Almanya ve Fransa Suriye için dengeleyici kanat

Doç. Dr. Murat Yeşiltaş / Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi
3.11.2018

Ankara açısından İstanbul zirvesinin rasyonalitesi, Rusya karşısında ABD ile anlaşmazlık yaşadığı için Avrupa’yı dengeleyici bir kanat olarak görmesinden ileri geliyor. Moskova’nın İdlib anlaşmasını geçici bir çözüm olarak görmesinden dolayı Türkiye, Avrupa’nın iki önemli oyuncusunu bu anlaşmanın devamı açısından dengeleyici bir etken olarak kullanmak istiyor.


Almanya ve Fransa Suriye için dengeleyici kanat

Geçtiğimiz hafta İstanbul’da toplanan dörtlü zirvenin, Suriye iç savaşını sona erdirecek siyasi bir çözüme ulaşılması noktasında uluslararası kamuoyunun beklentilerini arttırmasına rağmen çözüm için kat edilmesi gereken hala çok uzun bir yol var. Zirve çözüm adına yeni bir paradigma ortaya koymamış olsa da Türkiye, Rusya, Fransa ve Almanya’dan oluşan dört ülkenin ilk defa İstanbul’da bir araya gelmesi oldukça önemli. Ancak dörtlü zirvenin Suriye krizini sona erdirmek için gerekli olan jeopolitik sıklet merkezini oluşturduğunu söylemek için henüz çok erken. Öte yandan Suriye krizinin ne tür bir çok taraflı mekanizmayla siyasi çözüme kavuşacağını söylemek de şimdiden zor. Büyük olasılıkla BM’nin bütün taraflar için makul gözüktüğü de ortada. Ancak BM zeminine taşınabilmesi için Suriye üzerindeki mevcut jeopolitik rekabet ve çatışmanın nihai şeklini alması gerekiyor.

İdlib krizi ve sonrası

Türkiye’nin İstanbul dörtlü zirvesi ile Suriye krizinde kendisini yeniden konumlandırdığı doğru. Bu yeniden konumlandırma, Türkiye’nin Fırat’ın batısında kontrol ettiği alan, İdlib krizini savuşturma konusunda gösterdiği diplomatik ve askeri irade ve ABD ile yavaş ilerlese de Menbiç merkezli yürütülen işbirliği ile birlikte düşünüldüğünde daha yapısal bir çevreye kavuştuğu da söylenebilir. Öte yandan Türkiye’nin Rusya ile Astana zirveleri bağlamında yakaladığı momentum ve Soçi’de varılan İdlib mutabakatının sahada tahmin edilenden daha hızlı bir şekilde sonuç üretmesi zirveye yönelik Almanya ve Fransa’nın asıl ilgisini oluşturuyor. Ancak dörtlü zirvenin Suriye krizini çözmek için hala en ideal dengeyi yansıttığını söylemek için henüz erken.  

Tehdit ve riskler

Bu duruma neden olan birçok faktörün varlığından bahsetmek mümkün. Birincisi, zirvenin dörtlü bir şekilde sürdürülmesine ilişkin kesin bir kararın alınmamış olmaması. Türkiye ve Rusya bu konuda istekli görünseler de Almanya ve Fransa’nın Suriye krizinin çözümü konusunda ne kadar enerji harcayacakları oldukça belirsiz. Enerji harcasalar da bunun krizin çözümünde doğrudan bir kaldıraç rolü oynaması oldukça zor görünüyor. Bunun sebebi ise son derece net. Her iki ülkenin de Suriye krizinden kaynaklanan tehdit ve risklere karşı farklı öncelikleri olmakla birlikte sahada gerçek bir askeri varlık bulundurmamaları.  Bu durum iki ülkenin en büyük dezavantajını oluşturuyor. Bu iki ülke arasında sahada muhaliflerle en yakın teması olan ise Fransa. Bir tarafta siyasi muhalefeti Paris merkezli yeni bir oluşum etrafında toparlamaya çalışan Fransa öte yandan da PYD-YPG eksenli SDG’yi ABD ile birlikte güçlendiren tercihlerde bulunuyor.

Bu durumun Ankara tarafından hiç de hoş karşılanmayacağı aşikar. Almanya’nın mülteci meselesinden mütevellit bir ajandası var ve krizin bu evresinde müdahil olmak gibi bir önceliği bulunmuyor. Öte yandan her iki ülkenin Suriye krizinin sürmesinden kaynaklanacak muhtemel terör riskleri nedeniyle de özellikle İdlib bağlamında zirveyi önemsediği söylenebilir.

Dengeleyeci kanat

Ankara açısından zirvenin sürdürülmesinin rasyonalitesi, Rusya karşısında ABD ile anlaşmazlık yaşadığı için Avrupa’yı dengeleyici bir kanat olarak görmesinden ileri geliyor. Rusya ile İdlib konusunda bir uzlaşıya varsa da Ankara, Moskova’nın İdlib anlaşmasını geçici bir çözüm olarak gördüğünü söylemesinden dolayı Almanya ve Fransa gibi Avrupa’nın iki önemli oyuncusunu bu anlaşmanın devamı açısından dengeleyici bir etken olarak kullanmak istiyor. Moskova açısından ise dörtlü zirvenin mantığı askeri angajmanını meşrulaştıran bir işlev görmesiyle ilgili. Öte yandan Rusya, zirveyi sonuçlarından daha çok Astana sürecinin daha somut bir uluslararası platforma taşınması açısından önemli bir adım olarak ortaya çıkmasından dolayı önemsiyor. Moskova öyle ya da böyle Suriye krizinin derinleşmesinden ve ortaya çıkan insani trajedinin sorumlularından biri. Zirve, Rusya’nın bugüne kadar yürüttüğü stratejinin de meşrulaştırılması anlamına geliyor.  

