Alman siyasetinin kaderini kim belirleyecek?

Zafer Meşe / SETA Berlin Genel Koordinatörü
7.10.2017

Almanya’nın yeni koalisyon hükümeti ve gelecekteki hükümetlerinin Türkiye ile ilişkilerinde eski Türkiye reflekslerinden arınıp yeni Türkiye’nin milli menfaatlerini de dikkate alarak müşterek çıkarlar zemininde hareket etmesi gerekecektir. Almanya’nın bu yeni denklemi algılama sürecini Türkiye’nin kamu diplomasi araçlarıyla hızlandırması isabetli olacaktır.


Alman siyasetinin kaderini kim belirleyecek?

Genel seçimlerin sonucu itibariyle Alman siyasi parti sistemi şiddetli bir deprem etkisine maruz kalmıştır. Merkez kitle partileri (CDU/CSU ve SPD) ağır mağlubiyete uğramış, SPD genel seçimler baz alındığında tarihinin en kötü, CDU/CSU ise en kötü ikinci sonucunu elde etmiştir. Aşırı sağcı, İslam ve göç karşıtı Almanya için Alternatif Partisi (AfD) ise Federal Meclis’e merkez kitle partilerin ardından üçüncü sıradan girme başarısını göstermiştir. Hür Demokrat Parti FDP, Yeşiller Partisi ve Sol Parti PDS dahil Almanya’da 2. Dünya Savaşı’ndan sonra ilk kez altı parti Federal Meclis’e girmeye hak kazanmıştır. SPD mağlubiyetini kabul edip ana muhalefet görevini üstleneceğini ilan etmiş ve büyük koalisyon hükümetin devam etmeyeceği sinyalini vermiştir. Bununla beraber CDU/CSU’nun dahil olmadığı bir hükümet koalisyonunun mümkün olamayacağı da dikkate alındığında önümüzdeki süreçte Alman siyasetinin kaderini belirleyecek üç farklı senaryo ortaya çıkmaktadır: 

 Jamaika Koalisyonu: CDU/CSU-FDP-Yeşiller (Bu üç partiyi temsil eden renklerin kombinasyonuna atıfla “Jamaika” tabiri kullanılmaktadır)

Azınlık hükümeti opsiyonu: CDU/CSU’nun tek başına veya FDP ile koalisyon ihtimalidir. Federal Almanya tarihinde azınlık hükümetlerine sadece üç defa rastlanmaktadır lakin bu hükümetler genel seçimler sonucu kurulmuş hükümetler değillerdir. Her defasında küçük koalisyon ortağının hükümetten çekilmesiyle kurulmuş ve kısa ömürlü olmuş hükümetlerdir.

Genel seçimlerin tekrarlanması: Bu opsiyonun ise Federal Almanya tarihinde örneği yoktur. Jamaika-koalisyonuna dahil olacak dört partinin birbiriyle çelişen siyasi-ideolojik formasyonu ve programı bu opsiyonun gerçekleşmesini zorlaştıracaktır. Bazı Alman siyaset bilimcilerinin görüşü Jamaika-koalisyon müzakerelerinin başarısız olabileceği ihtimalinin zayıf olmadığı yönündedir. CDU’nun koyu muhafazakar kardeş partisi CSU (Bavyera Eyaleti Partisi) birçok politik başlık ele alındığında (mülteci ve göçmen politikaları, iç güvenlik meselesi) Yeşiller Partisi ile tezat içindedir. Ayrıca Yeşiller ve Liberaller arasında sosyal adalet, emeklilik, çevre ve dış politika alanlarında diyametral pozisyonlar mevcudiyetini korumaktadır. Görünen o ki Jamaika-koalisyon hükümeti opsiyonunda ancak tarafların temel politikalarda özveride bulunması durumunda mutabakat sağlanabilecektir. 2013 yılında yapılan seçimler sonrası CDU/CSU-SPD koalisyon görüşmeleri üç ay sürmüştü. Ancak bu kez koalisyon hükümeti üç değil dört partiden oluşacağından bu sürecin daha da uzayacağı aşikardır. Son değerlendirmelere göre bu sürecin 2018’in ilk aylarına kadar sarkma ihtimali yüksektir.

