Almanya’da bir asimilasyon kamuflajı olarak ‘öncü kültür’ tartışmaları

Aydın Enes Seydanlıoğlu / UETD Yönetim Kurulu Üyesi
10.06.2017

Alman filozof Jürgen Habermas’ın da işaret ettiği gibi Alman anayasasının liberal yorumuna göre bir Alman öncü kültürünün yayılması mümkün değildir. Liberal bir anayasa ülkede var olan çoğunluk kültürüne rağmen farklılıkların temayüz edeceği bir ortamı sağlamalıdır.


Almanya’da bir asimilasyon kamuflajı olarak ‘öncü kültür’ tartışmaları

Avrupa’da son 50 yılda varlık gösteren ve özellikle 80´li yıllar sonrasında kamusal alanda görünür hale gelen Müslümanlar, Avrupa kamuoyunda belli tartışmaların oluşmasına alan açtı. Müslüman varlığının tahrik ettiği endişe, Avrupalı bazı siyasi sorumluları, göçmenlerin entegrasyonu için gereken şartları saptamak amacıyla kendi kültürlerinin ve ulusal kimliklerinin kurucu ve belirleyici özelliklerini tanımlamaya itti1. Bu bağlamda Almanya’nın İslamlaşması ve yabancılaşması korkusuna karşı, bir ‘öncü kültür’ü (Leitkultur) toplumda hakim kılma söylemleri ve tartışmaları gündeme gelmeye başladı. Özellikle son yıllarda yükselen aşırı sağ eğilimler de dikkate alındığında söz konusu tartışmanın seçim dönemlerinde daha fazla gündeme gelmesi dikkatleri celbetmeye başladı.

Öncü kültür kavramı, Avrupa değerlerine dayalı bir toplumsal mutabakat olarak açıklanabilecek, Suriyeli-Alman siyaset bilimci Bassam Tibi tarafından gündeme getirilip siyaset bilimi tartışmalarında kullanılmaya başlanan bir terimdir. Tibi Müslümanların Avrupa modernliğinin temelleri olan değerleri kabullenmelerini, Avrupa’ya aidiyetlerinin bir önkoşulu olarak görmektedir. Bunu müteakiben 2000 yılında Hristiyan Demokrat Partili Milletvekili Friedrich Merz´in bir konuşmasında kullandığı ve parti programında gündeme alınması istenen (fakat parti programına girmeyen) bu kavram, artık göç ve göçmenlerin entegrasyonu konuları ile ilgili siyasi tartışmalarda çok kültürlülüğün karşı bir nosyonu olarak kullanılmaktadır.

Federal Meclis Başkanı Hristiyan Demokrat Partili Norbert Lammert 2005 yılında Die Zeit Gazetesi’ne vermiş olduğu bir mülakatta öncü kültür tartışmasının erken bitirildiğini ifade etmiş ve daha sonra Die Welt gazetesinde yayınlanan yazısında “Çeşitli ulusal kimlikleri koruyan ve bununla birlikte kolektif bir kimlik inşa etmek durumunda olan bir Avrupa’nın, bir siyasi ‘anafikir´e ihtiyacı vardır. Böyle bir Avrupai anafikir mutlaka dini gelenekler, ortak tarih ve ortak kültürel kökler ile illintilidir” şeklinde görüşlerini kaleme almıştı. Yani Lammert’e göre salt Anayasal sadakat ve kurallara uymak Almanya’da uyumlu yaşam ve entegrasyon için yeterli kriter değildir, Batı geleneğini oluşturan (dini, kültürel ve tarihi) unsurların ortaya koyduğu paradigmanın özümsenmesi gerekmektedir.

Asimilasyon kavramı, Almanya´nın tarihsel arkaplanı dolayısıyla alenen zikredilemediği için, politikacılar bu bağlamda öncü kültür kavramını asimilasyona bir alternatif olarak dile getirmekte. 2016 senesinde göçmen karşıtı söylemleri ile bilinen aşırı sağcı Almanya için Alternatif Partisi (AfD) bu motivasyon ile öncü kültür kavramını parti programına almıştır.

‘Biz burka değiliz’

Son olarak ise geçtiğimiz haftalarda “Biz burka değiliz” popülist manşetiyle gördüğümüz Almanya İçişleri Bakanı Thomas de Maizière’in Bild gazetesinde yazdığı makaleyle “öncü kültür” tartışması tekrar gündeme geldi. 10 maddelik bir teze yer verilerek kaleme alınan yazı, içindeki dışlayıcı unsurlardan ziyade banal karakteri nedeniyle birçok eleştiri aldı. Thomas de Maizière öncü kültüre çizdiği çerçevede el sıkışma olayı gibi basit ve popülist konulara vurguda bulundu. Makalede toplumsal davranışlara değinen İçişleri Bakanı, “Bizler ismimizi söyleriz. Bizler karşımızdakine elimizi uzatırız. Biz açık bir toplumuz, yüzümüzü gösteririz. Biz burka değiliz” ifadelerini kullandı.