İkinci önemli husus ise Zirve’nin sonuç bildirgesinde ifade edilen, sorunun askeri yollardan çözülmesi aşamasının geçilmiş olduğunun altının çizilmesi. Bu yaklaşım bir yere kadar doğru kabul edilebilir. Suriye krizinin askeri olarak çözülmesinin imkansıza yakın olduğu anlaşılmakla birlikte askeri çatışma safhasının bittiğini söylemek için hala çok erken. En az dört sektörde askeri çatışmalar ya devam ediyor ya da yeniden patlak verme riski taşıyor. Bunlardan belki de en riskli olan İdlib sahası. Türkiye Soçi sonrası dönemde inisiyatif alarak İdlib’in daha büyük bir soruna dönüşmesinin önüne geçmiş olsa da İdlib’in nihai olarak nasıl dizayn edileceği konusunda bir belirsizlik söz konusu. Belirsizliğe neden olan iki temel unsur var. Birincisi muhalifler arası çatışmanın İdlib içinde yeniden nüksetme ihtimali. İkincisi ise radikal unsurların çözülmesinden ya da elimine edilmesinden sonra rejimin hatta Rusya’nın bu bölgenin Suriye rejimine devredilmesini talep edecek olması. Bu durum da HTŞ gibi oluşumların halen sahada tutunabilmesinin en önemli nedenlerinden biri. İdlib bölgesinde HTŞ’ye yönelik desteğin asıl sebebini de bu dinamik oluşturuyor.

Nitekim, özellikle Moskova’nın İstanbul zirvesi ile hem Ankara’ya hem de Şam’a aynı anda mesaj vermeye çalışması tam da böylesi bir bağlamda ele alınmalı. Ankara’ya zamanlama baskısını sürekli hissettiren Moskova, Şam yönetimine de yalnız değilsin mesajını iletti İstanbul zirvesinde. İkinci çatışma sahası ise Türkiye’nin kontrol ettiği ZDH ve FKH bölgeleri. Bu bölgelerde Türk Silahlı Kuvvetleri ve muhalif unsurlara yönelik PKK saldırıları devam etmekle birlikte bu bölgedeki asıl konu, Türkiye’nin tehdit ortadan kalkana kadar askeri varlığını bulunduracak olması. Cumhurbaşkanı Erdoğan Suriye meselesi barışçıl şekilde sonlanana ve Türkiye için tehdit ortadan kalkana kadar Türkiye’nin bölgede kalacağını açıklaması bunu kanıtlar nitelikte. Öte yandan bu bölgede 70 binden biraz daha fazla silahlı bir muhalif grubun varlığından bahsetmek mümkün. Türkiye Fırat’ın doğu sektöründe PKK varlığını hedef alacak sınır ötesi askeri operasyon hazırlığında; burası söz konusu üçüncü bölge. Eğer Ankara ve Washington arasında bir siyasi uzlaşı söz konusu olmazsa o zaman Türkiye’nin askeri bir hamle yapması kaçınılmaz duruyor. Bu durumun Suriye krizinde yeni bir evrenin oluşmasına neden olacağı oldukça açık. Dördüncü çatışma sektörü ise kapsam açısından geniş olmasa da DEAŞ ile çekirdeğini YPG’nin oluşturduğu SDG arasındaki yaşanıyor. Bu alan ABD’nin YPG’ye daha fazla destek sağlaması anlamına gelir ki bunun Türkiye’nin harekat tarzını etkilemesi de kaçınılmaz.   

Dönüş krizi

Askeri çatışma evresi tam olarak nihayete ermese de İstanbul zirvesinin en önemli yanlarından biri 2254 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararına atıfla ateşkesin ulusal düzeye taşınması gerektiğini tekrar etmiş olması. Özellikle Fransa ve Almanya’nın çatışmasızlık bölgeleri konusuna daha fazla sahip çıkması bu açıdan son derece önemli. İstanbul zirvesi sonrası eğer diplomatik irade daha yapısal bir şekle büründürülebilirse o zaman söz konusu ateşkesin Suriye’nin geneline yaygınlaştırılması ve ardından anayasa yapım sürecine geçilmesi mümkün olabilir. Böylece siyasi geçiş sürecinin yapılandırılmış bir siyasi zemin üzerinde konuşulması ve BM denetimi ve gözetiminde gerçekleşmesi mümkün hale gelebilir. Ancak buradaki en önemli sorunlardan biri, Suriye dışında bulunan mültecilerin hem geri dönüşlerinin hem de siyasi geçiş sürecinde BM denetimindeki seçimlere katılmalarının nasıl sağlanacağı. Geri dönüşlerin tek güvenli olduğu bölgeler şimdilik Türkiye’nin kontrolünde. Dışarıda olan mültecilerin Esad rejiminin kontrolünde bulunan bölgelere dönmek istemediği ise en çok bilinen gerçeklerden biri.

Sonuç olarak İstanbul zirvesinin Suriye krizi için nihai bir platform olduğunu söylemek oldukça zor. ABD öyle ya da böyle Fırat’ın doğusundaki varlığını kalıcı hale getirmek için bu platformun içine eninde sonunda dahil olmak isteyecektir. Ancak Trump yönetiminin ara seçimler sonrası bu meseleye daha fazla eğilmek için yeni bir strateji geliştirmeye de ihtiyacı var. Mevcut strateji ABD’yi daha fazla zor durumda bırakacağı gibi Türkiye’yi kaybetme ihtimalini giderek güçlendiriyor. Bu kayıp Türkiye’ye tek alternatif bırakıyor; Suriye’de askeri olarak daha fazla angaje olmak. Önümüzdeki dönem her iki aktör için de bu nedenle büyük bir test niteliğinde.

@muratyesiltas