Almanya ziyaretinin jeopolitiği

Aydın Enes Seydanlıoğlu / Yazar
29.09.2018

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier’in daveti üzerine dört yıl aradan sonra Berlin’e gerçekleştirdiği ziyaret, Almanya ve Türkiye arasındaki geçmişe dayanan ilişkileri ve iki ülke arasındaki kuvvetli bağları da yeniden gündeme getirdi.


Almanya ziyaretinin jeopolitiği

Bu ziyaret, hiç şüphesiz siyasi, ekonomik, kurumsal, sosyal ve kültürel açılardan ele alınabilir. Zira iki ülkenin sadece uluslararası düzlemde yürütülen temasından öte, iki ülke toplumlarının da artık iç içe geçtiği, kelebek etkisi misali Türkiye’de yürütülen siyasetin Almanya iç politikasına doğrudan etki ettiği, Almanya’daki kültürel bir sorunun Türkiye’de öncelikli gündem olabildiği gibi şeffaflığa ulaşmıştır. İkili münasebetlerdeki küçük hareketler büyük ve öngörülemez sonuçlar doğurabilmektedir. Her iki ülke liderleri tarafından mütemadiyen vurgulanan “özel bağlar”, Almanya’daki toplumun önemli bir unsuru haline gelmiş Türk diasporasıyla ilişkilendirilse de, daha da geçmişe, I.Dünya Savaşı sırasındaki Osmanlı-Alman ittifakına dayandırılabilir. Berlin’in ikiye bölündüğü ve dünya genelinde iki kutuplu bir dünya düzeninin hakim olduğu Soğuk Savaş döneminde de Türkiye’ye Batı’nın güvenliği için kritik bir rol biçilmiştir. Her ne kadar bu iki kutuplu düzen sonlandıktan sonra Türkiye’ye stratejik açıdan ihtiyaç kalmadığı akıllara gelse de, 17 Aralık 2010 tarihinde Tunus’taki Yasemin Devrimi ile başlayan ve akabinde Mısır, Libya, Bahreyn, Yemen ve Suriye’de devam eden Arap Baharı, Türkiye’yi Batı nezdinde gene vazgeçilmez bir stratejik ortak konumuna taşımıştır. Buradan hareketle, bugün hala Suriye’de devam eden savaş, Ortadoğu genelinde yaşanan istikrarsızlık, otorite boşluğundan faydalanarak ortaya çıkan terör örgütleri ve çatışan çıkarlar, hem Türkiye hem Avrupa Birliği ülkelerinin dış politikasında farklı yönelimlere sebep olmuştur. Bu aşamada Türkiye ve Avrupa Birliği’nin stabilizatörü olan Almanya ve Fransa arasındaki ilişki ve beklentilerin de değişmesi kaçınılmazdı.

15 Temmuz sonrası

Bu gibi gelişmelerle ülkelerin dış politik stratejilerinin de benzer kalmadığı düşünüldüğünde, hem Türkiye hem Almanya’daki siyasi, iktisadi, sosyal ve kültürel alanlardaki hareketlenmeler, iki ülkenin iç ve dış politikalarında da zaman zaman gerginliklere sebep olmuştur. Özellikle darbe girişiminin yaşandığı 15 Temmuz’un ardından geçen sürede yaşananlar, ilişkilerin daha önce hiç bu denli kötü olmadığına yorulmuştu. Almanya’da Merkel’in iktidara geldiği 2005 yılı öncesinde, dönemin Şansölyesi Alman Sosyal Demokrat Parti lideri (SPD) Gerhard Schröder’in Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine olan desteği ve Ak Parti’nin iktidara gelmesiyle Başbakan Erdoğan’ı Alman iç siyasetinde her platformda desteklemesi yadsınamaz. Ancak Hıristiyan Demokrat Birliği (CDU/CSU)’nin iktidara gelmesi ile Şansölye Merkel’in Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine karşı olduğunu açıkça dile getirdikten sonra “imtiyazlı ortaklık” teklifi, Türkiye’nin o güne kadar Birlik üyeliği konusundaki gözle görülür çabalarına ket vurmuştur. Bununla birlikte son yıllarda Türkiye´nin Güneydoğu’da terör örgütü PKK’ya yönelik operasyonları, Türkiye’nin yeni güvenlik politikaları ve stratejisiyle Irak ve Suriye’yi de kapsayan geniş bir alana yayılmıştır. Alman Federal Anayasayı Koruma Teşkilatı raporlarında da açıkça yazılı olmasına rağmen terör örgütü PKK’nın yıllardır Almanya’da paravan örgütleri aracılığıyla örgüte terörist devşirdiği ve finansal destek sağladığı Almanya-Türkiye arasındaki görüşmelerde her zaman dile getirilmiş ve bir sonuç alınamamıştır. İlişkilerin üst seviyede bozulduğu diğer husus da 2016 Nisan’da Alman Parlamentosu’nda oylamaya sunulan ve kabul edilen sözde “Ermeni Soykırımı” önergesi oldu.

