Almanya’nın Türk yangını!

Prof. Dr. Mustafa Gencer
16.03.2013

Backnang yangınının arkasında bir kasıt yoksa bile ortada ciddi bir sorun var. Almanların göçmen Türklerden 2,5 kat daha yüksek gelir gurubuna dahil oldukları gerçeğinden hareketle, Türklerin Almanya’daki sosyal refahtan ne denli istifade ettikleri ve edebildikleri sorgulanmalıdır.


Almanya’nın  Türk yangını!

Almanya Türkleri geçtiğimiz pazar sabahına yine yürekleri dağlayan bir yangın haberi ile uyandılar. Haber kanallarından verilen bilgiye göre yangın, bu kez Stuttgart yakınlarında Backnang kasabasındaki bir evde çıkmıştı. Kamuoyuyla paylaşılan bilgilerin satır aralarında bu evde Türkiye kökenli insanların oturduğu ifade edilmekteydi. Ayrıca yangın daha tamamen söndürülmeden polis yetkilileri, “yabancı düşmanı bir arka plana rastlanılmadığı”nı ve bu elim olayın meydana geliş nedeninin araştırıldığı belirtiyordu. Son yıllarda Türklere ait evlerde çıkan yangın haberlerinde, yangın sebeplerinin ortaya çıkarılması ve kamuoyuna aktarılmasında belirgin bir belirsizlik ve bulanıklık göze çarpmaktadır. 2008 yılında 9 Türkün yandığı Ludwigshafen yangınının çıkış sebebi aylar sonra ortaya çıkarılabilmiş ve teknik arıza sonucu çıktığı, kamuoyu gündemi ve kendi yakıcılığından uzaklaştıktan sonra açıklanmıştır.

1992 ve 1993 yıllarındaki 8 Türkün kaybıyla sonuçlanan Mölln ve Solingen yangılarından kısa süre sonra bunların Neonaziler tarafından çıkartıldığı anlaşılmıştı. Yangını müteakip Alman Die Zeit gazetesinde Amos Oz olaylarla ilgili “Geçmiş yanamaz, orda yanan Almanya’nın bugünü ve geleceğidir” yorumunu yapmıştı.

Aradan geçen zaman içinde Alman polisinin “Döner cinayetleri” olarak deklare ettiği ancak yıllar sonra bir rastlantı sonucu cinayetlerin Alman istihbaratının bilgisi dahilinde olan ve hatta üyelerinden teşkilata muhbirlik yapanların da olduğunun anlaşıldığı aşırı sağcı terör hareketi Neonazi Yeraltı Örgütü (NSU) tarafından çıkarıldığı anlaşıldı. Konu aydınlatıldığında Şansölye Merkel bu durumun Almanya için “utanç verici” olduğunu ve tüm detaylarıyla açıklığa kavuşturulacağını belirtti. Aradan geçen iki yılda Federal Parlamento’da Komisyon kurulması ve Anayasayı Koruma Örgütü’nün yeniden yapılandırılması gibi bazı adımlar atıldıysa da, Almanya’nın açık ve gizli Neonazi potansiyeli ile başa çıkamadığı ortadadır.

Neonazi potansiyeli

Eldeki bu veriler ışığında değerlendirdiğimizde temel sorun Almanya’nın iç politikasında yatmaktadır. Ülkedeki gizli Neonazi potansiyelini ciddi bir tehlike olarak görülmediği izlenimi, mücadeleyi güçleştirmektedir. İkinci sorun ise ülkedeki göçmenlerin, özellikle Türklerin hak ve talepleri ciddi bir muhatap bulamamaktadır. Çünkü Türkler ülke siyaseti içinde etkin olmadıkları gibi, olmaları da arzu edilmemektedir. Çifte vatandaşlık konusunda Türklere uygulanan çifte standart bunu en açık örneğidir.

