Altı ay sonra başbakan olacaktı!

Dr. Ramazan Akkır / Siyaset Bilimci
2.09.2017

Akşener’in hangi politik boşluğu dolduracağı, hangi sorunun veya sınıfın dışavurumu olacağı veya hangi siyasal tasavvur çeperinde politika üreteceği net değil. Ortaya konulmuş tutarlı bir söylem veya programı bulunmuyor. Merkez parti söyleminin hangi anlamda kullanıldığı da izaha muhtaç. MHP’den, CHP’den veya AK Parti’den farklı olarak Türk milletine neyi vaat ettiği ise meçhul.


Altı ay sonra başbakan olacaktı!

Türk siyasetinde hava yeniden ısınmaya başladı. Uzun süreden beri medyanın objektifleri Meral Akşener’in üzerinde. Ümit Özdağ ve Koray Aydın’ın desteğini alan Akşener’in liderliğinde politik arenaya çıkmaya hazırlanan partinin adı ise, Merkez Demokrat Parti (MDP). Herkesin cevabını merak ettiği öncelikli soru şu: Akşener liderlik pozisyonunu doldurabilir mi? Varsayalım ki doldurdu, başarılı olabilir mi? Başarıyı getirecek nasıl bir vizyona sahip? Söylemleriyle, programıyla nasıl bir ufuk çiziyor?

Bu sorulara cevap verebilmek için cevaplanması gereken başka sorular var: Herhangi bir siyasi partiyi, Türkiye sosyolojisini içinde hangi politik tasavvur iktidara taşır? Bir siyasal partiyi iktidara taşıyacak etki hangi toplumsal, siyasal veya ekonomik sorundan beslenir?

1995 yılında akademik dünyadan siyasete atılan Akşener, Doğru Yol Partisi’nde (DYP) Tansu Çiller’e yakın politikacılardan birisiydi. Susurluk skandalının ardından da İçişleri Bakanlığı görevinden istifa eden Mehmet Ağar’ın koltuğuna oturan Akşener; Tansu Çiller, Mehmet Ağar, Köksal Toptan, Abdullah Gül ve Devlet Bahçeli gibi birbirinden farklı politikacılarla siyaset yaptı. İdeolojik duruşu ve tabanı farklı olan politikacılarla siyaset yapan Akşener’in kuracağı partinin toplumsal veya sınıfsal bir karşılığı var mı? Akşener hangi politik boşluğu doldurmayı hedefliyor?

Akşener Türkiye’ye ne söylüyor?

Öncelikle siyasi partiler, çoğulcu-demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır. Temsil ettikleri sosyal grubun veya sınıfın ekonomik ve kültürel menfaatlerini savunan siyasi partiler; sosyal grupların ve ekonomik sınıfların siyasal yansıması, temsilcisi veya dışavurumudur. Hem siyasal kararları etkilemek hem de bu amaç doğrultusunda siyasal iktidarı ele geçirmek üzere örgütlenmiş olmanın yanı sıra, toplumsal talepleri parlamentoya taşıma vaadiyle iktidarı hedefler. Bu hedef aynı zamanda bir siyasal partinin olmazsa olmazıdır.

Akşener’in hangi politik boşluğu dolduracağı, hangi sorunun veya sınıfın dışavurumu olacağı veya hangi siyasal tasavvur çeperinde politika üreteceği net değil. Ortaya konulmuş tutarlı bir söylem veya programı bulunmuyor. Merkez parti söyleminin hangi anlamda kullanıldığı da izahata muhtaç. MHP’den, CHP’den veya AK Parti’den farklı olarak Türk milletine neyi vaat ettiği ise meçhul. Kürt meselesine, Ortadoğu’ya, Avrupa Birliği’ne, asker-siyaset ilişkisine veya insan hak ve özgürlüklerine dair farklı ve yeni diyebileceğimiz bir öneri de sunulmuş değil. Peki, Türkiye’nin temel sorunlarını anlamlandıramamış, çözüm önerisi geliştirememiş bir kadro nasıl iktidara ulaşacak? Yoksa Akşener, sadece bir siyaset mühendisliği hadisesi mi?  

Siyaset mi, yeni bir vesayet mi?