Türkiye’nin Almanya büyükelçisini geri çekmesiyle sonuçlanan olayda Merkel’in meclisteki oylamaya katılmamış olması, Ankara’yı sakinleştirmedi. Alman parlamenterlerin İncirlik Üssü’ndeki Alman askerleri ziyaret talebi, Türk hükümeti tarafından engellendi. Ardından Merkel’in parlamentodaki söz konusu kararın iktidarı bağlamadığını açıklamasıyla Almanya tarafından olumlu bir adım atılmış oldu. Buna rağmen dış politikadaki geleneksel partnerimiz Almanya, 15 Temmuz’da ordu başta olmak üzere devlet kurumlarına teröristlerini sızdırarak sivilleri öldürmek pahasına ülke yönetimini ele geçirmek isteyen FETÖ ile mücadelede de Türkiye’yi hayal kırıklığına uğrattı. Son olarak Türkiye’de parlamenter krizlerin son bulması için yönetim şeklinde ihtiyaç görülen değişikliğin gerçekleştirilmesi adına 16 Nisan 2017’de yapılan Anayasa değişikliği referandumu da Almanya’da Türkiye ve Erdoğan karşıtı çevrede iyi karşılanmamış ve medya başta olmak üzere birçok platformda propagandalar yürütülmüştü. Geride bıraktığımız bütün bu gerginliklere rağmen Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin ilk devlet başkanı sıfatıyla, Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier tarafından kırmızı halıda karşılandı.

Özellikle ABD’de Trump’ın başkan seçilmesiyle ve siyasi ferasetsizliği neticesinde uyguladığı politikaların dünya siyasal ve ekonomik hayatını yeniden şekilleneceği şu günlerde, Türkiye’nin Berlin ziyareti, ortak çıkarlar bağlamında yeniden karşılıklı adımların atılması noktasında son derece önemlidir. ABD yönetiminin tehditvari üslubuna maruz kalan ve cezalandırma siyasetiyle muamele gören Almanya, Rusya ve Türkiye gibi ülkelere uygulanan ekonomik sınırlamalar, transatlantik ittifakta çatlak oluştuğunu ve ABD yönetiminin yeni bir düzen hedeflediğini gösteriyor. Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas’ın “Trump’ın seçilmesinin ardından da her şeyin eskisi gibi olacağını düşünmek yanlış bir tahmindir. Transatlantik ilişkilerde yapısal dönüşümler söz konusu ve biz, stratejik olarak buna göre hareket etmeliyiz” mesajı da bunu kanıtlar niteliktedir. Trump’ın ekonomik saldırılarının altında, Almanya ve Rusya’yı dengeleme çabasının yattığı ortadadır. Bu noktada 2. Dünya Savaşı’ndan sonraki Amerika’nın dış politikasında etkili olan bir isim, Nicholas Spykman’ın “kenar kuşak (Rimland) teorisi” devreye giriyor. Çünkü Spykman’a göre, “Kenar kuşak ülkelerine hakim olan Avrasya’ya hükmeder, Avrasya’ya hükmeden ise dünyanın kaderini kontrol eder”. Spykman’ın kenar kuşak ülkeleri ise, Batı Avrupa’dan başlayıp, Türkiye, Irak, İran, Pakistan, Afganistan, Hindistan, Çin ve Kore’yi de içine almaktadır. ABD, bu ülkelerde kendisi dışında başka bir gücün hakimiyetini ulusal güvenliğine bir tehdit olarak algılamaktadır. Özetle ABD´nin bu ülkeleri kontrol etme çabaları, ambargo uygulamaları bu politikanın bir sonucu olarak temayüz etmektedir. Almanya Türkiye yakınlaşması ise bu sisteme karşı bir ortak hareket çabası olarak görülebilir. Bu açıdan düşünüldüğünde Almanya ve Rusya’nın yakınlaşması, Amerika’nın kenar kuşak ülkeleri üzerindeki manevrasını daraltacak bir durumdur. Üstelik Almanya’nın Rusya’dan sıvılaştırılmış gaz almak için “Kuzey Akım-2” anlaşmasına imza atmış olması ABD nezdinde tehdidi giderek büyütmektedir. Bu parçalar birleştirildiğinde Almanya ve Türkiye ilişkilerinin yeniden canlandırılmasının ve iki ülkenin hem uluslararası siyasette hem de ekonomik sahada birbirini desteklemesinin, uluslararası sistemin anarşik düzeninde sürekli güç vurgusu yapan Trump’a karşı caydırıcı bir hamle olacağı söylenebilir. Suriye’de devam eden savaş ve neticesinde dramatik boyutlara ulaşan mülteci meselesi, Almanya’ya ülkesinin güvenliği için Türkiye’ye ihtiyaç duyduğunu bir kez daha hatırlatmıştı. Mart 2016’da imzalanan mülteci anlaşmasıyla, karşılıklı bağımlılık ilkesi ve iki ülkenin birbiri için vazgeçilmez olduğu tasdiklenmişti. Türkiye’nin güvenliği amacıyla uluslararası hukuk çerçevesinde Suriye’de yürüttüğü başarılı Fırat Kalkanı Operasyonu ve Zeytin Dalı Operasyonu neticesinde 200 bin Suriyelinin terör örgütlerinden temizlenen bölgelere güvenli şekilde geri dönmelerinin sağlanması, İdlib’te olası bir çatışmayla oluşabilecek yeni bir göç dalgasının önüne geçilmek için Rusya’yla yapılan anlaşma, mülteci krizinin engellenmesi konusunda Almanya’nın her defasında Türkiye’ye güvenebileceğini gösterdi. Almanya, Rusya ve Amerika eksenindeki son gelişmeler de Almanya’nın sadece askeri güvenlik konusunda değil, aynı zamanda ekonomi güvenliği konusunda da Türkiye’ye ihtiyacı olduğunu ortaya koymuştur. Bu sebeple Erdoğan’ın Almanya ziyareti, Dünya siyasetinde yeni bir başlangıç olabilir. Alman basını her ne kadar sadece Türkiye’de tutuklu olan Alman vatandaşları konusunu ön planda tutmaya çalışsa da Konrad Adenauer Vakfı’nın Türkiye Başkanı Sven Irmer´in, ziyaretin bu konuya indirgenmemesi gerektiği ve terörle mücadele, Suriye´ye insani yardım, ekonomi gibi önemli konuların gündemde olduğu yönündeki açıklamaları, münasebetlerde dünya siyaseti bağlamında köklü değişiklikleri müşahade edebileceğimiz bir döneme girildiğine işaret etmektedir.

