Brüksel'deki 24 Mart tarihli NATO Dışişleri Zirvesi çerçevesinde Blinken'in Türkiye'nin NATO'ya çapalanması konusunda belirttiği görüş, ABD-Türkiye ve Avrupa-Türkiye ilişkileri konusunda verdiği olumlu mesajlar çok dikkatle takip edilmeli. Biden yönetiminin İran konusunda bir türlü atmadığı adımı niçin Türkiye konusunda atmak için acele ettiği de iyice düşünülmeli.
Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney / Nişantaşı Üniversitesi
ABD Başkanı Biden Washington'da göreve gelir gelmez, ilk olarak Trump döneminin izlerini silmek için icraata başladı. Bir zamanlar Sovyet elitinin destalinizasyon çabasına benzer bir çaba ile "de-Trumpizm" yapılıyor, Amerika'nın bünyesi Trump'ın izlerinden temizlenmeye çalışılıyor.
Kararnameler başkanı
En iyi detoks hızlı olandır diye düşünmüş olmalı ki Biden, başkanlığının ilk günlerini "kararnameler başkanı olarak" geçirdi. Bu kararnamelerle Washington'un tekrardan Paris İklim Anlaşması, Dünya Sağlık Örgütü ve BM İnsan Hakları Komisyonu'na dönmesi sağlandı. Ama işte bir ülkeyi bir önceki yönetiminin anlayışından ve imajından temizlemek, çimensi bir detoks sıvısı içmek kadar kolay değil. Nitekim Biden'ın ilk iki ayı da umutlu bir bekleyişin soru işaretlerine dönüşmesi ile neticeleniyor.
Somut adımlar ağır
Sonuçta Biden yönetimi seçim kampanyalarında söz verdiği çok taraflılık, diplomasi ve dış politikada kurumsallaşma, ABD'nin bir türlü sona ermeyen savaşlardan çekilmesi, İran Nükleer Anlaşması'na geri dönülmesi vaatlerinin arkasında duruyor, hatta bu konuda verilen sözler gelecek ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi'ni önceleyen Ara Rapor'un sayfalarına yansıdı. Ancak, Biden yönetiminin somut adımlar atma konusunda çok ağır davrandığı, niyet edilmiş ya da edilmemiş bir yavaşlıkla hareket ettiği görülüyor.
Bu yavaşlık Biden yönetiminin Ortadoğu politikasına da yansıyor. Halihazırda Washington'un Ortadoğu politikasının nasıl şekilleneceği konusunda somut bir bilgi veya veri ortada yok. Bu durum Biden Amerika'sından bölgenin ne beklemesi gerektiği hususunda merakın bir hayli artmasıyla neden oldu. Ancak, konunun uzmanlarının da bildiği üzere ABD Başkanı kim olursa olsun, Amerika'nın Ortadoğu politikasının asla değişmeyecek bazı temel parametreleri var. Söz konusu Ortadoğu bölgesi olduğunda, ABD yeni Başkanı Biden dönemi için de geçerli olan ve dolaysıyla Washington için vazgeçilmez olan hususlar şunlar; (i ) Ortadoğu'da serbest ticaret ve enerji sevkinin ABD teminatı altına alınması; (ii) kitle imha silahlarının kontrolü; (iii) radikal terörist gruplarla mücadele; ve (iv) dost/müttefik ve ortak ülkelerle dayanışma içinde olunması. (v) Günümüz Yeni Soğuk Savaş koşullarında, yani süregiden küresel ve asimetrik büyük güç mücadelesi içerinde Biden hükümetinin Ortadoğu stratejileri menüsüne şimdi ek olarak bir de bölgede bir süredir varlık gösteren Rusya ve Çin gibi rakip büyük güçlerin sınırlandırılması ve dolayısıyla caydırılması da eklenmiş oldu.
