Amerika’da dış politika zihniyetinin dönüşümü

Doç. Dr. Mehmet Özkan/ Türkiye Maarif Vakfı ABD Direktörü
16.09.2019

Uzun vadeli plan yapılmaz belki ama Trump için her şey pazarlık unsuru ve en azından Türkiye’ye karşı geçmişten gelen negatif önyargıları yok. Bu açıdan Trump her şeye rağmen bir avantaj. Soğuk Savaş zihniyetine sahip olanların hepsinin önyargıları var. İki dinamik ilişki de artık bu şartları kabul edecek bir Türkiye yok.


Amerika’da dış politika zihniyetinin dönüşümü

Amerika’da Başkan Donald J. Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’un işine son vermesi aslında son üç aydır Washington’da beklenen bir hamleydi. Fakat Bolton’un görevden alınması sıradan bir şey değil. Trump’ın sert söylemlerle birlikte kendini tanımladığı ilk başlarda özellikle de Cumhuriyetçiler içerisindeki sert kanadı yanına çekmek için kullandığı bir hamleydi Bolton. Trump’ın artık başarı göstermesi ve özellikle de Afganistan, Kuzey Kore, Irak, Suriye gibi alanlarda seçim öncesi bir başarı yazması gerekiyor. Bolton bu konularda Trump’tan farklı düşünüyordu. Peki fark neydi? Ne anlama geliyor?

 

Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki Trump, Amerikan dış politikasında Soğuk Savaş’ı bütün mantığıyla dış politika yapımından çıkaran ve zihniyet olarak Soğuk Savaş sonrasına ülkeyi yapısal ve algısal olarak hazırlayan bir lider olarak geçecek. Bolton ve onun gibi düşünenler Amerika’da halen Soğuk Savaş mantığıyla dış politika yapılmasını istiyorlar. Bu şu demek: Aynen Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi Türkiye, Almanya ve benzeri ülkeler, özellikle de Amerika’nın güvenlik şemsiyesi altında bulunanlar Amerika’ya kafa kaldıramazlar. Amerika hala soğuk savaş döneminde olduğu gibi güçlü ve dolayısıyla Amerika’nın yörüngesinden çıkmasını istemiyorlar. Bolton gibi radikal kanadın yaklaşımına göre Amerika’ya kafa tutan devletler cezalandırılmalı ve hizaya getirilmeli. Bolton’un bütün dış politika yaklaşımında bunu rahatlıkla görebilirsiniz.

 

Üç temel meydan okuma

Trump ise Soğuk Savaş’ın bittiğine ve dünya siyasetinde Amerika’nın yeniden konumlandırılması gerektiğine inanan bir lider. Amerika’nın asıl derdinin Çin olduğu düşünüyor ve yeni küresel sistemde Washington’un en karlı çıkabileceği şekilde bir sistem kurulmasının derdinde. Bu sistemi özellikle ekonomik alanda istiyor Trump. Amerikan Başkanı’na göre bütün NATO üyeleri kendilerine düşen payı ödemeli ve eskisi gibi Amerika parasını ödeyerek hiçbir ülke üzerinde etkisini devam ettirmek istemiyor. Herkesin ekonomik anlamda güçlendiğini düşünen Trump, uluslararası posta teşkilatından güvenlik şemsiyesine kadar bütün uluslararası kurumsal yapıların Amerika’nın daha fazla para ödediği formattan çıkarılmasını ve yeniden düzenlenmesini istiyor.

 

Aslında Trump’un bu yaklaşımını doğrulayan birçok gelişme yaşandı son 15 yılda. Soğuk Savaş sonrası dönemde Batı merkezli küresel sisteme üç temel medyan okuma oldu. Bu meydan okumaların hepsinin tek bir amacı var aslında: Batı-dışı ülkelerin daha fazla söz sahibi olmak istemesi. Bunlardan ilki 2002 yılında kurulan İBSA Diyalog Forumu’dur. Hindistan, Brezilya ve Güney Afrika’nın dahil olduğu bu grup Batı dışında kıtalararası bir oluşumdu. Temel amaçları küresel sistemde daha fazla temsil, daha fazla ekonomik pay ve söz sahibi olmaktı. Bu trendi 2005’lerde yaşanan BM Güvenlik Konseyi reformu tartışmaları ve sonraki yıllarda BRİCS, MİKTA gibi yeni yapılanmalar takip etti. Bu yapılarla ilk defa Batı’nın ekonomik hegemonyasına meydan okunmaya başlandı. İkinci gelişme 2010 yılında Türkiye ve Brezilya öncülüğünde imzalanan Tahran Anlaşması’dır. Bu anlaşma temel olarak küresel bir konu olan İran nükleer krizine çözüm bulmayı amaçlıyordu, fakat Avrupa ve ABD olmak üzere bütün Batı ülkeleri hemen reddettiler. Tahran Anlaşması, orta ölçekli güçler olan Türkiye ve Brezilya tarafından Batı’nın sorun çözme tekeline bir meydan okumaydı. Üçüncüsü ise S-400’ler krizi. Türkiye Rusya’dan S-400’leri alarak Batı’nın güvenlik tekeline meydan okuyor. Özellikle Amerika bu meydan okumalardan rahatsız ve Türkiye bu üç meydan okumanın iki tanesinin içerisinde temel aktör.