Akşener ile birlikte partinin üç isminden biri ve 27 Mayıs darbecilerinden Muzaffer Özdağ’ın oğlu olan Ümit Özdağ’ın, siyasi mühendisliğe tam olarak karşı çıkmadığı biliniyor. Bunun yanı sıra, asker-siyaset ilişkisine bakışı da sorunlu. “1961 Anayasası ve Çağdaş Demokrasi Vakfı” Başkanı Numan Esin’in önsözünü yazmış olduğu “Menderes Döneminde Ordu-Siyaset İlişkileri-27 Mayıs İhtilali” isimli kitabında Özdağ konuyla ilgili düşüncelerini anlatır: “Türkiye, ordu-siyaset ilişkisi denildiğinde, genelde Türkiye’de anlaşıldığı anlamı ile ordunun askeri müdahaleler ile siyasal süreci şekillendirdiği ülkeler sıralamasında en önde yer alanlar arasındadır. Cumhuriyet tarihi boyunca TSK, beş kez siyasal yaşama müdahalede bulunmuştur… Aslında ordu-siyaset ilişkisini Türkiye’de anlaşıldığı şekli ile ordunun darbe yapması çerçevesinde izah edip, ‘ordu siyasetin dışında kalmalıdır’ şeklinde bir tavır sergilemek doğru ve verimli bir bilimsel yaklaşım değildir.” Partinin Akşener, Aydın ve Özdağ’dan oluşan üçlü otoritesinden (triumvirasından) Özdağ’a göre ordunun siyasetin dışında kalması pek mümkün görünmemektedir. Ona göre, askeri müdahaleler, ihtilalci subayların subjektif arzularının bir sonucu değil, objektif koşulların bir ürünü!  Bununla beraber, Merkez Demokrat Parti’nin sadece MHP küskünlerinden değil de, AKP, CHP, HDP gibi farklı partilerden oy alabilmesinin yolu; kuşatıcı bir söylemden, zamanın ruhunu yakalayan ve yansıtan bir vizyondan geçiyor. Ancak Akşener, Özdağ ve Aydın üçlüsünün medyaya yansıyan açıklamaları analiz edildiği zaman çıkan tablo, ortada tutarlı, kuşatıcı ve zamanın ruhunu taşıyan herhangi bir siyasi söylemin olmadığını gösteriyor. Akşener, bir taraftan milliyetçi muhafazakar açıklamalar yaparken diğer taraftan da sosyal demokratlara göz kırpıyor. Böylesi bir siyaset biçimi, merkez parti iddiasını kimliksizleştirmekten öte ne anlam taşıyabilir ki!  Böyle bir durumda Akşener veya Merkez Demokrat Parti, ancak bir bölen olur.

Akıbetinin yoldaki işaretleri

Aslında Türkiye’nin politik tarihi, başarılı veya başarısız siyasi partilerin laboratuvarı gibidir. Bu siyasal laboratuvar, aynı zamanda yeni siyasi yolculuğa çıkacak partiler için yoldaki işaretlerdir; yeter ki iyi analiz edilebilsin. Siyasi tarihimizde başarılı olmuş siyasi hareketler veya partiler; toplumsal, ekonomik veya siyasal bir sorundan neşet etmişlerdir. Seçmende büyük bir heyecan oluşturan, Demokrat Parti’nin “Yeter Söz Milletindir”; Adalet Partisi’nin “Ana davamız su ve yol” ve hatta Bülent Ecevit’in “Toprak işleyenin su kullananındır”, “Vurguna, soyguna, sömürüye son” sloganları toplumsal sorunların dışavurumunun mottolarıdır.

 Dahası, Adnan Menderes’in Demokrat Partisi, ekonomik darboğazı aşmak, demokratik özgürlük alanını genişletmek ve bürokratik vesayeti kırarak sözü millete ait kılmak; Süleyman Demirel’in Adalet Partisi, Menderes ve arkadaşlarına yapılan haksızlığa çare bulmak ve adalet getirmek; Turgut Özal’ın Anavatan Partisi ise kutuplaşan toplumu yeniden bütünleştirmek ve ekonomik çöküşü aşmak amacıyla kurulmuşlardır. Örneğin, DP’nin iktidara gelmesiyle birlikte 27 yıldır devam eden devletçi politikalarda değişmeler yaşanmaya başlamıştır. En önemli gelişme de ekonomide olmuş ve refah eşit dağıtılmaya başlanmıştır. Bunun yanı sıra, hem Adalet Partisi hem Anavatan Partisi, siyasal bir cinnet hali olan askeri darbelerden sonra kurulmuş olup toplumsal kriz halinin bir neticesidir, siyasi mühendislik veya başbakan olma arzusunun eseri değil. 2002 yılında kurulan AK Parti ise fazlasıyla gün yüzüne çıkan ekonomik ve toplumsal problemlere çare bulmak için kurulmuş ve kısa sürede de başarılı olmuştur; tıpkı Menderes ve Özal gibi… Siyasi tarihimizin bu başarılı örnekleri, kuram ile aksiyon arasında ahenkli bir denge yakalayarak tarihimize mührünü vurmuşlardır.