Ortadoğu son derece bölünmüş, Ortadoğulu halklar son derece yorgun ama bu koşularda dahi ABD'nin bu beş amacı fazla maliyet altına girmeden gerçekleştirmesi zor görünüyor. ABD'nin Yemen konusunda attığı adımların daha geniş İran ve Körfez politikasına bağlanması, bölgedeki silahlanmanın radikalleşmesinin önüne geçilmesi ve bir an önce Afganistan konusunun toparlanması gerekiyor. Tüm bunları ABD, bölgede Çin ve Rusya'ya fazla yer açmadan yani bölgedeki tüm aktörleri kendi çevresinde toplayarak yapmak zorunda. Dolayısıyla ABD'nin Ortadoğu'ya dönüşü ya da Ortadoğu'dan çekilişi, gelecek stratejiye ne ad verirsek verelim, çok kolay olmayacak. Üstelik, Biden yönetiminin ABD'de iç politika zafiyetleri ile uğraşırken ABD'nin gelecek güvenlik ve dış politikasını rayına oturtmak gibi bir sorumluluğu var. Dolayısıyla şimdilik, Biden yönetimi kendisine yöneltilen, "tutukluk", "yavaşlık", "muhafazakarlık" suçlamalarını içeride giriştiği Kovid-19 tamiri çerçevesinde açıklıyor. Gerçekten de Biden, önceliğini Kovid-19 ile mücadeleye vermiş görünmekte. Bu ay açıklanan 1.9 triyon dolarlık teşvik paketi ve aşı programının yaygınlaştırması tedbirleri bu durumun en önemli kanıtı. Ancak, liberaller de Ortadoğu'daki gidişatın bir an önce değişmesi gerektiğini savunanlar da sahada yeterince hızlı hareket edilmezse rakiplerin etki alanlarını artıracağını düşünüyorlar. Eh Çin Dış İşleri Bakanı tek tek Ortadoğu ülkelerinin kapısını çalarken, hatta İsrail-Filistin görüşmeleri için arabulucu olma önerisini dillendirirken bu eleştirilere katılmamak zor.
Bazı düş kırıklıkları
Biden yönetiminin iki ay zarfındaki dış politika alanındaki uygulamaları birçok Liberal Amerikalıyı hayal kırıklığına uğratmış görünüyor. Bu kesimlerin yeni yönetimden dış politika alanındaki beklentileri arasında; (i) askeri güce mümkün olduğunca az başvurulduğu bir diplomatik ortamın hazırlanması, (ii) Çin ve İran gibi ülkelerle olan gerilimin düşürülmesi ve (iii) Suudi Arabistan ve İsrail'le ilişkilerde mesafeli/çıkar odaklı bir zemine geri dönülmesi umudu vardı. Bu umudun ilk iki ay içerisinde sönmeye başladığını, Başkan Biden'dan liberal bir mesih ortaya çıkarmanın zor olduğunun görülmeye başlandığı söylenebilir. Sonuçta Biden, ABD'yi Trump'tan kurtararak yeterince büyük bir mucize gerçekleştirmiş görünüyor. Bunun ötesinde ABD'yi Ortadoğu ya da küresel politikaları üzerinden eski tek liberal güç tahtına oturtmak Biden'ın boyunu aşan bir iş.
Başkan Biden'ın bugüne kadar Ortadoğu ile ilgi çizmiş olduğu resim de bu düşük profili haklı çıkartıyor, bizlere ABD'nin bölgeyle ilgili olarak geçmişten bugüne kadar uzanan uzun vadeli plan ve yatırımlara pek fazla dokunmayacağını gösteriyor. Bu uzun dönemli yatırımların bir ayağı pek nahoş Trump mirasına, bir ayağı da yine nahoş Obama mirasına değiyor. Trump ve Obama'nın birbirlerinden farklı başkanlık stilleri ve dünya bakışları olduğu muhakkak. O nedenle Biden yönetiminin her iki başkanın mirasını da hatırlatan sinyaller vermesi, (örneğin Trump'ı hatırlatırcasına İran'a yönelik yaptırımlar sürüyor, ama örneğin Obama'yı hatırlatırcasına ABD "liderlik' misyonunun altını çizerek diplomasi çerçevesinde gerçekleştireceğini söylemiş) kafaları da karıştırmış durumda. Oysa liberal enternasyonelcilerin anlamadığı hem Obama hem de Trump döneminde sıkı maliyet hesaplarının yapıldığı. Obama bu maliyetler üzerinden risklerden kaçınırken, Trump maliyetler üzerinden risk alıp tüm faturayı başkalarına ödetmek istedi.
