Alman medyasının Gazze'deki soykırımın meşrulaştırılmasındaki rolü

Dr. Ahmet Bülbül/ Yazar
19.08.2025

Filistinli fotoğrafçı Anas Zayed Fteiha, Bild'in 5 Ağustos tarihinde yayımladığı “Bu Gazze fotoğrafçısı Hamas propagandası yapıyor” başlıklı haberinde hedef alınmıştı. Haberde, Gazze'de gıda krizinin olmadığı ve Hamas'ın insani yardım malzemelerini çalarak düzenli yardım faaliyetlerini engellediği öne sürülerek, Fteiha manipülasyon yapmakla suçlandı ve “gazeteci” unvanı tırnak içine alınarak itibarsızlaştırılmaya çalışıldı.


Alman medyasının Gazze'deki soykırımın meşrulaştırılmasındaki rolü

Dr. Ahmet Bülbül/ Yazar

Gazze'de devam eden savaş, yalnızca sivillerin ve altyapının yok edilmesiyle değil, aynı zamanda hakikatin sistematik biçimde boğulmasıyla da tanımlanıyor. Son olarak Al Jazeera muhabiri Anas el-Şerif'in de aralarında bulunduğu dört gazetecinin İsrail'in doğrudan saldırılarında öldürülmesi, bu gerçeğin çarpıcı bir hatırlatıcısı oldu. Birleşmiş Milletler (BM) ve Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ), el-Şerif'in hayatının tehlikede olduğuna ilişkin önceden uyarılar yapmıştı. Ancak bu cinayetler karşısında Batı basınının önemli bir bölümü, özellikle de Almanya'daki ana akım medya, meslektaşlarını savunmak bir yana, İsrail'in işlediği bu suçları meşrulaştırmaya yöneldi.

Bu durum, yalnızca güncel bir basın etiği sorunu değil; aynı zamanda Almanya'nın İsrail'e koşulsuz desteğinin tarihsel-siyasal temelleriyle ilgili. "Staatsräson" doktrini —yani İsrail'in güvenliğinin Almanya'nın devlet politikası olarak "varoluş nedeni" kabul edilmesi— medya alanında da belirleyici bir kılavuz haline gelmiş durumda. Alman devletinin resmi yayın kuruluşu Deutsche Welle'den Axel Springer medya imparatorluğuna kadar geniş bir yelpazede, haber dili ve içerik seçimi bu siyasi çizgiden sapmıyor. Sonuç: Gazze'de yaşanan soykırımın üzerinin örtülmesi, suçların failinin aklanması ve Alman kamuoyunun sistematik olarak manipüle edilmesi.

Sansür ve tek taraflı haber akışı

Alman medyasında, İsrail'in saldırılarında öldürülen Filistinli sivillerin ve çocukların görüntülerine, hikâyelerine ve tanıklıklarına rastlamak neredeyse imkânsız. İsrail saldırılarında 20 binden fazla çocuğun öldürülmesi gibi devasa bir insani felaket, Spiegel, ZDF ya da Süddeutsche Zeitung gibi büyük yayın organlarının manşetlerinde yer bulmuyor. Oysa farklı bir coğrafyada, farklı bir fail söz konusu olduğunda çok daha küçük ölçekli trajediler dahi haber değeri taşıyor. Bu çifte standart, yalnızca ahlaki değil, aynı zamanda bilgilendirme görevini ihmal anlamına da geliyor.

Alman hükümeti ile ana akım medya, uluslararası bağımsız kuruluşlardan gelen güvenilir verileri görmezden geliyor; haberlerini neredeyse tamamen İsrail devletinin sağladığı bilgiler üzerine inşa ediyor. Böylece Filistinli sesler bütünüyle susturulurken, İsrail propagandasının filtresinden geçmiş bir "gerçeklik" Alman kamuoyuna sunuluyor. Bu, modern bir sosyal mühendislik faaliyeti olarak işlev görüyor.

Sivil hedefleri "meşru" göstermek

Alman ana akım medyasının önyargılı yayıncılığının bir diğer boyutu, İsrail'in sivil altyapıya yönelik saldırılarını meşrulaştırma çabasıdır. Hastaneler, okullar, camiler ve sığınma merkezleri gibi uluslararası hukukta açıkça korunması gereken tesisler, Alman medyasında sık sık "Hamas'ın karargâhı" ya da "teröristlerin saklandığı yer" olarak tanımlanıyor. Bu söylem, tek taraflı olarak İsrail ordusunun açıklamalarına dayanıyor ve çoğu zaman bağımsız kanıtlarla desteklenmiyor.

