Almanya’da siyasal fragmantasyon dönemi

Dr. Yaşar Aydın / Evangelische Hochschule Hamburg
30.09.2017

Ortadoğu’daki gelişmelerin Avrupa’ya yansıması sadece İslam karşıtlığını değil, küreselleşmeye ve mevcut çokkültürlülüğe olan kuşkuyu da artırdı. Bundan başka Brexit’de AB’nin geleceği ile ilgili kaygıları tetikledi. Bu ortam da küreselleşme karşıtı, açık toplum yerine sınırların kapatılması ve ulusal çıkarlara öncelik veren bir devletçiliği savunan AfD’nin işine yaradı.


Almanya’da siyasal fragmantasyon dönemi

Almanya Federal Meclis seçim sonuçları Avrupa’da ve toplumun birçok kesiminde hayal kırıklığı yarattı. Alman iş dünyasının yaklaşımı ise bir hayli temkinli.

Herrenknecht anonim şirketinin CEO’suna göre vatandaşlar tecihlerini ‘durağanlığa, suskunluğa ve hodperestliğe’ karşı kullandı ve bundan sonra siyasi çarkın başına geçecek olanlar bu durumdan ders çıkarmalı, başarıya kilitlenmeli. Bavyera Maliye Baka-nı Markus Söder seçim sonuçlarının hem Almanya’yı hem de Bavyerayı değiştirdiğini ifade etti. Luxemburg’un Dışişleri Başkanı Jean Asselborn ise savaştan 70 yıl sonra Neo-Nazilerin tekrar Alman meclisinde temsil edileceklerini hatırlattı.

Merkez zayıfladı

Seçimlerin iki kazananı var: Oylarını yüzde 4,9’dan yüzde 12,6’ya çıkaran sağcı popülist, İslam karşıtı ve ırkçı yaklaşımla-rıyla dikkati çeken üyeleriyle Almanya için Alternatif partisi (AfD). Diğeri ise 2013 seçimlerinde Federal Meclis dışında kalmış olan Hür Demokrat Parti (FDP). Christian Lindner liderliğindekiparti oylarını 10,7’ye çıkarmayı başardı. Oylarını az da olsa artırarak meclise giren diğer iki parti ise Sol (Die Linke, yüzde 9,2) ve Yeşiller (Die Grünen, yüzde 8,9). İki partiye de Türklerin muhafazakar ve Türk kimliğini öne çıkaran kesimlerinde ciddi bir tepki mevcut. Yeşillere, genel başkanları Cem Özdemir’in 2016 yazında Ermeni Tasarısı’ndaki tavrından ve Türk hümetine yönelttiği eleştirilerinden, Sol’a ise PKK ile olan ilişkisinden dolayı. Sol PKK’nın Almanya’da legalleştirilmesini savunuyor ve bazı kadroları PKK ile işbirliği yapmaktan geri durmuyor.

Şansölye Merkel’in liderliğindeki Hıristiyan Birlik partileri (CDU–Hıristiyan Demokrat Parti, CSU–Hıristiyan Sosyal Birliği) rakipleri SPD’ye (Almanya Sosyal Demokrat Partisi) 12 puanlık fark atarak ipi göğüsleseler de, oyları 2013 seçimine kıyasla yüzde 8 oranında geriledi. SPD ise Martin Schulz’un genel başkan seçilmesiyle hem kendi tabanında hem de diğer seçmenler nezdinde büyük bir ilgi uyandırmasına ve coşku yaratmasına rağmen seçimlerde oylarının yüzde 25,7’den yüzde 20,5’e gerile-mesine engel olamadı. 709 sandalyeden oluşacak olan Federal Mecliste Hıristiyan Birlik partileri (CDU artı CSU) ortak fraksiyo-nu 246, SPD 152, AfD 94, FDP 80, Sol 69 ve Yeşiller 67 sandalye ile temsil edilecek. Seçim sonuçlarında dikkati çeken bir nokta, Almanya’nın batısı ile doğusu arasındaki fark. Örneğin CDU/CSU partilerinin oyları yüzde 34,3 iken, doğuda bu oran yüzde 27,4 geriliyor. SPD’nin oyları ise batıda yüzde 21, doğuda ise yüzde 14,6. Yeşillerin oyları da yüzde 9,6’dan yüzde 6’ya gerilerken, FDP’nin oyları da yüzde 11,5’den yüzde 7,9’a geriliyor. Sadece iki partinin doğudaki oy oranı batıdakini geçiyor. Sol’un oyları batıdan doğuya doğru yüzde 7’den 17,3’e çıkarken, AfD’nin oyları batıda yüzde 10,7, doğuda yüzde 20,5. Siyasi yelpazenin iki ucundaki partinin, Sol ve AfD’nin doğudaki toplam oyları yüzde 37,8. Uçların bu kadar güçlenmiş ve bölgelerarası ayrışmasının derinleşmiş olmasının demokrasi ve siyasi istikrar açısından olumlu bir durum olmadığı siyaset sosyolojinden biliniyor. Radikal-leşmenin tetiklenmesi, siyasal türbülansların artarak sistemin destabilize olması olası riskler.