Parti liderlerinin seçim sonrası açıklamalarından yorumlayabildiğimiz kadarıyla CDU/CSU AfD’ye kaptırdığı seçmenleri geri kazanmak adına daha muhafazakar bir politika (law & order) izleyerek mülteci ve yabancı politikaları alanlarında daha katı ve restriktif duruş sergileyeceğinin sinyallerini vermiştir. SPD ana muhalefet konumunda merkez-sol bloğunu oluşturup merkez-sağ cephesinde gördüğü Jamaika-koalisyon hükümetini (bu koalisyona Yeşiller Partisi’nin dahil olmasına rağmen) siyasi ideolojik rekabet adına zorlayacağını ve aynı zamanda AfD ile mücadele edeceğini ilan etmiştir. Beklenildiği gibi AFD’nin söylemleri şimdiden agresif ve kutuplaştırıcı çizgidedir. AfD, Başbakan Merkel’i hangi koalisyon hükümetinin başında olursa olsun avlayıp hesabını keseceği mesajını vermiştir. Ayrıca AfD Federal Meclisin ilk oturumunda araştırma komisyonu talep ederek Merkel’in yargılanmasını sağlayacağını vurgulamıştır. Anlaşılan o ki, Federal Meclisin yeni yasama döneminde Alman siyasetini hareketli günler beklemektedir. Partiler arası meydan okumalar ve parti içi hesaplaşmalar Almanya’nın siyaset gündemini hayli işgal edecektir.

CDU/CSU liderliğinde bir koalisyon hükümetinin göçmen ve yabancı politikaları çerçevesinde Türk toplumuna uygulayacağı politikaların daha baskıcı olması beklenebilir. Bu bağlamda Alman resmi mercileri, Türk toplumunu “Ya bizdensiniz ya da Türkiye tarafındasınız“ duruşu ile zoraki tercihe sürükleyerek bir tür eritme politikası devreye sokabilir. Yeşiller Partisi Türk devletine karşı beslediği düşmanlıktan dolayı bu tür dogmatik baskıcı uygulamalara muhalefet etmeme eğiliminde olabilir. Yeşiller Partisi, Erdoğan fanatiği olarak algıladığı muhafazakar Türk toplumu bireylerini demokratik kültür terbiyesine tabi tutmada baskıcı uygulamalara başvurmaktan başka çare olmadığı görüşündedir. Bunun bir sonucu olarak kurumsal baskı araçları ile Türkiye eğilimli sivil toplum kuruluşlarının faaliyetleri engellenip hareket alanları kısıtlanabilir. Alman devletinin mali kontrol mekanizmaları bu bağlamda etkili bir araç niteliğindedir. Muhafazakar Türk toplumunun Almanya’daki sivil toplum çalışmalarının her halükarda zorlaşacağı beklenmektedir. Genel seçimlerde Federal Meclise giren 14 Türkiye kökenli milletvekilinin de (önceki seçimde 11 milletvekili Federal Meclise girmişti) sosyalizasyon ve siyasi-ideolojik formasyonlarından ötürü muhafazakar Türk toplumu adına seslerini yükseltmeyeceği varsayılabilir. Buna karşın Türk diasporasının sivil toplum kuruluşları, Almanya’nın renkli tablosu içindeki tamamlayıcı bir mozaik taşı olduğunu mütemadiyen hatırlatmak durumundadır. Bu kuruluşların, Alman kamuoyunda AfD ve ırkçı tabanına karşı oluşan geniş sivil toplum hareketinin içinde yer alması elzemdir.