Kültürel essensiyalist bir tutumu ön planda tutan bu tip öncü kültür söylemleri, Alman ulusal kimliğinin ölçü haline getirildiği bir tavır ile gündeme geliyor. Siyasi söylemde bütünleştirici bir paradigma olmaktan ziyade, ötekileştirici, ayrıştırıcı, farklılığı yok sayan ve hadd-i zatında asimilasyonu hedefleyen bir tavır olarak beliriyor. Zira öncü kültür kavramı diğer kültürleri, absorbe edip yok etmek istiyor. Örneğin vegan yada vejeteryan olarak hayvansal içerik barındıran besinleri yememek bir sorun teşkil etmiyorken, dini gerekçelerle bu ürünleri tüketmiyor olmak kamusal alanda küçümsenmeye ve aşağılanmaya neden olabiliyor. Yani dini ya da kültürel gerekçelerle yapmayı reddetiğiniz pratikler ve gelenekler küçümsenip yok sayılırken, aynı uygulamaları başka nedenlerle temellendirerek yapmak bir problem olarak görülmüyor.

Hristiyan Demokrat Parti (CDU) 50´li yıllarda kendi içerisinde temsil ettiği değerleri ve bu değerlerin ne olduğunu açıklarken, kendisini toplumun ortak değerler manzumesinin yegane (Wertekonsens) savunucusu olarak tanımlıyordu. Bu değerler manzumesi özetle Hristiyanlık temelli bir insan prototipini ve yine Hristiyanlık temelli muhafazakar aile tasavvurunu hakim kılmayı hedefliyordu. Hristiyan Demokratlara göre bu değerler öncelikliydi ve bütün toplum buna bir şekilde uymalıydı. Bu değerler mutabakatı, bugün öncü kültür olarak bu kesim tarafından yeniden gündeme getiriliyor. Oysa sosyal demokratlar ve diğer politik aktörler bu değerler manzumesini kabul etmemekte ve daha farklı bir çizgide durmaktadır. Sosyal demokratlar bir değerler birliğinden ziyade, değerler çoğulculuğu (Wertepluralismus) çizgisindedir. Sosyal demokratlarda bir öncü kültür ya da Hıristiyanlık temelli bir insan tasavvurundan ziyade farklılıklara alan açan bir görüş hakimdir. Yani Alman toplumunda öncü kültür ile ilgili bir mutabakat söz konusu değildir ve toplumun önemli bir kesiminin bu konudaki duruşu daha farklıdır. Her ne kadar öncü kültür kavramı Alman toplumunun bir görüşü gibi yansıtılıyorsa da bu aslında Hıristiyan Demokrat Parti’nin bir görüşüdür. Diğer siyasi aktörler öncü kültür´ün toplumda hakim kılınması noktasında mutabık değildir.

Tek problemli kitle algısı

Fakat Hristiyan Demokratlar öncü kültürü toplumun genel görüşü gibi lanse edip, Alman toplumu içinde olan bir tartışmayı göçmenler üzerinden gündeme getirmektedir. Bu şekilde kendi değerlerini bir devlet politikası gibi gösterip, kendilerine göçmenler üzerinden bir meşruiyet alanı sağlamaya çalışıyorlar. Ayrıca Alman toplumunun homojen olduğunu, kendi içindeki meseleleri bitirdiği algısını oluşturup göçmenlerin tek problemli kitle olduğuna işaret etmeye çalışıyorlar. Kurgulanan bu ön algı ile göçmenlerin topluma intibak etmesi için böyle bir paradigmaya ihtiyaç duyulduğu söylemleri geliştiriliyor.

Günün sonunda Almanya’da ne göçmenler ne de toplumun diğer kesimleri Anayasa ve kanunlara uymanın ötesinde birilerinin ideolojik eğilimlerini kabullenmek zorunda değil. Almanya’da  anayasa temelli bir toplumsal kabul ve intibak, bütün muhafazakar siyasi partilerin kendi gelenekleri ile bağlantılı değerlerinin üzerindedir. Alman filozof Habermas’ın da işaret ettiği gibi Alman anayasasının liberal yorumuna göre bir Alman öncü kültürünün yayılması mümkün değildir. Liberal bir anayasa ülkede var olan çoğunluk kültürüne rağmen farklılıkların temayüz edeceği bir ortamı sağlamalıdır.

[email protected]

1 Gündelik Yaşamda Avrupalı Müslümanlar/ Nilüfer Göle