Trump doktrini

Fakat son 15-20 yılda Amerikan dış politikasındaki ana ikilem dışarıdan bu tür meydan okumaların gelmesi değildi. Aksine bu tür meydan okumalara nasıl cevap verileceği ve Washington’un kendilerine meydan okuyan eski müttefiklerine nasıl davranacağıydı asıl sorun. İşte Amerika içerisinde, Soğuk Savaş’ın devamı olan Soğuk Savaş yaklaşımı ve Trump doktrini arasında zihniyet çatışması yaşanıyordu.

Dolayısıyla işte tam da bu noktada John Bolton’un gitmesi sıradan bir görevlinin gitmesinin ötesinde bir zihniyetin gitmesi. Yerine kimin geleceğini elbette göreceğiz ama Trump artık her geçen gün daha da güçlendiğini hissettiği için kendi politikalarını uygulayacak birisini seçecek büyük ihtimalle.

 

Soğuk Savaş yaklaşımı George W. Bush döneminde zirveye çıkmış ve en sert haliyle kendisini göstermişti. Obama döneminde bu yaklaşım daha çok iki tercihten hiçbirisini yapmama veya başka bir tabirle sorunlarla yüzleşmeyi erteleme olarak kendisini göstermişti. Bu sebep dolayısıyla Obama’nın ana politikası ‘eğer bize doğrudan bir zarar gelmiyorsa karışmamak’ şeklinde olmuştu. Trump yaptığı hamleler ve sıklıkla değiştirdiği yakın ekibiyle aslında Washington elitlerini bir tercih yapmaya zorluyor. Kendi tercihi Amerika’yı küresel anlamda yeniden, eski göstergeleri temel referans almadan, çıkarları doğrultusunda uluslararası arenada yeniden konumlandırmak. İkinci seçimini kazanırsa bu tercihinin daha fazla görünür olmasını bekleyebiliriz.

 

Cayma potansiyeli

Peki, Türkiye açısından bu ne anlama geliyor? Aslında bu iyi bir gelişme. Trump özellikle Türkiye’yi daha yakınında tutma taraftarıyken Bolton gibiler Ankara’nın sert bir şekilde cezalandırılmasını istiyordu. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde gelişmeleri yakından göreceğiz. Fakat aynı zamanda bu durum, Türkiye’nin eski göstergeleri devre dışı bırakıp hızlı ve dinamik bir diplomasiyle gelişmeleri yakından takip etmesini gerektirecek. Çünkü Trump ile uzun vadeli bir stratejik işbirliği neredeyse mümkün değil. Bunu iki sebebi var. Birincisi Washington’da derinleşerek artan iki zihni yaklaşımın kavgası. İkincisi ise Trump’ın bazen geri atmak zorunda kalması bazen de verdiği sözden kısa sürece cayma potansiyeline sahip olması. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde bu türbülanslı ama ad hoc politikaların belirgin olduğu bir Amerikan yaklaşımı daha fazla hakim olacak.

Şu an için Trump, Türkiye’nin Amerika ile ilişkilerinde çalışabileceği en iyi aktör. Uzun vadeli plan yapılmaz belki ama Trump için her şey pazarlık unsuru ve en azından Türkiye’ye karşı geçmişten gelen negatif önyargıları yok. Bu açıdan Trump her şeye rağmen bir avantaj. Soğuk Savaş zihniyetine sahip olanların hepsinin önyargıları var. İki dinamik ilişki de artık bu şartları kabul edecek bir Türkiye yok.

 

İşin özü, Amerika dönüşüyor, dış politika zihniyeti değişiyor. Tam bu olurken Washington’da iç kavga daha da artıyor. Türkiye’nin Amerika’daki gelişmeleri bu şekilde okuması ve ona göre kısa vadeli hamleler üzerine yoğunlaşması artık bir ihtiyaç değil, gereklilik.