Türkiye-Almanya ilişkileri

Jamaika-koalisyon hükümeti opsiyonunun gerçekleşmesi durumunda ikili ilişkilerde suların hemen durulacağını beklemek gerçekçi olmayacaktır. Münasebetlerdeki pozitif beklentilerin aksine bu hükümetin dışişleri bakanının Yeşiller Partisi’nden Cem Özdemir olacağı ihtimalini göz önünde bulundurduğumuzda ikili ilişkileri zor günlerin beklediğini söylemek mümkündür. Lakin orta vadede diğer koalisyon ortağı partilerin rasyonel devlet aklıyla hareket eden üyelerinin devreye girmesiyle ilişkilerin müşterek menfaatler üzerine bina edileceği iyimserliğinin korunması gereklidir.  Vefat eden eski Şansölye Helmut Kohl’un kendi siyaset üslubunu tarif eden bir sözü vardır:  Siyaset, uygulanabilir olanın sezgisini gerektirir ve hatta ötekinin kabul edebileceğini de (Politik braucht Gespür für das Machbare, auch für das dem anderen Zumutbare). Türkiye-Almanya ilişkilerinin seyri Kohl’un bu sözleri etrafında tahlil edilebilir. Lakin ilk önce ikili ilişkileri özel kılan faktörleri tekrar hatırlatmakta fayda var. Türkiye ve Almanya  coğrafya, tarih, medeniyet, kültür, etnisite, din, dil konuları bağlamında var olan farklılıklarına rağmen çok boyutlu ve kapsamlı ikili ilişkilere sahiptir. Almanya, Avrupa Birliği bünyesinde ekonomik gücüyle kilit ülke konumundadır; dolayısıyla AB’nin yürürlükte olan politikaları ve yapısal dönüşüm modellerinde etkilidir; bundan dolayı Almanya, Türkiye-AB ilişkilerinin seyrinde belirleyici ülkelerden biridir. Almanya bu gücünü geçmişte mütemadiyen kullanmıştır; Bu güç genelde Türkiye aleyhine (Helmut Kohl, Angela Merkel) bazen de lehine kullanılmıştır (Gerhard Schröder). Almanya’da Türkiye kökenli takriben 3 milyon insan yaşamaktadır. Bu kitle sosyo-kültürel, hukuki, siyasi ve ekonomik boyutları ile toplumsal bir realite olarak zuhur etmektedir. Takriben 6 bin 500 Alman şirketinin Türkiye’de yatırımı mevcuttur; iki ülkenin ticari hacmi 2016 yılında 37,3 Milyar EUR civarında gerçekleşmiştir. Bu temel faktörlerden ötürü ikili ilişkilerin etkileşim mekanizması hassas, bazen duygusal ve dönem dönem krizlere neden olma potansiyeline sahiptir. Örnek verecek olursak: Almanya’nın iç politikadaki yasal uygulamaları ve yaptırımları Türk devletinin/kamuoyunun tepkisine neden olabilmektedir. Mesela Türklere yönelik ayrımcı/ırkçı muamele veya terör örgütlerinin Almanya topraklarında yasadışı faaliyetlerine Alman resmi makamlarınca müsamaha gösterilmesi buna örnek olarak gösterilebilinir. Diğer yandan Türk devletinin terör ile mücadelesinin Alman kamuoyu ve makamlarınca salt insan hakları boyutunda değerlendirilip eleştiriye maruz kalması da bu çerçevede ele alınabilinir. Yani her iki ülkenin ürettiği politikalar ikili ilişkileri mütemadiyen etkileme potansiyeline sahiptir, özellikle bu durum genel seçim dönemlerinde daha belirgin bir hal almaktadır. Bu etkileşim mekanizması ikili ilişkilerin inişli-çıkışlı seyrini 70’li yıllardan beri belirlemiştir. Lakin cevap aramamız gereken neden AK Parti iktidarının 2. hükümet döneminden itibaren ikili ilişkilerde sürekli karşılıklı meydan okumalar ve hesaplaşmaların gittikçe arttığı, son Almanya genel seçimleri süreci ile birlikte bir enkaz yığınına dönüşmüş olduğu sorusudur. Hatta birkaç adım daha ötesinin iki ülkeyi nerdeyse 23.02.1945 tarihine götüreceği algısını ortaya çıkmaktadır. Bu tarihte, yani 2. Dünya Savaşı’nın son günlerinde, Türkiye Almanya’ya (Nazi rejimine) savaş ilan etmişti. Bu kararın o günlerin uluslararası gerekliliklerinden kaynaklandığı da bir gerçektir. Aradığımız cevaba gelecek olursak Türk-Alman ilişkilerinin bu denli kötü olmasının nedenleri yukarıda belirtilmiştir. Lakin ikili ilişkilerin temel sorunu yapısal niteliğindedir.