Akşener’in handikap listesi

Meral Akşener’in en büyük handikaplarından biri, 17-25 Aralık sürecinde darbeye zemin hazırlamaya çalışan ve 15 Temmuz gecesi darbeye teşebbüs eden FETÖ ve mensuplarına karşı demokratik bir duruş sergileyememesidir. “Meral Akşener’e sahip çıkın, onu koruyun” diyen FETÖ lideri Gülen ile Akşener’in de facto temasının olduğu bilinen bir gerçek. Medyaya yansıyanlara göre Akşener, bu karanlık yapı ile dirsek temasını tüm siyasi hayatı boyunca sürdürmüş gibi görünüyor. Doğru Yol Partisi’ne Fetullah Gülen’in referansıyla girdiği, Fetullahçı yapıyla arasının oldukça iyi olduğu, FETÖ’nün MHP’yi Akşener üzerinden ele geçirmeye veya devşirmeye çalıştığı iddiaları yabana atılamaz. Ama görmezden gelinemeyecek asıl iddialar bunlarla sınırlı değil: MHP içindeki Fetullahçı vekil olarak isminin geçmesi, 15 Temmuz darbe girişimi başarılı olsaydı başbakanlık koltuğuna Akşener’in oturtulacağı gibi iddialar ismi anıldığında kafalarda soru işaretlerinin oluşmasını da beraberinde getiriyor.

Koray Aydın’ın “FETÖ’nün Meral Akşener’e destek verdiği kesindir” açıklamasının yanı sıra, FETÖ’nün beyin takımında yer alan firari Emre Uslu ile Akşener’in karşılıklı yazışmaları, Akşener’in sahici bir siyasi hareket olmaktan öte bir mühendislik projesi olduğu intibaını uyandırıyor. Akşener’in, hem 15 Temmuz gecesi yaşanan darbe teşebbüsünden altı ay önce defalarca “Ben Başbakan olacağım”, hatta tarih vermekten bile çekinmeyerek “Ben Temmuz’da başbakan olacağım” demesi FETÖ bağlantısını güçlendiren örnekler olarak önümüzde duruyor. Darbe girişiminden iki gün sonra ise; “Ülkemiz darbelerden geçmişte büyük zarar görmüştür. Yapılan kalkışmanın üzerinden milletimizin feraseti ile gelinecektir. Gün demokrasimize sahip çıkma günüdür” ifadeleriyle FETÖ’yü pas geçerek mühendislik algısını destekleyecekti.      

Arkşener’in handikapları programsızlık ve FETÖ ile de sınırlı değil. Söylemlerine bakılacak olursa politikasının nirengi noktasının Erdoğan karşıtlığı olduğu dikkatlerden kaçmayacaktır. Oysa bir hareket parti kuruyorsa ve siyaset zemininde ‘ben varım’ diyecekse karşıtlıktan öte yeni ve yerli bir söylemle birlikte yeni bir heyecan, yeni bir umut vaat etmelidir.

Siyasi dizaynın neresinde?

Özellikle 2010 yılından itibaren Türk siyaseti yeniden dizayn edilmeye çalışılıyor; Erdoğan’ın iktidarını kontrol altında tutabilmek için. Önce Devlet Bahçeli kaset skandalıyla A takımını kaybetti. Ardından yine kaset skandalıyla Deniz Baykal koltuğundan oldu. Yine 17-25 Aralık sürecinde montajlanmış ses kayıtlarıyla darbeye zemin hazırlanmaya çalışıldı. Wikileaks belgelerinde ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’nden Washington’a gönderilen bir kriptoda şöyle bir ifade yer almıştı; “Artık iyice güçlenen Erdoğan iktidarını yargı ve ordu ile dizginlemek mümkün değil. O yüzden karşısına prezantabl bir siyasetçi çıkarmak gerekiyor. CHP’ye oy veren seçmenin büyük bir bölümü bile Deniz Baykal’ı beğenmiyor.” Bu olayın ardından kaset skandalıyla Baykal gitmiş yerine Kılıçdaroğlu gelmişti. Kılıçdaroğlu’ndan ümit kesildi mi ne! Acaba, yeni prezantabl siyasetçi Meral Akşener mi?

[email protected]