Diğer dikkati çeken bir başka nokta ise şu: Örneğin 18-24 yaş grubunda Hıristiyan Birlik partilerinin aldığı oy yüzde 24 iken, 60-69 ve 70 üstü yaş grubunda ise bu oran yüzde 35’e ve yüzde 45’e çıkıyor. SPD’nin oy oranı ise aynı yaş grubunda sırasıyla yüzde 19, yüzde 23 ve yüzde 25. Diğer partilerin, yani Sol, Yeşiller, FDP ve AfD’nin oy oranı ise gençlerde yaşlılardakinden daha fazla. Örneğin Sol’un oyları 70 üstü yaş grubunda 5-7 iken, bu oran 18-24 yaş grubunda yüzde 11’e çıkıyor. Emeklilerin ilk terci-hi ise CDU (41), SPD (24); bunun toplamı oy verenlerin toplam üçte ikisine tekabül ediyor (yüzde 65).

Benzeri bir kırılma meslek gruplarının siyasi tercihleri için de geçerli. İşçi partisi geleneğinden gelen ve işçi sendikalarıyla üye-leri üzerinden güçlü bağlara sahip olan SPD’ye işçilerin sadece yüzde 24’ünün oy verdiğini görüyoruz. CDU ve CSU’nun işçilerden aldığı oy oranı daha yüksek. İşçilerin yüzde 21’i ise popülist sağcı parti AfD’yi tercih etti. Sol’u tercih eden işçilerin oranı yüzde 10, Yeşilleri tecih edenleriki ise yüzde 5 ile FDP’nin de gerisinde (yüzde 8).Serbest meslek sahiplerinin tercihi ise sırasıyla CDU/CSU (yüzde 36), FDP (yüzde 19), AfD (yüzde 12), SPD (yüzde 11), Yeşiller (yüzde 10) ve Sol (yüzde 7).

Dar seçim bölgeleri

Bir başka dikkati çeken nokta ise dar seçim bölgelerinde seçilenlerin birkaçı dışında salt çoğunlukla değil, basit çoğunlukla seçilebilmiş olmalasıdır. Örneğin Şansölye Merkel’in seçim bölgesinde aldığı oy oranı yüzde 44, SPD eski genel başkanı ve mev-cut dışişleri bakanı Sigmar Gabriel ise yüzde 42,8 ile seçilebildi. Yeşillerin genel başkanı Cem Özdemir, FDP genel başkanı Lindner ve Sol’un liderlerinden Sahra Wagenknecht dar seçim bölgelerinden seçilemediler, meclise parti listesinden girebildirler. Bütün bunlar Almanya’daki siyasal alanın bir fragmantasyon sürecine girdiğine işaret ediyor. Sol yelpazedeki üç partiye karşın, sağda da artık üç parti mevcut –her ne kadar CSU sadece Bavyera’da örgütlü olsa da-. Hatta FDP’yi de sayarsak sayı dörde çıkyor. 2005 yılında Almanya’nın kuzeyindeki dar seçim bölgelerini sosyal demokrat SPD kazanıyorken, CDU/CSU güneydeki dar seçim bölgelerini kazanan parti idi. Son seçimlerde ise SPD sadece Kuzey Ren Vesfalya’daki büyük şehirleri ve Hessen ve Aşağı Saksonya eyaletinin bazı bölgelerini kazanabildi. Diğer seçim bölgelerini ise, Yeşillerin bir, AfD’nin üç ve Sol’un kazandığı dört bölge dışında, Hıristiyan Birlik partileri kazandı.