Son yangının ertesi günü artık konu Almanya’daki haber bültenlerini terk etmişti. Onun yerine Hindistan’da bir kıza yapılan tecavüz olayı, Sosyal Demokrat Parti’nin seçim programı, Havaalanları grevi, Papalık seçimi, Fukuşima felaketinin ikinci yılı vb. konular gündemi belirler olmuştu. Frankfurter Allgemeine gazetesinin konuyla ilgili haberine okuyucu yorumları ise, “neden Abdullah Gül Almanya’nın içişlerine karışıyor?”, “Almanya’yı şark sultanlığı mı yönetecek” türünden kurbanlar ile duygusal ve insani bağ kurmak yerine adeta havanda su dövmeyi yeğleyen nitelikteydi. Hatta Şansölye Merkel’in “can kaybının yaşandığı yangından çok üzüntü duyduğunu ve yetkili kurumların yangının nedenini bulmadan içlerinin rahat etmeyeceğini” belirtmesi dahi eleştiri konusu yapılmıştı.

Gazete son olayın sokaktaki vatandaş nezdinde yeni bir Neonazi cinayeti olabileceğine dair sebeplerin varlığından da bahsediyordu. Nitekim 10 Nisan 2011’de Backnang kasabasının 20 km ötesindeki Winterbach’ta aşırı sağcı saldırgan bir grup genç, Türklerin ve İtalyanların kullandığı bahçe evini ateşe verdiklerini belirtmekteydi.

Almanya’daki Türkler bu olayın ikinci bir Solingen olmamasını ümit etmektedirler. Ancak her şeyden önce yangının gerçek sebebinin bir an önce ortaya çıkarılması gerekmektedir. Günümüz teknik imkanlarıyla sonuca ulaşmak kolay gibi gözükmektedir. Nitekim Galatasaray Üniversitesi Boğaziçi kampüsündeki yangınının ısınan asansör kablolarından çıktığı kısa sürede tespit edilmişti.

Backnang yangınını yerinde incelemek üzere Almanya’ya gönderilen CHP delegasyonunun yangınla ilgi Frankfurter Allgemeine’ye yansıyan “ümit ediyoruz ki bu yangının arkasında ırkçı motifler yoktur” demeci, bu ülkedeki Türk toplumunun 1993’ten bu yana sistematik olarak ve sıkça şiddete maruz kaldıkları yönündeki anlayışlarıyla paralellik arz etmektedir. Gerçekte bu yangınların ve Almanya’daki Türk toplumunun kolektif olarak maruz kaldığı şiddetin niteliği ülkede yaşayan Türkleri ve Türkiye’yi ciddi olarak endişelendirmektedir.

2011 yılında Almanya’ya işgücü göçünün 50. yılında Başbakanlık Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Kurumuna sunulan bir saha araştırmasına göre Almanya’daki Türkler Alman devletinden beklentileri içinde ilk sırayı ‘ırkçılığa karşı daha etkin önlem alınması’ gelmektedir. Eğitimdeki ayrımcılık ve yasal iyileştirmeler bunu takip etmektedir. Yabancı düşmanlığı bireysel olmaktan daha çok kolektif bir boyutta yaşanmaktadır. Bireysel sorunlar ve haksızlıklar ispat ve dava konusu yapılması noktasında daha basit gibi görünürken, toplumsal sorunlar daha çok siyaset, devlet bürokrasisi, STK, ekonomik çevreler, medya, üniversite ve eğitim camiasının ortaklaşa çabalarıyla çözüme kavuşabilecektir. Bu sürece Türk Hükümetinin yapıcı adımlarının eşlik etmesi bütün tarafların yararına olabilir. Ancak birkaç yıl öncesine kadar Almanya’daki Türklerin durumları hakkında Türkiye’nin ciddi bir ihmalinin olduğu da ortadadır. Bunda Türkiye toplumunun geniş kesimleri de belki onların Türkiye tatilleri esnasında görünür olan görece yüksek hayat standardına bakarak küçümseyici bakışla “Almancı” olarak algılamasının da payı vardır. Gerçekte gurbette yaşam mücadelesi veren bu insanlar her iki tarafça ne anlaşılmışlar, dahası ne de anlaşılmak istenmişlerdir.