Deutsche Welle, Bild ve Welt gibi kuruluşlar, İsrail'in El-Şifa Hastanesi veya Gazze'deki okul komplekslerine yönelik saldırılarını aktarırken, haberin merkezine "Hamas'ın burayı kullandığı" iddiasını yerleştiriyor. Ancak ne bu iddiaların doğrulanması için bağımsız bir soruşturma talebi ne de Filistinli tanıkların veya uluslararası gözlemcilerin ifadelerine yer veriliyor. Böylece, uluslararası insancıl hukukta savaş suçu olarak tanımlanan saldırılar, kamuoyuna "meşru askeri operasyon" olarak sunuluyor.

Bu yöntem, İsrail'in sivillere yönelik eylemlerini haklı gösterme stratejisinin bir parçası ve Alman medyası bu söylemi sorgulamadan yeniden üreterek, suçun görünürlüğünü ortadan kaldırıyor. Sonuç olarak Alman kamuoyu, hastane bombalamalarını ya da okul yıkımlarını, "terörle mücadele" çerçevesinde normalleştirilmiş biçimde algılıyor.

Axel Springer ve İsrail yanlısı yayıncılığın kurumsallaşması

Almanya'nın en etkili medya devlerinden Axel Springer SE, İsrail'e koşulsuz desteği kurumsal bir ilke haline getirmiş durumda. Şirketin yayın ilkeleri arasında "İsrail devletinin var olma hakkını savunmak" öncelikli sırada yer alıyor. Bild ve Die Welt gibi ülkenin en yüksek tirajlı gazeteleri, bu çizginin taşıyıcıları konumunda. Springer grubu yalnızca editoryal tutumuyla değil, İsrail'in işgal altındaki Batı Şeria'daki yasadışı yerleşimlerinden ekonomik kazanç sağlaması ile de gündeme geldi.

El-Şerif'in öldürülmesinin hemen ardından Bild, onun fotoğrafını "Gazeteci kılığında terörist öldürüldü" başlığıyla yayınladı. Gelen tepkiler üzerine başlık, "Öldürülen gazetecinin terörist olduğu iddia edildi" şeklinde yumuşatıldı; ancak gazeteciye yönelik karalama etkisi çoktan yaratılmıştı. Daha önce de açlıktan ölmek üzere olan insanların fotoğraflarını çeken Filistinli fotoğrafçı Anas Zayed Fteiha, Bild'in 5 Ağustos tarihinde yayımladığı "Bu Gazze fotoğrafçısı Hamas propagandası yapıyor" başlıklı haberinde hedef alınmıştı. Haberde, Gazze'de gıda krizinin olmadığı ve Hamas'ın insani yardım malzemelerini çalarak düzenli yardım faaliyetlerini engellediği öne sürülerek, Fteiha manipülasyon yapmakla suçlandı ve "gazeteci" unvanı tırnak içine alınarak itibarsızlaştırılmaya çalışıldı. Bu tür haberler kısa sürede İsrail Dışişleri Bakanlığı tarafından uluslararası kamuoyuna "kanıt" olarak servis edildi.

Gazetecilerin hedef haline getirilmesinde medyanın rolü

İsrail'in taktiği, öldürdüğü sivilleri ve gazetecileri önce "terörist" olarak yaftalamak. Bu söylem, onların sivil statülerini ortadan kaldırmayı ve öldürülmelerini meşru göstermeyi amaçlıyor. Alman medyası, bu etiketlemeyi çoğu zaman sorgulamadan yeniden üretiyor. Örneğin Süddeutsche Zeitung, Bild ile birlikte Fteiha hakkında benzer bir haber yaptı; hiçbirinde Filistinli gazetecinin savunmasına yer verilmedi.

Die Tageszeitung gibi sol görüşlü olarak bilinen yayın organları bile bu çerçeveden çıkmıyor. Ocak ayında yayımlanan "Gazeteciler terörist olabilir mi?" başlıklı yazıda, İsrail ordusunun iddialarına dört kez atıfta bulunulmuş, Gazze'den tek bir gazeteciye söz hakkı tanınmamıştı. Bu tür yayınlar, Filistinli gazetecilerin güvenilirliğini zedeleyerek, onları hedef haline getiren söylem altyapısını güçlendiriyor.

Yanlış bilgilerin yayılması ve düzeltme eksikliği

Alman medyasının İsrail-Filistin meselesinde taraflı tutumu yeni değil. Ancak 7 Ekim sonrası dönemde bu önyargılar daha da keskinleşti. "Hamas'ın 40 bebeğin kafasını kestiği" gibi asılsız yalan iddialar hâlâ düzeltilmedi. Bu tür yalan haberler, çatışmanın bağlamını çarpıtarak İsrail'in eylemlerini haklı göstermeye hizmet ediyor.

