Almanya ve Hollanda’da el konulan çocuklar neyimiz olur?

Ercan Şen / Sosyolog
20.04.2013

Resmi görevlilerden gayri resmi yollardan edinilen bilgilere göre sadece Berlin’de yılın ilk çeyreğinde el konulan Türkiye kökenli çocuk sayısı 250 civarında. Rakamlar demokrasi şampiyonu Almanya ve Hollanda toplamında bile yılda 2000 ila 4000 arasında tahmin ediliyor.


Almanya ve Hollanda’da el konulan çocuklar neyimiz olur?

Almancası ‘Jugendamt’, Felemenkçesi yani Hollandacası ‘Jeugdzorg’ olan Gençlik Dairelerine dair meselenin Türk kamuoyunda gündem olması 2009’a rastlar. Bu gündem Türkiye toplumuna göre son derece tuhaf algılanan bir olayla; Azeroğlu ailesinin Hollanda’da yaşadığı dramla meydana gelmişti. Azeroğlu çiftinin çocuklarına Hollanda Gençlik Dairesince ailenin durumu ileri sürülerek el konulmuş ve Hollanda yasalarına göre nikâhları meşru kabul edilen lezbiyen bir çifte koruyucu aile sıfatıyla teslim edilmişti. Çiftin çocuğa bakabilecek ehliyete sahip oldukları savunuluyordu. Hollandalıların son derece rasyonel bir olaymış gibi açıkladıkları bu hadisenin Türkiye’de yankı uyandırmaması düşünülemezdi. Olayın tv kanallarınca Türkiye gündemine taşınmasıyla kamuoyunda önce şaşkınlık sonra kızgınlık meydana gelmişti. (Bu olayla tanışmamızın üzerinden 4, olayın üzerinden 7 yıl geçti ama dram halen sürüyor. Aile çocuklarını kurtarmak için mahkeme mahkeme dolaşıyor)

Hollanda’ya duyulan bu kızgınlığın sebebinin kültürel önyargılar, homofobik tezahürler olduğunu söyleyenler de var. Farklı kültürler deyip işi sonuca bağlamak da mümkün ama hâlâ Avrupalılar arasında da tabiî ki çoğu orta direk olmak üzere homoseksüel evliliklere karşı çıkan devasa bir kitle var. Demek ki bu kültür farklılığı meselesi de bu noktada işe yaramaz bir argüman. Siyasi anlamda bu yabancı muhafazakârların AK Parti muhafazakarlığıyla ilgilerinin olmadığı açık ama konuyu Taraf gazetesinin 1 Nisan 2013 tarihli nüshasında “Koruyucu aile tartışması” makalesinde ele alan Emine Karahocagil Arslaner,  2010’da kurulan -başındaki Başbakanlık ibaresini unutmamak gerek ki daha anlamlı olsun- “Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nın iyi niyetli çabalarına rağmen örneğin bu tartıştığımız konu örneğinde olduğu gibi bazı konular popülizme ve beşeri hırslara kurban edilebiliyor” diyor. Niçin? Çünkü Arslaner’e göre Avrupa’daki Türkler, AK Parti açısından yüksek oy potansiyeline sahip de ondan. Bu yüzden konu popülistçe sömürülüyor diyor Arslaner. Sahiden Gençlik Daireleri meselesinde düçar olanların oranını bir yana bırakalım, meseleden haberdar olan Avrupalı Türklerin oranı 2011’de adı geçen kurumun yaptığı saha araştırmasına göre yüzde 10’u bile bulmuyor; demek ki oy kaygısı argümanı da geçersizmiş.1

Keyfi uygulamanın açmazları 

Makaledeki başlıklara bakalım şimdi de.

1- “İstatistiki bilgiler verilemiyor... Türkiye bu noktada ağırlığını koyarak kesin bir rakam talebinde ısrarcı davranamıyor”. Doğru, bilgiler verilmiyor. 2009’dan beri istenmesine rağmen bilgiler alınamıyor. Resmi görevlilerden gayri resmi yollardan edinilen bilgilere göre sadece Berlin’de yılın ilk çeyreğinde el konulan Türkiye kökenli çocuk sayısı 250 civarında. Rakamlar Almanya ve Hollanda toplamında yılda 2000 ila 4000 arasında tahmin ediliyor. Demokrasi şampiyonları etnik ayrımcılık etiğinin arkasına sığınarak rakamları saklayacaklarına işbirliği yapsalar da beraberce neyi nasıl düzeltiriz sosyal paydasında buluşsak daha etik olmaz mı?

