Almanya'da hükümet görüşmeleri ve koalisyon krizi

Aydın Enes Seydanlıoğlu / Yazar
25.11.2017

Merkel işbirliği yaptığı bütün partileri kendi potasında eriten ve bu partilerin taleplerini kendi ajandası doğrultusunda hizaya getirmekte mahir bir siyasetçi olduğunu ispatlamıştır. SPD, FDP ve CSU örneklerinde de görülebileceği gibi bu durum, partilerin Merkel ile olan koalisyon sonrası sabit oylarını kaybetmelerine yol açmaktadır.


Almanya'da hükümet görüşmeleri ve koalisyon krizi

24 Eylül’deki Federal Parlamento seçimlerinden sonra ortaya çıkan sonuç Almanya siyasetini zorlu bir sürecin beklediğinin işaretlerini veriyordu. Altı siyasi partinin meclise girmesi ve 709 sandalyeli bir parlementonun oluşması, federal meclis tarihinde bir ilk olarak karşımıza çıktı. 

Meclis aritmetiğine göre iki koalisyon ihtimali söz konusuydu. Bu ihtimallerin birincisi Hristiyan Demokrat Birlik (CDU/CSU) ile Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) ‘büyük koalis-yon’u geçmiş dönemde olduğu gibi sürdürmeleri olasılığıydı. Diğer koalisyon ihtimali ise Hristiyan Demokrat Birlik (CDU/CSU), Hür Demokrat Parti (FDP) ve Yeşiller Partisi (B´90/Die Grünen) arasında üçlü bir koalisyon hükümeti kurulması olasılığı şeklinde gündeme geldi.

Ağır bir yenilgi alan ve bundan önceki dönemde büyük koalisyon hükümetinin ortağı olan SPD’nin ana muhalefet partisi olarak kalmak istediklerini açıklamalarının ardından ikinci ihtimal -Hristiyan Demokratlar, Hür Demokratlar ve Yeşilleri temsil eden renklerin kombinasyonuna atıfla- “Jamaika” koalisyonuydu. Ancak partiler arasındaki görüş ayrılıklarının çok fazla olması, taraflar arasında haftalardır süren koalisyon görüşmelerinin başarısızlık ile sonuçlanmasına neden oldu. Partiler, göçmenler, iklim koruma politikaları ve AB-Euro Bölgesi politikaları üzerinde uzlaşı sağlayamadı. FDP lideri Christian Lindner´in “Üzerinde uzlaştığımız konular bile yeniden tartışılmaya başlandı” açıklamaları partiler arasındaki büyük görüş ayrılıklarının bir ifadesi olarak yorumlandı. FDP 2009 genel seçimlerinde yüzde 15 oy alarak II. Merkel Kabinesi olarak adlandırılan dönemde hükümet ortağı olmuştur. Bunun akabinde 2013 genel seçimlerinde hükümet ortağı olan FDP, seçim barajını aşamayarak ve yüzde 4,7 oranıyla tarihinin en düşük oyunu almıştır. FDP, bireysel hak ve özgürlükler prensibi üzerine siyaset yapan bir partidir. Geçmiş dönemde olduğu gibi vaatlerinden ve söylemlerinden taviz verip hükümet ortağı olmasının bu partiyi gelecek dönem tekrar baraj altına itebileceği kaygısı da FDP lideri Lindner’in masadan kalkmasında önemli bir etkendir. Lindner, Merkel’in FDP’yi liberal politikalardan uzaklaştıracağı tehlikesini göz önünde bulundurarak koalis-yon görüşmelerini sonlandırmıştır. Bu bağlamda Hür Demokrat Parti’nin koalisyon görüşmelerinden çekilmesi kendi içerisinde çok tutarlı bir tavır olmuştur.

Köklere dönüş kararı

SPD’nin ‘büyük koalisyon’a kapıları kapatması ve muhalefette kalacağını açıklaması da benzer kaygılar ile temellendirilebilir. SPD’nin bundan önceki dönem büyük koalisyonda yer alıp (CDU/CSU ve SPD) kendi temel politikalarından sapması ve tavizler vermesi Sosyal demokratların tarihindeki en büyük oy kaybını yaşamasına yol açmıştır. SPD’nin 2013 genel seçimlerinde zenginlere daha fazla vergi öngören ve sosyal adalet vurgusu yaptığı vaatlerini hükümet ortağı olduğu dönemde yerine getirememesi bu duruma önemli bir örnek. Martin Schulz’un ana muhalefet görevini üstleneceğini açıklaması partinin bundan sonraki dönemde köklerine dönerek, temel paradigmaları doğrultusunda siyaset yapacağını göstermek-tedir. 24 Eylül’de yapılan genel seçimlerde tarihinin en kötü oyunu alan ve 2017 yılı içinde yapılan bütün eyalet seçimlerinde oy kaybına uğrayan SPD, genel seçimlerin hemen ardından Aşağı Saksonya eyaletinde yapılan seçimlerin galibi oldu. Kazanılan bu zafer SPD’nin büyük koalisyona dahil olmayarak temel söylemlerine geri dönüşün doğru bir karar olduğunu gösterdi. Bu seçim sonucu SPD’nin yeni yol haritası bağlamında elde ettiği ilk meyve olarak görülebilir. Seçmen SPD’nin bu kararını Aşağı Saksonya eyalet seçiminde ödüllendirmiştir.

