Amerika'nın sinir uçları

Doç. Dr. İsmail Şahin / Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi
15.04.2022

ABD'nin son yıllarda Doğu Türkistan, Hong Kong, Tayvan ve Myanmar'da Çin aleyhine politikalar geliştirmesi, Kazakistan olayları ile Amerikan istihbaratı arasında ilişki kurulmasına yol açtı. ABD'nin, Myanmar'dan Kazakistan'a uzanan hat boyunca Çin'i çevrelemek ve sınırlamak adına birtakım rejim değişiklikleri planladığı konuşuluyor. Bu çerçevede insan hakları, demokrasi, ekonomik gelişmişlik ve sosyal adalet bakımından Asya Kıtası boyunca domino etkisi oluşturabilecek kitlesel protestolardan istifade etmesi muhtemel.


Amerika'nın sinir uçları

Amerikalı siyaset bilimciler arasında kabul gören yaygın yaklaşımlardan birisi de Hegemonik İstikrar Teorisi'dir. Bu teoriye göre, uluslararası liberal sistemin istikrarı ve muhafazası, hegemon bir devletin varlığına bağlıdır. Diğer devletlerden ekonomik, siyasi ve askeri olarak üstün olan bu devlet sayesinde uluslararası sistemin güvenliğinin, istikrarının ve sürdürülebilirliğinin teminat altına alınacağı varsayılır. Bu bağlamda hegemon devletin belli başlı görevleri ve sorumlulukları olduğu kabul edilir. En genel hatlarıyla bunlar şöyle sıralanabilir: Hegemonyaya uygun rejimlerin kurulmasını sağlamak, uluslararası sistemden sapmaları önlemek ve liberal sistemin kurallarının uygulanmasını engellemeye çalışan devletleri bertaraf etmek. Teorinin özünde, "hegemonya eşittir istikrar" düşüncesi vardır. Dolayısıyla hegemonyanın bir şekilde sona ermesi halinde uluslararası sistemin istikrarının bozulacağı düşünülür. Doğal olarak bu teorinin taraftarları, dünya için en ideal düzenin, tek kutuplu sistem olduğunu ifade ederler ve bu doğrultuda çok kutuplu bir yapıyı istikrar sağlayıcı olarak nitelendirmezler.

Pax Americana

Hegemonik İstikrar Teorisi'nin temel amacı Pax Americana'ya, bir diğer ifadeyle Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) askeri, siyasi ve ekonomik egemenliğine meşruiyet kazandırmaktır. Yine Amerika'nın liderliğinin uluslararası barış ve güvenlik açısından ne denli hayati bir önem arz ettiğini açıklamaya çalışır. Haliyle diğer devletlerin başlıca görevi ve sorumluluğu, ABD'nin tarihsel ve sistemsel zorunluluk olarak üstlenmiş olduğu bu liderliğe yardımcı olmak ve onunla birlikte hareket etmektir. Teorinin savunucularına göre günümüzde uluslararası sahnede ortaya çıkan istenmeyen olayların ve yerleşik uluslararası ilişkiler düzenine yönelik saldırıların ana nedeni, Amerikan hegemonyasının gerilemesidir. Bu çerçevede, Amerika'nın küresel ve bölgesel olayları etkileme yeteneğindeki düşüşün, Asya'dan Avrupa'ya birçok coğrafyada ciddi çatışmalara ve kırılmalara yol açtığı ileri sürülüyor. Hatta Çin ve Rusya'nın Amerika'nın üstünlük çağını sona erdirme girişimleri de bu bağlamda yorumlanıyor.

Şurası bir gerçek ki Amerika'nın yenilmezlik imajı, Irak ve Afganistan'da büyük bir darbe aldı. Ayrıca ABD'nin uluslararası terörizmle mücadelede demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi liberal sistemin yapıtaşlarına ziyadesiyle zarar vermesi, Amerika'nın ahlaki sorumluluğunun sorgulanmasına kapı araladı. Kaçınılmaz olarak bu durum, dünya siyasetinde tek bir egemen gücün üstünlüğüne duyulan güvenin ve inancın zayıflamasına neden oldu. Böyle bir algının ortaya çıkması, dünya genelinde Amerikan karşıtlığının yayılmasını teşvik ederken, diğer taraftan da ABD'nin rotasında yer alan devletleri siyasi özerklik arayışına; Çin ve Rusya'yı da daha cesur adımlar atmaya yönlendirdiği söylenebilir. 2000'li yılların başından günümüze, Amerikan hegemonyasının sınırlarının iyiden iyiye belirginleşmesiyle, Çin ve Rusya'nın öncülüğünde "çok kutuplu dünya düzeni" arayışlarını hızlandıran tarihi bir eşiğe doğru gidildiği, rahatlıkla görülebiliyor.