2- “Gençlik Dairelerinin keyfi olarak çocuklara el koydukları kanısı uyandırılıyor. Bir taraftan bu kurumlarda çalışan herkes zan altında bırakılarak kul hakkına giriliyor, öte taraftan da insanlarımız yanlış yönlendiriliyor.” Gençlik dairelerinde çalışanların kim olduğunu tabi ki bilmiyoruz ama bu fiilleri işleyenlerin kurumsal bir kimlik altında genel bir politikayı yürüttükleri aşikar. Kaldı ki bu işleri yanlış yapıyoruz diyerek kamu önünde nedamet getiren bir görevliyi duymadık ama gayri resmi olarak iyi şeyler yapmadıklarını itiraf eden ve söz konusu devletlerden korkan çok  uzman gördük.

İnsanlarımızın yanlış yönlendirildiğinden kasıt söz konusu ülkelerde yükselen protestolar ise aynı dertten muzdarip Rus milletvekilinin Almanya’da düzenlediği protestolara da bakılabilir.

3- “Gençlik dairelerinin çalışma yetkileri ve işleyişi SGB VIII’ de (Sosyal yardım Kanunu) düzenlenmiştir... Devlet işte bu gözetleme ve denetleme görevini gençlik dairelerine vermiştir.” Aynı kanunda önemli olan çocuğun selametidir, çocuğu en iyi gözetecek olanın ailesi olduğu da yazıyor ama uygulamada nedense Türkiye kökenli aileler kötü (?) olduğu için oransal olarak da en çok onların çocuklarına el konuluyor.

4- “Ailelerin gençlik dairelerinden terapi, bilgi ve finansal destek talep etme hakları da vardır.” Evet var fakat talepte bulunup da çocuğunu geçici süreliğine verdikten sonra halen geri alamayan aileler de var. Elini verip kolunu kurtaramadıktan sonra bu kuruma kim güvenebilir. Kaldı ki Alman bilim adamları ve bazı milletvekilleri bile gençlik dairelerinin bu tarz uygulamalarından şikâyetçi. AB Dilekçe Komisyonu’nun birkaç kez Almanya’yı uyardığı da malumunuz olsa gerek. Birleşmiş Milletler’in uyarısı ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ndeki davalarda ayrı bir bahistir. 

Üstelik farklı bir kültüre ait aileye karşı devasa boyutlardaki önyargıların mütemadiyen üretildiği bir ülkeden bahsediyoruz. Öğretmenlerin bu önyargılardan ari olduğunu mu sanıyorsunuz? Almancayı öğrenmede biraz zorlanınca Türk çocuklarının da zihinsel engelli çocukların gittiği “zonderschule”lere öğretmenlerince gönderileceği korkusu hangi Türk ailesinin kabusu değildir ki? 

Keza kültürel aidiyetin kaale alınmamasına bir örnek de Gençlik Dairesi himayesindeki çocukların öz ailelerince sünnet ettirilmesine izin verilmemesidir. Hatırlayın, sünneti yasaklayan kanundan son anda vazgeçmişti Almanya. Meseleyi hijyen ve şiddet faslına indirgeyen bu yaklaşımın Musevileri de etkileyeceğini neden sonra akledebilmişlerdi. Ayrıca bu çocuklara kültürel aidiyetleri gereği helal et sağlanıp sağlanmadığı da tartışmalıdır. Ev ziyaretlerine giden Gençlik Dairesi uzmanlarının evlere ayakkabılarıyla girdikleri, kadınların tokalaşmamalarını yanlış yorumladıkları da başka bir husustur.  

5- “Ayrıca korumaya alınan bir çocuğun aylık maliyeti beş bin avro civarında. Dolayısıyla gençlik daireleri çocukları alma konusunda pek hevesli değiller ve bu yüzden yaşanan ihmallerden dolayı sık sık eleştirilirler.” Kamuda ve özelde yüz bini aşkın kişinin çalıştığı bir sektörden bahsediyoruz. Olayın böyle bir ekonomi-istihdam yönü de var. Konuyla ilgili olarak belediyelerin anlaştığı özel sektörü ve dini yardım örgütlerini de işin içine katarsanız olgunun büyüklüğü daha iyi anlaşılır. 