İsrail ve Netanyahu hükümeti, gerçekleştirmek istediği operasyonları ve benzeri eylemleri meşrulaştırmak amacıyla, öncelikle el altından sahte veya manipüle edilmiş bilgileri Bild gibi Alman gazetelerine servis etmektedir. Bu gazeteler, söz konusu bilgilerin yanlı ve yalan olduğunu bilmelerine rağmen, bunları yayınlamaktadır. Ardından İsrail, bu haberleri kaynak göstererek planladığı eylemleri hayata geçirmek ya da mevcut eylemlerini meşrulaştırmak için kullanmaktadır. Bu süreç, İsrail devleti ile belirli Alman medya organları arasında örtük bir ortaklık ilişkisine işaret etmektedir.

Bild'in Netanyahu'ya destek sağlayan "özel" Hamas belgesi haberi bunun tipik bir örneği. Netanyahu'nun danışmanlarından sızdırılan belge, ateşkes müzakerelerini baltalamak için kullanıldı. Bild, bu belgeyi Hamas'ın savaşı sona erdirmeyi istemediğinin kanıtı olarak sundu; ancak belgenin bağlamı çarpıtılmıştı. Netanyahu ise bu haberi, kendi halkına karşı protestoları itibarsızlaştırmak için kullandı.

Staatsräson ve medya baskısı

Almanya'da "Staatsräson" yalnızca devlet politikası değil, aynı zamanda medya üzerinde ideolojik bir karşılıklı baskı aracına dönüşmüş durumda. Şansölye Friedrich Merz, Gazze'de yaşanan soykırım ve açlıktan ölümler nedeniyle İsrail'e yönelik sözde silah sevkiyatı kısıtlamaları ilan etmesi sebebiyle Bild ve Die Welt başta olmak üzere ana akım medya tarafından hedef alındı. Merz, "Alman değerlerine ihanet" ve "Staatsräson'a karşı gelmek"le suçlandı; adeta vatan haini ilan edildi. Aynı şekilde Bundestag Başkan Vekili ve SPD Milletvekili Aydan Özoğuz'un İsrail'in Aksa Şehitleri Hastanesi'ndeki çadırlara sığınanları vurduğu saldırıda diri diri yanan çocuğun fotoğrafını paylaşıp "işte bu Siyonizm'dir." dediği için tüm siyasi partiler ve ana akım Alman medyası tarafından antisemit olarak suçlanarak, linçe uğramış ve istifası istenmişti. Bu durum, İsrail politikalarında en küçük bir sapmanın dahi medya tarafından hızla cezalandırıldığını gösteriyor.

Gazze'deki görmezden gelinemeyen olaylar artık uluslararası kamuoyunda açıkça "soykırım" olarak tanımlanıyor. Ancak Almanya'da, soykırım geçmişinden ders çıkarma iddiasına rağmen, medya bu suçu görünmez kılmak için seferber olmuş durumda. Yasaların "bir daha asla – nie wieder" sözü, bu tutum karşısında anlamını yitiriyor.

Yasadışı yerleşim politikaları ve kitlesel göç konusunda Nazi dönemini hatırlatan örtmeceler kullanan Alman gazeteciler, İsrail'in Gazze'deki etnik temizlik planlarını aklamakta, normalleştirmekte ve uygulanabilir kılmakta aktif bir rol oynuyor. Bu, yalnızca habercilik değil; doğrudan şiddetin devamına hizmet eden bir propaganda faaliyeti.

Sonuç: Hakikatin boğulması ve tarihe düşecek not

Gazze'de gazetecilerin öldürülmesi, İsrail'in yalnızca insanları değil, gerçeği de hedef aldığını açıkça ortaya koyuyor. İsrail bu gerçeği saklama çabasında değil; aksine, öldürdüğü gazetecileri itibarsızlaştırarak eylemlerini "meşru müdafaa" çerçevesine yerleştiriyor. Alman medyası ise bu sürecin pasif bir aktörü değil; aktif bir yeniden üreticisi konumunda.

Bu soykırımın tarihi yazıldığında, yalnızca İsrail'in yaptığı katliamlar değil, bu katliamların meşrulaştırılmasında rol oynayan medya pratikleri de kayda geçecek. Almanya'nın payı, rahatsız edici derecede büyük olacak. O zaman kimse "görmedik" ya da "bilmiyorduk" diyemeyecek. Çünkü gerçek, sansürlense de bir gün mutlaka ortaya çıkacak ve suçlular cezalandırılacak.