Ciddi bir sınama

Amerika'nın uluslararası ilişkilerdeki üstünlüğünü kaybetmesiyle uluslararası ilişkiler tarihi bakımından, dünyanın çok ciddi bir sınamadan geçtiği, kolaylıkla fark edilebiliyor. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi arasında 30 Mart'ta gerçekleşen görüşme sonrasında, Lavrov'un yeni bir dünya düzeninden söz etmesi ve açıklamasında "çok kutuplu, adil, demokratik bir dünya düzeni" vurgusuna yer vermesi, oldukça dikkat çekiciydi. Fakat daha ilginci ise, Çinli mevkidaşının söyledikleriydi. Wang şöyle diyordu: "Çin-Rusya işbirliğinin sınırı yok. Barış çabamızın sınırı yok. Güvenliği korumamızın sınırı yok. Hegemonyaya karşı muhalefetimizin sınırı yok." Asya Kıtası'nın iki büyük ülkesi, ABD liderliğindeki Batı düzenine karşı olduklarını; ayrıca çok kutuplu bir dünyaya yol açacağını umdukları uzun vadeli bir yolculuğa çıktıklarını, açık bir şekilde ilan ediyorlardı. İki ülkenin mutabık kaldıkları yol haritasında başarıya ulaşabilmek için dünya genelinde ABD hegemonyasını zayıflatmak, stratejik öneme sahip topraklarda kendi nüfuz alanlarını oluşturmak, önemli ticaret yolları üzerinde hâkimiyet kurmak, bölgesel ve küresel askeri, ticari ve siyasi iş birliği ağlarını genişletmek gibi bazı ortak hedefler üzerinde anlaşmaya vardıklarından bahsediliyor. Bu planın farkında olan Amerika'nın iki rakibini de saf dışı etmek için hem eski Sovyet coğrafyasında hem de Hint-Pasifik'te kendine yakın rejimler ya da iktidarlar oluşturma; demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve serbest piyasa ekonomisi taleplerini canlı tutma şeklinde önemli hamleler tasarladığı iddia ediliyor.

İlk hesaplaşma

ABD'nin uzun süredir Kazakistan'la yakından ilgilendiği ve iki ülke arasında stratejik bir ortaklık kurmak için yoğun bir mesai harcadığı, bilinen bir gerçek. Amerika sadece Kazakistan'la değil, Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana tüm eski Sovyet ülkeleriyle bağımsızlıklarına ve toprak bütünlüklerine saygı temelinde iyi bir diplomatik ilişki kurmaya çalışıyor. Diğer taraftan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in, Sovyetler Birliği'nin dağılmasından doğan ülkeler üzerinde Rusya'nın etkisini azami ölçüde artırmaya çabaladığı ve bu ülkelerin Moskova'dan bağımsız hareket etmelerini önlemeye yönelik adımlar attığı, bir başka hakikat. Çin ile Rusya arasında yer alan Kazakistan, coğrafi ve jeopolitik olarak çok önemli bir konumda. ABD'nin Kazakistan'da milyarlarca dolarlık enerji yatırımı var ve Chevron ve ExxonMobil gibi bazı büyük Amerikan şirketlerinin Kazak petrol ve gaz sahalarında çıkarları söz konusu. Ülkedeki zengin uranyum yatakları ise bir başka cazibe alanı. Bundan dolayı büyük güçlerin gözü Kazakistan'ın üzerinde. ABD'nin son yıllarda Doğu Türkistan, Hong Kong, Tayvan ve Myanmar'da Çin aleyhine politikalar geliştirmesi, Kazakistan olayları ile Amerikan istihbaratı arasında ilişki kurulmasına yol açtı. İddialara göre ABD, Myanmar'dan Kazakistan'a uzanan hat boyunca Çin'i çevrelemek ve sınırlamak adına bir takım rejim değişiklikleri planlıyor. Bu çerçevede insan hakları, demokrasi, ekonomik gelişmişlik ve sosyal adalet bakımından Asya Kıtası boyunca domino etkisi oluşturabilecek kitlesel protestolardan istifade etmeyi düşünüyor.