Sonucun nedenleri…

Alman ekonomisi son yıllardaki en parlak dönemini yaşıyor; ihracat rekor düzeylerde, kalkınma hızı AB ülkelerinden fazla ve işsizlik oranı son 20 yılın en düşük düzeyinde. Buna rağmen iktidardaki CDU/CSU ve SPD’nin oy kaybetmesini başlıca dört nedene bağlayabiliriz: Bir, mülteci krizine. Almanya 2015 yılında yoğun mülteci göçü aldı ve toplumda adeta büyük bir seferber-lik gerçekleştirerek bu sorunun üstesinden geldi. Ancak mültecilere ayrılan kaynaklar popülist tartışmalara konu oldu ve toplu-mun özellikle alt sınıflarında ve marjinal kesimlerinde ciddi bir karşı tepkiye neden oldu.

İkinci bir neden ise Ortadoğu’daki gelişmelerin Avrupa’ya yansımasının sadece İslam karşıtlığını değil, küreselleşmeye ve mevcut çokkültürlülüğe olan kuşkuyu da artırdı. Bundan başka Brexit de AB’nin geleceği ile ilgili kaygıları tetikledi. Bu ortam da küreselleşme karşıtı, açık toplum yerine sınırların kapatılması ve ulusal çıkarlara öncelik veren bir devletçiliği savunan AfD’nin işine yaradı. Bu durum aynı zamanda Almanya’da güvenlik eksenli politikaların oluşturulmasına ve ciddi bir ayrımcılığa da sebep oldu. Mülteciler ve özellikle yeni gelen Müslümanlar uluslararası terör tehlikesinin artmasıyla odak noktası haline geldi ve mülteciler “seçim malzemesi” olarak kullanıldı. Bu durumda iktidardaki partilerin aleyhine, öte taraftan göç karşıtı popülist AfD’nin işine yaradı. AfD’nin aldığı 3 milyon 820 bin oyun 980 bini Hıristiyan Birlik partilerinden, 470 bini ise SPD’den geliyor. Üçüncü neden ise Şansölye Merkel’in liberal siyasetinin, muhafazakar kesimi parti yönetimine yabancılaştırması ve AfD’yi al-ternatif olarak görmesine sebep olmasıdır. Ünlü ekonomi profesörü Hans-Werner Sinn’e göre de AfD’nin ortaya çıkışının ve başarısının temel sorumlusu Şansölye Merkel, çünkü sağ kulvarda mülteci ve Avro siyasetiyle AfD’ye ‘çok fazla etkinlik alanı bıraktı’.

Dördüncü neden olarak birçok partinin gerek yönetimiyle gerekse üyeleriyle seçim kampanyasında sıkça AfD’ye atıfta bu-lunmaları, seçmeni AfD korkusu üzerinden harekete geçirmeye çalışmasını gösterebiliriz. Bunun tersine bir etki yaptığı, hatta AfD için bir nevi reklam olduğunu söylemek hiç de yanlış olmaz.Sonuç olarak, Almanya tarihinde ilk kez aşırı sağcı bir parti, AfD mecliste temsil edilecek. Bundan başka AfD Radyo ve Televizyon Kurulları’nda temsil edilecek ve bu da onlara yayın poli-tikalarını etkileme imkanını verecek. Partinin İslam karşıtı söylemiden ve Türkiye’ye karşı olumsuz yaklaşımınından dolayı bundan en çok Türklerin zarar göreceğini söyleyebiliriz. SPD başkanı Martin Schulz’un herhangi bir koalisyon hükümetine katıl-mayacaklarını açıklamasıyla birlikte dikkatler CDU/CSU, Yeşiller ve FDP’den oluşacak olası bir Jamaika koalisyona çevrildi. Böylesi bir koalisyonun hem Almanya hem de Türkiye açısından ne anlama gelebileceği konusu ise bir başka yazının konusu olacaktır.

@yasaraydin10