Uzaktan liderlik
Bugün Biden yönetimi her iki Başkanı hatırlatan sinyaller verse de yakın gelecekte Obama gibi risklerden kaçınan bir geriden, uzaktan liderlik stratejisi izleyeceğini düşünüyor. Temel sebep de sadece maliyet hesabı değil, Obama döneminden farklı olarak, bugün ABD'nin Hint Okyanusu-Körfez-Ortadoğu-Akdeniz hattında karşı karşıya kaldığı risklerin ciddiyetidir. Dolayısıyla, temel motto, risklerin yönetilmesi ve pragmatizm olacak. Bu pragmatizmin karanlık bir yüzü de var. Bazı Amerikalı liberaller bu nedenle bir süredir yeni ABD yönetimini eleştirmekte. Özellikle, CIA'nin Suudi Arabistan veliahttı Prens Salman hakkında açıklamış olduğu istihbarat raporuna rağmen, Başkan Biden'ın Washington'un Riyad'la olan stratejik çıkarları yüzünden ABD'nin insan hakları ve düşünce özgürlükleri konusunda geri adım atış olması- Kaşıkçı'nın öldürülmesinden Prensi sorumlu tutmamış olması- liberal Amerikalılar nezdinde ciddi bir hayal kırıklığı yaratmış durumda. Sonuçta bu kadar pragmatik bir politika benimsenecekse, ki diplomasinin geri dönebilmesi için bir zorunluluk da olabilir, insan hakları ve demokrasi meselesinin bazı yönetimleri cezalandırmak için araçsallaştırılmasına ne gerek vardı. Geçtiğimiz günlerde Alaska'da Çin Hükümet yetkililerinin bu rahatsızlığı dillendirdikleri bir şov yaptığı biliniyor. Bu şova ABD dış işleri yetkilileri büyük ihtimalle AB ile beraber Çin'e karşı insan hakları ihlalleri konusunda uygulayacakları yaptırım kararlarını bilerek katlandılar. Sonuçta normatif değerlerin araçsallaştırılması ve ABD'nin ulusal çıkarına bağlanması uzun dönemde ABD için hem yapısal hem söylemsel bir sorun olmaya devam edecek. Ancak Biden yönetiminin, ona buna "katil" derken, aklında olan meselenin insan hakları, liberal dünya düzeni veya bölgesel güçler dengesi olmadığı da görülüyor. Dolayısıyla ABD dış politikasında meydana gelebilecek hasarlar da şu anda önemsiz. Tek önemli olan, ABD uzakta, geride beklerken Rusya ve Çin'in ilerleyişinin durdurulması.
İran meselesi beklemede
Beyaz Saray'ı rakiplerin yarattığı risk o kadar rahatsız ediyor ki Biden'ın seçim sırasında söz verdiği ABD'nin sonu olmayan savaşlardan çekilmesi için henüz Washington somut bir adım atmadı. Bu hususla ilgili olarak ABD'de gündemde tartışılan iki konu var. İlk mesele, ki aynı zamanda Washington'daki liberal kesimi en çok rahatsız eden konuların başında geliyor, İran'la ilişkiler ve 2015 tarihli Nükleer Anlaşmaya (JCPOA) geri dönülmesi sorunu. Trump kameralar önünde anlaşmayı yırtarak neredeyse saniyeler içerisinde JCPOA'dan çekilmişti. Üzerinden yıllar geçti, bu uğurda üsler filan vuruldu, İranlı nükleer bilim adamları suikasta kurban gitti, ABD'de başkan değişti ve yeni başkanın anlaşmaya döneceğiz, yaptırımlar yanlış eleştirilerine rağmen iki ay geçti ve ABD hala JCPOA'ya geri dönmedi. Öyle ki Biden yönetiminin hiç adını anmadan Trump'ın maksimum baskı siyasetini devam ettirdiğini söyleyenler de var. Biden'ın Yemen'de süren Suudi Arabistan-Birleşik Arap Emirlikleri destekli savaşa yardımcı olmaktan çekildiği ve yine Biden yönetiminin Bağdat'taki İran füze saldırısına ancak Suriye'de sınırlı bir askeri karşılık vermiş olduğu düşünüldüğünde maksimum baskı politikasının çok kuvvetli bir biçimde sürdüğünü söyleyemeyiz. Buna rağmen yaptırımlar ve Biden yönetiminin ağır kanlılığı Tahran'ın belini bükmeye, boğazını sıkmaya, üstelik seçimler kapıdayken devam ediyor.