Artan aşırı sağ şiddet

Yine de Alman muhataplarla gerçekleşen diplomatik görüşmelerde Türkiye, hem ülke içinde hem ülke dışında güçlü bir azimle mücadele ettiği ve kırmızı çizgisi olan FETÖ, PKK/PYD, D-HKPC teröristlerinin cezalandırılması ve/veya iadesi konusundaki hassasiyetini de dile getirdi. Berlin’den empati kurması ve sağduyulu davranması ve söz konusu terör örgütü üyelerine faaliyet alanı bırakılmaması beklentisi öncelikli gündem oldu. Bir takım medya kuruluşlarının terörü legal zemine çekme gayreti, tarafsız ve iyi niyetli gazetecilik anlamına gelmiyor. Aksine, yarım asrı geçkin süredir Almanya’da yaşayan Türk diasporasının kamusal alanda güvenliklerini tehlikeye sokarken, aynı zamanda onları Alman toplumuyla da karşı karşıya getiriyor. Oysa Almanya’da yaşayan Türklerin, Almanya devletine ve toplumuna bağlılıkları inkar edilemeyecek bir gerçektir. Öte yandan onların Türkiye ile kültürel bağları da Almanya’da tartışmaya açık olmamalıdır. Son yıllarda artan aşırı sağ şiddetin mağdurlarından olmaları, Türk dernek ve ibadethanelere gerçekleştirilen saldırılar ve aşırı sağcı siyasi partilerin söylemleri temelinde artan İslamofobi de yine Alman siyasetçilerle temaslarda üzerinde durulan başka bir konudur. Almanya’nın iç politikasında bu türden anti demokratik eylemlerle mücadele edebilmesi de hiç şüphesiz Türk-İslam ülkeleriyle ilişkisini güçlendirmesiyle mümkün olacaktır. Almanya ve Türkiye arasındaki özel bağların birincil halkası olan Türk diasporası, her iki ülke için de bir renk ve zenginliktir.

Gerçekte tüm dünya ülkelerinin zor bir süreçten geçtiği bu dönemde, Almanya ve Türkiye ilişkilerinin karşılıklı yeniden rasyonel bir düzleme çekilmesi, diğer taraftan Türkiye’nin Avrupa Birliği ile temasını da güçlendirecektir. Son kertede Almanya ziyaretini, Birliğin Berlin hükümeti öncülüğünde Türkiye’ye geri dönüşü olarak okumak mümkündür.

@EESeydanlioglu