Başka aile mi yok?  

6- “Mahkeme sadece Gençlik Dairesinin beyanlarına göre karar alamaz. Anne-babayı, çocuğu ve çocuk için atanan bilirkişiyi dinlemek zorundadır.” Doğru. Lakin bilirkişinin de yine Gençlik Dairesinin önerdiği kişilerden oluştuğunu ve hakimlerin de teknik olan bu konuda genellikle bilirkişinin kanaatine uyduğunu biliyor musunuz? Ayrıca bilirkişi ve avukat masraflarının normalüstü olduğunu ve gariban Türk ailelerinin bunu ödeyemediğini de biliyor musunuz? (Azeroğlu çiftinin halen daha süren davasında bugüne kadar 40.000 avro harcandı ve sekiz avukat değişti.) 

7- “Aile mevcut sorunlarını giderdikten sonra çocuğunu geri almak için mahkemeye başvurabilir”. Doğru mahkemeye başvurabilir ama bu konudaki bir davanın kaç yılda sonuçlanacağını söyleyeyim. Ortalama 5-10 yıl sürer bu davalar. Örneğin 3 yaşında tam da temel gelişme çağının başında alınan bir çocuğun 8-10 yaşında koruyucu Alman ailesinden alınarak kendi ailesine verildiğinde o çocuğun durumunu tahayyül edin. Bu durumda olan anne babalar bağırlarına taş basarak yaşıyor Almanya’da ve Hollanda’da. Dertlerinin çaresizlikleriyle muzdarip, bir zamanlar kovuldukları konsolosluk kapılarına bir daha yanaşamadan hem de.

8- “Türk koruyucu aile bulmak geçici çözümdür. Gençlik Daireleri yerine siyasetçilere ve yönetici erkâna Türklerin neden bu kadar mağdur edildiklerinin hesabı sorulmalıdır.” 2009’dan beri Almanlara konuyla ilgili her toplantıda bunlar soruluyor. Gerek heyetlerin karşılıklı gezilerinde gerek Alman-Türk karma uzman toplantılarında. Dergiler, internet siteleri ve gazeteler yayın yapıyor. Türkler konuyla ilgili dernekler kuruyor. En nihayetinde de TBMM İnsan Haklarını İnceleme komisyonu hem bu konuyu Alman siyasilerle konuşmak hem de Münih’deki Neonazi cinayetlerini yürütüldüğü mahkemeye katılmak için Nisan ayında Almanya’ya gidiyor. Fakat Münih’deki mahkemeye katılmak için henüz izin alınamadığını biliyor musunuz? Anlayacağınız Almanlar bu konudaki bir diyalogun pek iç açıcı olmayacağını düşünüyorlar.

Türklerin koruyucu aile olması problemine gelince; yanı başlarındaki İsveç alıkonan çocuğu akrabası veya soydaşı olan aileye vermeyi öncelediğinde sorun olmuyor da niçin Almanya’da sorun oluyor? 

9- “Türk aileleri sadece Türk çocukları için değil, tüm dünya çocukları için koruyucu aile olmalıdırlar. Tüm dünya çocuklarını korumaya var mısınız?” Elbette Arslaner’in bu temennisine katılıyoruz ama önce şu Almanya ve Hollanda’daki problemi halletmeye ne dersiniz? Ne de olsa bu büyük projeye bir yerden başlamak gerekiyor.

[email protected]

1 Lahey’de yaşayan Azeroğlu çifti Arif(14), Halil(11) ve Yunus(7) adını verdikleri üç çocuk sahibi. 2006’da 6 aylıkken bir kaza sonucu annenin pusetteki çocuğunu yere düşürmesinden sonra, ailenin üç çocuğuna el koyan Hollanda Gençlik Dairesi, koruyucu aile olarak çocuklarını lezbiyen çifte vermişti. Verilen hukuk savaşında 2007 Temmuz ayında Arif ve Halil’i Hollandalı lezbiyen ailenin elinden kurtaran Azeroğlu ailesi, küçük Yunus için de hukuk savaşını sürdürüyor.” Star, 16 Mart 2013