Öyle ki Biden'ın İran'la nükleer görüşmelere başlamadan önce yaptırımlar konusunda hiçbir tavizde bulunmamış olması Khushner tarafından övgüyle karşılandı. Khushner, bugün Biden yönetimi İran karşısında iyi bir anlaşma şansı yakalayacaksa bunun sebebinin kayınpederi Trump ve uygulanan yaptırım politikası olduğunu hiçkimseye unutturmamak niyetinde. Tabii, yine meselenin özü, nükleer silahların yayılmasının önlenmesi için JCPOA'nun bir araç olduğu unutulmuş gözüküyor. Ayrıca silahsızlanma uzmanı Joseph Cirincione gibi konuyu yakından takip edenler İran'ın yaptırımlar yüzünden nükleer politikasını değiştirmediğini söylüyorlar. Öyleyse bu isteksizlik, bu yavaşlık niye? Çünkü artık Obama döneminde değiliz ve ABD Ortadoğu'ya hatta İran'a baktığında sadece İran'ı değil Rusya'nın ve Çin'in bölgedeki gölgesini ister istemez görüyor. Bu noktada İran'ın ABD için maliyet yükseltip azaltacak araçları Irak-Suriye-Lübnan-Yemen hattında devrede ama ABD'yi ikna etmeye çalıştığı oyun büyük güçler arasındaki stratejik kapışma ile ilgili ve İran'ın bu konuda söyleyecekleri, kendi adına üzücü ama, oldukça sınırlı.
Afganistan düğümü
Biden, ABD'nin savaşlarını bitirmekten bahsederken Trump yönetiminin kabul ettiği Afganistan'daki Amerikan askerlerinin 1 Mayıs'ta çekilmesi yönündeki kararını erteleyiverdi. Biden'ın Demokrat senatörlerden gelen ABD savunma bütçesinin yüzde 50 azaltılmasıyla ilgili talebi dinlemediğini de biliyoruz. Kısaca, Afganistan üzerinden Biden yönetiminin, ABD'yi giriştiği bu savaş maceralarından çıkartma niyeti olup olmadığı sorgulanıyor. Bu eleştiriler o kadar ayyuka çıktı ki Washington, Afganistan'da istikrarın sağlanması ile ilgili Katar-Taliban görüşmelerinin devamı niteliğinde Türkiye'de yeni bir toplantı düzenlenmesini önerdi.
Böyle önemli bir toplantının Türkiye'de düzenlenmesi Türk-Amerikan ilişikleri için yeni bir işbirliği fırsatı olabilir. Aslında Biden yönetiminin bu adımı hiç düşünmeden sadece liberal kamuoyunu yatıştırmak için attığını da söyleyemeyiz. Washington şunun farkında; eğer Ankara-Washington hattında olumlu bir yeni ivme, liberallerin çok arzu ettiği Afganistan düğümünün çözülmesi üzerinden sağlanırsa o zaman Biden'ın müttefikler arası işbirliğini kuvvetlendirmek yönündeki iddiasının altı da böylece doldurulmuş olur. Bu bağlamda, Brüksel'deki 24 Mart tarihli NATO Dışişleri Zirvesi çerçevesinde Blinken'in Türkiye'nin NATO'ya çapalanması konusunda belirttiği görüş, ABD-Türkiye ve Avrupa-Türkiye ilişkileri konusunda verdiği olumlu mesajlar çok dikkatle takip edilmeli. Biden yönetiminin İran konusunda bir türlü atmadığı adımı niçin Türkiye konusunda atmak için acele ettiği de iyice düşünülmeli. İpucu verelim; cevap Türkiye'nin Obama politikalarına direnme, Trump politikalarını da bozma gücünde saklı. Biden'ın şimdilik ağır çekimde oynattığı pragmatik oyun, bu kapasiteyi ABD ile yeni işbirliği hatlarına bağlamayı zorunlu kılıyor. İşin gerçeği, kimse iki taraf arasında kemikleşmiş bazı sorunların bir günde çözülmesini beklemiyor, beklememeli. Üstelik ABD'nin pragmatizmi ve Türkiye'nin pragmatizmi farklı mantıklardan besleniyor ama mühim olan, Ankara ve Washington'un ortak fayda getirecek yeni zeminlerde fonksiyonel işbirliği imkanlarından faydalanarak sonuçta iki tarafın da kazançlı olabileceği olanaklar yaratmaları. Eğer Washington, kendisini risklerden uzaklaştırmak istiyorsa bu tür bir işbirliğine fazlasıyla ihtiyaç duyacak. Aksi taktirde Washington pragmatizmi risklerin büyüklüğü ile ABD'de sesini yükselten liberal eleştiriler arasında sıkışıp, bir gözü Obama'ya, bir gözü Trump'a benzeyen amorf bir yaratığa doğru evirilecek- ki Ortadoğu'ya Obama ve Trump'ın ne getirdiğini, ABD için nasıl büyük bir soruna yol açtıklarını hatırlatmaya gerek yok.