Başarısızlık ile sonuçlanan “Jamaika” koalisyonu görüşmelerinin diğer bileşeni olan CSU da incelenmesi gereken önemli bir aktördür. CDU’nun kardeş partisi olan CSU, güney-deki Bavyera eyâletinde faaliyet göstermektedir. Göçmenler, kimlik politikaları ve mülteci politikaları gibi birçok konuda Hristiyan Demokratlar’dan daha muhafazakâr bir çizgiye sahiptir. CSU bu duruşu ile aşırı sağ oyları kendi bünyesinde toplayabilmekteydi. CSU da hem SPD hem de FDP gibi Merkel’in merkezci politikalarının verdiği zararlardan nasibini almıştır. Merkel, CSU lideri ve Bavyera Eyaleti Başbakanı Horst Seehofer’i koalisyonları döneminde birçok alanda domine etmeyi başarmış ve CSU’nun temsil ettiği sağ politikaları merkez çizgisine getirmiştir. Bu durum aşırı sağcı Almanya için Alternatif Partisi’ne (AfD) önemli bir alan açmış ve AfD, CSU’dan önemli ölçüde oy devşirmiştir. Seehofer’in muhafa-zakar söylemlerinde ve Hristiyan Birlik Partileri içerisinde Merkel’e karşı bir direnç gösteremeyişi, partisi içinde kendisine karşı ciddi bir muhalefet oluşturmuştur. Bavyera Eyaleti Maliye Bakanı Markus Söder partisi CSU’nun mülteci politikaları ve iç güvenlik meseleleriyle ilgili söylemlerinin CDU/CSU ittifakında ve Merkel nezdinde hiçbir karşılığı olmadığı gerekçesiy-le Horst Seehofer’e muhalefet etmektedir.

Erken seçim ihtimali

Bu yönüyle “Jamaika” koalisyonu görüşmelerinin başarılı olmayışı, daha fazla mülteci alınması gerektiğini savunan Yeşiller Partisi ile olabilecek muhtemel koalisyonun gerçekleşmemesinin önünü kapatmıştır. Bu durum, 2018 sonbaharında olacak Bavyera Eyalet Parlementosu seçiminde mülteci politikaları ile ilgili sert söylemleri olan CSU partisine nefes aldırmıştır. Önümüzdeki süreçte CSU, genel seçimlerde AfD’ye kaptırdığı oyları eyalet seçimlerinde kurtarabilmek için göçmen politikaları, mülteci politkaları ve iç güvenlik konularında daha sert söylemler geliştirecektir.

Özetle Merkel işbirliği yaptığı bütün partileri kendi potasında eriten ve bu partilerin taleplerini kendi ajandası doğrultusunda hizaya getirmekte mahir bir siyasetçi olduğunu ispatla-mıştır. SPD, FDP ve CSU örneklerinde de görülebileceği gibi bu durum, partilerin Merkel ile olan koalisyon sonrası sabit oylarını kaybetmelerine yol açmaktadır. Partilerinin farklı duruşlarının mücadelesini göremeyen seçmenler bu sebeple uç partilere yönelmektedir. Dolayısıyla bütün siyasi aktörlerin Merkel ile koalisyon konusunda dikkatli hareket etme eğiliminde olduğunu söylemek mümkündür.

Koalisyon görüşmelerinin tıkanmasının ardından Alman Anayasasının Federal Başbakan’ın seçimi ve Federal Meclis’in feshi konulu 63. Maddesine göre Almanya Cumhurbaşka-nı’nın başbakanlık için bir aday teklif etmesi ve önerilen adayın parlementoda salt çoğunluğun onayını alması gerekiyor. Bunun gerçekleşmemesi durumunda Federal Meclis 14 gün içinde yine salt çoğunluğun onayını alabilecek bir başbakan seçebilir. Bu sürede de bir sonuç elde edilmediği takdirde adaylar arasında en fazla oyu alan isim başbakan olur. Bu aşamada Cumhurbaşkanı, seçilen kişiyi ya azınlık hükümetinin başbakanı olarak atar ya da parlamentoyu fesheder. Parlementonun fesehdilmesi durumunda ise 60 gün içinde seçime gidilir. Mevcut durumda azınlık hükümetinin kurulma ve yürüme olasılığı çok zayıf olduğundan erken seçim Almanya önündeki en kuvvetli ihtimal olarak öne çıkmaktadır. Her ne kadar Sosyal Demokrat Parti (SPD), Eylül ayındaki seçimlerden bu yana muhalefette kalma yönünde bir tavır sergiliyor olsa da Cumhurbaşkanı Steinmeier’ın SPD üzerindeki etkisi göz önünde bulundurulduğunda SPD ve CDU/CSU partilerinin içinde yer alacağı bir büyük koalisyon ihtimalinin hala az da olsa varolduğunu söylemek mümkündür.

@EESeydanlioglu