Almanya’daki Türkleri bazen Türkiye bazen Almanya paylaşamıyorlar. Almanya ziyaretlerinde Başbakan Erdoğan’ın kimi sözleri Türklere özgüven verirken, Alman medyası görüşlere eleştirel bir tarzda yaklaşmaktadır. Alman vatandaşlığına geçmiş, ya da Almanya’da doğup büyümesi nedeniyle Türkiye’yi tatillerden tanıyan genç Türk kökenliler için de Alman tarafı Türkiye’nin bu insanlar hakkında fazla söz sahibi olmaması gerektiğini düşünüyor.

Yarım asırdan geriye kalan...

Yarım asırlık göç ve yerleşme sürecine bağlı olarak Almanya’daki Türkler bu ülkede rahat ve mutlu bir hayat sürmektedirler. Aradan geçen zaman içinde artık dördüncü nesil okul çağlarına doğru büyürken, birinci nesil ise yaprak dökümü yaşamaktadır. Alman iş piyasasında diplomasına denk bir istihdam bulamadığı ve bu ülkede doğup büyümesine, eğitim almasına rağmen tutunamadığı için Almanya dışına göç edenler dahi bu ülke ile olan ailevi sosyal bağlarını devam ettirmektedirler. 2000’li yıllarda hükümetin teşvik yasalarını değerlendiren birçok Türk aile Almanya’da ya ev ya da daire satın almışlardır. Bunda Türkiye merkezli yatırımcıların gurbetçilerin birikimlerini heba etmiş olmalarının ve yaşlılıkta Almanya’da ekonomik olarak rahat etme isteğinin de yeri vardır. Almanya’da yaşayanların ortalama yüzde 60’ı kirada yaşamakta iken her iki Türk aileden biri yaşadığı konutu satın almıştır. Ancak bunların hepsinin yeni konut olmadığını ve yüksek hayat standardının ölçütü olmadığın belirtmekte yarar vardır.

Backnang yangınının arkasında bir kasıt yoksa, yangına elektrik tesisatıyla ilgili bir sorun yol açmış olsa bile ortada ciddi bir sorun var. Almanların göçmen Türklerden 2,5 kat daha yüksek gelir gurubuna dahil oldukları gerçeğinden hareketle, Türklerin Almanya’daki sosyal refahtan ne denli istifade ettikleri ve edebildikleri sorgulanmalıdır.

Backnang yangınında hayatını kaybeden ailenin yaşadığı evin eski bir ahşap karışımı malzemeden yapılmış olması, evin soba ile ısıtılması (ki Almanya’da yerleşim birimlerinde bu şekilde ısıtılan konutların sayısı çok azdır), elektrik tesisatı ile ilgili arızanın (yangın esnasında tatilde olduğu anlaşılan) ev sahibince ciddiye alınmamış olmasını dikkate almak gerekir. Evde oturan annenin Alman gençlik dairesine defalarca müracaat ettiği, ilgililerin ise bu eve gelip gördükleri halde 7 çocuğu ile eşinden ayrı yaşayan anne için bir çözüm üretmemiş olmaları da sosyal devlet ilkesi ile örtüşmemektedir. Binanın giriş katında cami derneğinin bulunması buranın Türk toplumu tarafından yoğunluklu kullanılan sosyal bir bölge olduğunu da unutmamak gerekir.

“Hayat ileriye doğru yaşanır, geriye doğru anlaşılır” özdeyişinden hareketle yaşanan bu üzücü olayların tüm taraflarca üzerinde düşünülmesi gereken yönleri vardır. Hayatını kaybeden anne ve çocuklar için artık yapacak çok fazla bir şey yoktur; ancak huzurlu ve barışçıl bir gelecek için tüm aktörlerin durmaksızın çalışmaya ihtiyacı vardır.

[email protected]