‘Sarkozy stratejisi’

Yayınların, raporların, gösterilerin ve toplantıların tek bir hedefi var; Türkiye’yi kuşatma altına almak ve kendi isteği dışında farklı mecralara kanalize etmek. Bu operasyonu “Sarkozy stratejisi” olarak tanımlamak mümkün. Sarkozy stratejinin temel özelliği, dört taraflı bir kuşatma ile boğulacakmış hissi uyandırmak ve bu duygunun oluştuğundan emin olunduğu anda ise o sıkışmışlık içinde ülkenin gideceği yönü tayin edecek biçimde küçük bir kanal oluşturmak... Batılıların ve yerli figüranların desteğiyle sahnelenen bu oyunun amacı; Türkiye’nin içe kapanması, kendi gölgesiyle kavga etmeyi sürdürmesi, ekonomik gelişmesinin sınırlandırılması, uluslararası siyasette konuşma kapasitesini ve etki alanını kaybetmesi... Yani, bildiğimiz ve kangren kopmalar yaşayan eski Türkiye! Bu kampanyanın tayin edilen ana hedef ise 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimleri. Bunun için ikili bir amacın belirlendiği açık; kamplaşmayı derinleştirerek Erdoğan’ın seçilmemesi için zemin oluşturmak, bu başarılamaz ise yıpranmış, karizmatik özellikleri erozyona uğramış, müdahale edilebilir bir biçimde seçilmesinin koşullarını oluşturmak! Her iki sonuç da, toplumun siyasal tercihine ve Türkiye’ye müdahaledir.

Gerçeklik ile örtüşmeyen bu algıyı gidermek, oyunu bozmak ve ülkenin gideceği yönü belirlemek mümkün. Bunun için; kapsayıcı bir siyaset ve siyasi dil, siyaseti sığlaştırma dayatmalarından uzaklaşarak toplumun tüm kesimlerine hitap edebilmek, hak ve özgürlük talepleri konusunda eski Türkiye reflekslerinden arınmak, baskıcı ve yok sayıcı tutumlara pirim vermemek gibi başlıklar sıralanabilir. Bununla birlikte; toplumsal kesimlerin dile getirdiği talepler konusunda eski Türkiye tutumundan sıyrılmanın ve demokratikleşmeye ilişkin adımları bir plan çerçevesinde ilan edip hayata geçirmenin ayrı bir önemi olduğu da açık. Çünkü birilerine benzemeden kendisi olmak anlamlı! Bu arada; uygulama süreçlerinde yer alan ve akıl verme heveslisi kimi aktörlerin, baskıcı politikalar konusundaki davetkarlıklarının da eski Türkiye refleksinin farklı bir versiyonu olduğunu gözden uzak tutmamak lazım!

[email protected]