Alman Devleti’nin Elen halkına üçüncü saldırısı

Prof. Dr. Nikolaos Uzunoğlu / Atina Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi
4.07.2015

Türk siyasetindeki inişli çıkışlı yolculuğunu cumhurbaşkanlığına ulaştırarak noktalayan Süleyman Demirel’in politik yaşamını iki döneme ayırmadan onu doğru dürüst anlatmak mümkün değildir. Çünkü bu iki dönem arasında bariz farklar, hatta yüzde yüz zıtlıklar bulunmaktadır.


Alman Devleti’nin Elen halkına üçüncü saldırısı

Son beş yıl sürecinde Elen halkının karşılaştığı ekonomik krizin sebebinin yüzeysel incelenmesiyle,  bunun nedeni olarak kamunun aşırı borçlanmış olması gösterilir. Ancak sebebin biraz daha derinden araştırılması bu yaşananların temelinde on yıllardır Yunanistan’ı yöneten parti sisteminin toptan bir iflasının olduğu gözükür. Bu yönetim mekanizmasının özelikle 1995 yıllından sonra yarattığı sınırsız yolsuzluk ortamında,  en başta Alman şirketlerinin Federal Almanya Devleti himayesi altında yürüttüğü borçlanma politikası yatmaktadır. Temel sorumluluğun son 20 yılın Yunanistan hükümetlerine ait olduğu kuşkusuz elbette, ama Alman Adalet Bakanlığı’nca Siemens şirketinin birçok skandalının baş mimarı olan Mihal Hristoforakos’un Yunanistan’a teslim edilmemesi söylediklerimizi, yani sorumlulukta Federal Almanya’nın da ortak olduğu gerçeğini doğrulmaktadır.

Krizin Elen halkına yansıması neredeyse bir sosyal facia boyutlarını almıştır. Toplumun en çok zarar gören kısmı arasında Yunanistan’a 1992’den sonra gelen -Anadolu’da Karadeniz’in kıyılarında 1920’lerde yaşanan faciaların neticesinde Sovyetler Birliğine sığınmış- Pontus Rum toplumu sayılabilir. Ayrıca buna 1960’larda İstanbul, Gökçeada ve Bozcaada’dan - ihlaller sonucu mallarına ve mülklerine el konulması sonrası 1955-1990 yılları arasında sürgün edilen- kısım da dâhildir. Çok zor şartlar altında Yunanistan’a sığınan bu toplulukların üyelerinin aldıkları cüzi emekli maaşlarının Kasım 2013’den beri kesilmiş olması çok vahim bir insani trajedi yaratmıştır: 2013 sonunda nüfusu 42.000 olan bu topluluğun bugün ancak yarısı hayatta bulunmaktadır ve bu yaşananların niteliğini ve boyutunu açıkça göstermektedir. İstanbul dışında yaşamaya mecbur edilen Rum toplumunun bütün dünyada birleştirici kurumu olan İstanbullu Rumların Evrensel Federasyonu, iki senedir geniş çapta bir sosyal dayanışma programı yürütmektedir. Bu program kapsamında 200’den fazla İstanbullu aile için sosyal dayanışma ağı kurulmuştur. Aynı zamanda Ortodoks Kilisesi beş senedir Yunanistan halkına geniş çapta bir destek programı gerçekleştirmektedir.

Prusya saldırısı

Yukarıda kısaca anlatılan durum, Alman devlet mentalitesinin son asır sürecinde Elen haklına karşı gerçekleştirdiği üçüncü saldırı projesini oluşturmaktadır. İlk süreç 1880’den başlayarak Prusya devlet felsefesinin oluşturduğu Alman İmparatorluğunun Osmanlı topraklarını sömürgeleştirme projesi ile başlamıştır. Britanya’nın Hindistan’a sahip olması örneği gibi, Almanya’nın düşü Osmanlı ülkesinden buna benzer bir koloni yaratmaktı. Almanya’nın amaçlarına karşı var olan en önemli engel 1839 ve 1856 Tanzimat ve Islahat Fermanlarının sınırlı da olsa yaratığı eşitlik ortamı neticesinde gelişen yerli sermaye ve üretim güçleriydi. 1914 yıllında İttihatçı hükümetin yapmış olduğu istatistik çalışmasında da gösterildiği gibi Osmanlı Rumlarının yerel sermaye ve üreten işçi güçüne katkısı %60 olup ikinci sırada %20 payı ile Ermeni Toplumu gelmekteydi. İttihatı Terraki Cemiyetinin iktidara gelmeden önce hazırladığı Anadolu Hıristiyanlarını yok etme planı, 1914-18 Birinci Cihan savaşı süresinde,  Alman metodolojisi ve kolaylaştırıcılığı sayesinde mümkün olmuştur. 1909 yıllından itibaren Filistinden - Yanya’ya kadar uzanan çoğrafyada Rumlara karşı başlatılan sonrasında tüm Hıristiyanları da kapsayan Boykot Harekatı Deustche Bank tarafından finanse edilmiştir. Anadolu’nun en gelişmiş bölgeleri olan Ege, Trakya ve Karadeniz Rumlarının anayurtlarından sürgünü ve ölüm yollarına gönderilerek yok edilmesi, yüz binlerce Osmanlı vatandaşı Gayri-Müslim gençleri için ölüm mekanizması olan Amele taburları fikrini ortaya atan ve yük hayvanı olarak silahsız asker alma sistemi Liman von Sandres ve onlarca Alman subaylarının elinde ve komutasında bulunan Erkan-i Harbiye Reisliği (Genelkurmay başkanlığı) tarafından yürürlüğe konulmuştur.  Bu politikanın neticesinde Anadolu’da savaş 1922’nin sonuna kadar devam etmiş ve insanlık tarihinin en kara lekelerinden olan Nüfus Mübadelesiyle de kovulma ile “taç”lanmıştır. Birinci Cihan savaşından evvel 2.5 milyon Anadolulu Rum Nüfusundan hayatta kalan 1.2 milyon Rum ve Yunanistan’da yaşayan 400.000 Müslüman-Türk zorunlu olarak vatanlarından koparılmıştır. Yunanistan’a sefillik içinde gelen bu Anadolu Rum nüfusu 8 yıl içinde taşıdığı yüksek kültür ve endüstri mirası ile Balkanların en geç kalmış ülkesini çağdaş bir ülkeye çevirmiş olduğu artık herkes tarafından kabul edilmektedir. İnsanlarını ve tüm mülklerini kaybetmiş bu toplumun uğradığı az bilinen haksızlık da, Lozan Antlaşmasının öngördüğü muhacirlerin tazminatının, 1930 yıllında Elefterios Venizelos’un onayladığı Ankara Antlaşması ile silinmesidir. Bu büyük haksızlığın neticeleri 1946-49 yılları arasında soğuk savaşın başındaki Yunanistan iç savaşının temel sebebidir.