Asimetriden simetriye

Almanya’nın ikili ilişkilerde Türkiye’ye biçtiği rol değişmemiştir. Bu rolü, Türkiye’nin Batı ülkelerinin jeostratejik ajandası çerçevesinde kendi coğrafyasında küresel hedeflere hizmet eden bir bekçi devlet rolü olarak ifade etmek mümkündür. Lakin Türkiye değişmiş ve kendisine reva görülen bu kullanışlı kart rolünü artık kabul etmeyen bir duruş sergilemeye başlamıştır. AK Parti hükümeti ile birlikte Türkiye milli çıkarlarını uluslararası platformlarda (bölgesel ve küresel) proaktif savunan bir ülkeye dönüşüp İslam ümmetinin maslahatını da gözeten bölge ötesi bir oyun kurucu konumuna gelmiştir. Türk milleti kendi devletini anayasa değişikliği ile yeniden yapılandırıp cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini getirerek Türk devletinin uluslararası konumunun daha da güçlenmesini sağlamıştır. Türkiye bu dönüşümün son fasıllarına yaklaşırken Alman devleti kendisine uluslararası alanda daha kudretli ve etkili bir konum sağlama adına benzer bir dönüşümü başlatmış durumdadır. Almanya’nın bu kararının altında yatan pratik nedenler ABD ile Transatlantik ittifakın zayıflaması ve mülteci sorunu neticesinde AB’nin kurumsal kırılganlığıdır. Almanlar uluslararası ilişkilerde salt ekonomik gücün yeterli olmadığını anlamış durumdadır. Avrupa kıtasını direkt etkileyen bölgesel krizlerin çözüm sürecinde masada oturan aktör olmak adına Almanlar da klasik çek defteri diplomasi stratejisinden ziyade sahada olmaları gerektiği kanaatine varmıştır. Bunu sağlamak adına AB çerçevesinde Almanya-Fransa ekseninde savunma sanayii ve askeri kimliği ve kabiliyeti geliştirme süreci başlatılmıştır. Almanya’nın öncülüğünde AB artık küresel ekonomik ve askeri güç olma hedefi belirlemiştir. Türkiye ile anlaşmazlıklardan biri de burada vuku buluyor. Genelde Türkiye ile ikili ilişkilerde muhatap olan Almanya angaje olacağı bölgelerde (Afrika, Ortadoğu, Kafkasya, Balkanlar, Ortaasya) karşısında Türkiye’yi bazen oyun kurucu olarak bazen de bir ittifakın içerisinde aktör olarak karşısında bulmaktadır. Muhatap olduğu bu yeni Türkiye’nin artık eskiden alışık olduğu uysal ve biat eden konumda olmadığını, bağımsız ve kendi milli çıkarlarını gözeten bir güçlü aktör olduğunu müşahede ediyor lakin bu durumun Almanya tarafından idrak edilip alışılması zaman alacağa benziyor. Bu adaptasyon sürecinin sonunda rasyonel Alman devlet aklı Türkiye’nin rol biçilen bir ülke olmadığını ve aynı göz hizasında ilişkilerin tanzim edilmesi gerektiğini anlayacaktır. Helmut Kohl’un sözlerinden yola çıkarak Almanya’nın yeni koalisyon hükümeti ve gelecekteki hükümetlerinin Türkiye ile ilişkilerinde eski Türkiye reflekslerinden arınıp yeni Türkiye’nin milli menfaatlerini de dikkate alarak müşterek çıkarlar zemininde hareket etmesi gerekecektir. Türkiye’nin Almanya’nın bu yeni denklemi algılama sürecini kamu diplomasi araçlarıyla hızlandırması isabetli olacaktır.

@MeseZafer