Almanya tazminat ödemeli

Alman devletinin Elen halkına yaptığı ikinci saldırı 1941-1945 yılları arasını -Nazi dönemini- kapsar. Faşist İtalya’ya yardıma koşan Naziler, Bulgaristan ve Romanya itifakı ile Yunanistan ve Yugoslavya’ya 1941 yıllı ilkbaharında saldırmış ve 2 ay süren ve Sovyetler Birliğine saldırıyı en az iki ay geçiktiren bir direnişten sonra işgal edebilmiştir. Avrupa’nın Nazi ve Faşist güçlerine karşı kitlesel direnişlerin büyük kısmı Anadolu’dan gelmiş Rum toplumu tarafında gerçekleştirilmiştir. Başkent Atina’nın cevresini oluşturan Yeni İzmir, İznik, Kesariani (Kayseri) , Yeni Alaşehir (Filadefia), Kalitea, Yeni Ionia semtleri, Alman işgaline karşı en azimli direnişi gerçekleştirdiklerinden yıkıcı misillemelere uğramıştır. 1 Mayıs 1944 günü Alman işgal güçleri 200 Kesariani işci gencini kurşuna dizmesi küçük bir örnektir. Yunanistan İkinci Dünya savaşına katılan ülkeler içinde en büyük insan kaybına uğrayan halktır (%13).  1941-42 kışında Alman işgal güçlerinin uyguladığı yiyecek maddelerini yağması ile Atina ve Selanik’te yaratılan açlık, soykırım niteliğini taşımaktadır. İşgal güçlerinin ülkenin altyapısına verdiği zararlar %50 seviyesinde olup, Yunanistan Merkez bankasının altınına el koyması da buna eklenirse Nazi işgalinin neye mal olduğu daha kolay anlaşılabilir. 1946’dan sonra iktidarda bulunan ve tümü “Ne olursa olsun, biz Batı’ya aitiz” prensibine dayanan Yunanistan hükümetleri,  Almanya’nın bu yıkıcılığına  karşı hiç bir zaman Almanya’dan savaş tazminatı talep etmemişler, bu konuyu hiçbir zaman Uluslarası Mahkemelerin gündemine taşımamışlardır. Şu anda söz konusu olan ve ödenmesi istenen 350 milyar Euro “borç” Nazilerin yıkıcılığına karşılık Almanya’dan istenmesi ve Almanya’nın ödemesi gereken savaş tazminatına yakın olduğu son zamanda yapılan çalışmalardan ortaya çıkmaktadır. Bu bakımdan sorun bir gecikmiş adalet sorunudur!

Yukarıda anlatılan sahne daha derindeki tarihsel gerçekleri de ortaya çıkarmaktadır. Son yıllarda Doğu Avrupa ve Orta Doğu coğrafyasında gelişen olaylar, bir kere daha, Batının yeni-sömürgeci güçlerinin ulusal devletleri istikrarsızlaştırarak, çökerterek ve yerel halkları birbirine çatıştırarak çıkarlarını sağlamaya çalıştıklarını açıkça göstermektedir. Bu gerçek hepimiz tarafından anlaşılmalıdır. Ancak halklarımızın arasında barış ve gerçek anlamda dayanışma yeni bir yüz yıl kaybı faciasını önleyebilir.  Aynı zamanda Almanya iktidarlarının İkinci Cihan savaşından sonra gerçekten akıl değiştirmediğini ve Avrupa Birliğinin ne kadar uzak bir rüya olduğunu göstermektedir.

Her ne kadar gelişmeler karamsarlık yaratmakla beraber binlerce yıl aşılmaz medeniyetler yaratmış Elen halkı bu zorlukları da aşayabilecek potansiyele sahip olduğu hiç kimse tarafından unutulmamalıdır.

[email protected]