Batı'nın stratejik sabrı

Viktor Orban liderliğindeki Macaristan, Avrupa Birliği (AB) ile uzun yıllardır hukukun üstünlüğü, insan hakları, mülteci sorunu ve basın özgürlüğü gibi ciddi konularda derin bir fikir ayrılığı yaşıyor. Macaristan'ın fikir ayrılığı sadece AB ile sınırlı değil. 2010 yılından bu yana Başbakanlık görevini yürüten Orban, aynı zamanda NATO ile de önemli görüş ayrılıklarına sahip. Özellikle Rusya ve Çin'le kurulan yakın ilişkiler, NATO ve ABD'yi bir hayli rahatsız ediyor. Öyle ki Macaristan, Başkan Joe Biden'ın himayesinde düzenlenen Demokrasi Zirvesi'ne davet edilmeyen tek Avrupa Birliği ülkesiydi. Ülkedeki muhalifleri Orban'ı Avrupa, ABD ve NATO'daki müttefiklerine ihanet etmekle suçlasa da Macar lider, AB'nin ve transatlantik ittifakının zayıflamasıyla, daha dengeli ve özerk bir dış politika arayışı içinde. Ancak Orban'ın bu tercihi, Macaristan'ın, Brüksel'den uzaklaşıp Moskova'ya yakınlaşması şeklinde yorumlanıyor. Bazıları ise Budapeşte ile Moskova arasındaki yakın ilişkinin nedenini, Macaristan'ın enerji ihtiyacının yarısından fazlasını Rusya'dan karşılamasına bağlıyor. Hâlbuki Macaristan'ı Rusya'ya iten esas neden, AB ve NATO'nun iç krizi ile transatlantik ittifakın zayıflaması. Öyle ki Orban, Ukrayna konusundaki tutumuyla bu durumu bir kez daha gözler önüne serdi. Macar Başbakan, Ukrayna'ya silah desteği vermeyi, Macar toprakları üzerinden silah sevkiyatını ve de Rusya'ya yönelik doğalgaz ve petrol yaptırımlarına katılmayı açık bir şekilde reddetti.

Rus-Sırp dostluğu

Batı Balkanların önemli bir ülkesi olan Sırbistan, ne AB ne de NATO üyesi. Ayrıca 2007 yılında tarafsız bir devlet olduğunu ilan etti. Bu zamandan itibaren dengeli bir dış politika izlemeye çabalayan Sırbistan, bir taraftan AB üyesi olmak için mesai harcarken, diğer taraftan Rusya ve NATO ile de tatbikatlar yapmayı ihmal etmiyor. Ancak Sırbistan, tüm teklif ve telkinlere rağmen NATO üyeliğine sıcak yaklaşmıyor. Bunun en önemli nedeni Moskova'yla tarihi bağlar ve yakın ilişkiler. Rusya, 2008 yılında Sırbistan'dan ayrılan Kosova'nın bağımsızlığını tanımamıştı. Sırbistan da Ukrayna konusunda Rusya'nın yanında yer alıyor. Belgrad, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda Rusya'nın Ukrayna işgalini kınayan ülkeler arasına katılsa da, gerçekte bu davranışı tamamıyla taktikseldi. Zira aksi takdirde, Kosova'nın bağımsızlığına yönelik ileri sürdüğü toprak bütünlüğü ilkesini boşa çıkarmış olacaktı. Sırplar sadece Sırbistan'da değil Boşnak, Hırvat ve Sırplardan oluşan Bosna-Hersek'te de benzer şekilde davranıyor. Mesela bu doğrultuda, Boşnak ve Hırvatlar ülkenin NATO üyeliğine girmesini desteklerken, Sırplar bu düşünceye karşı çıkıyor. Bosna'daki Sırp Cumhuriyeti'nin lideri Milorad Dodik, Rusya'nın iyi bir müttefiki; geçtiğimiz aylarda Sırp bölgesinin Bosna-Hersek'ten ayrılabileceğini belirterek ülkedeki güvenlik ve istikrarla ilgili kaygıları artırmıştı. Yine Bosnalı Sırpların karşı çıkması nedeniyle Bosna-Hersek, Rusya'ya yaptırım kararı alamamıştı. Uzmanlar, Rusya'nın artan baskılar karşısında Balkanlardaki fay hatlarına yeniden işlerlik kazandırarak, istikrarsızlığı Avrupa'nın içlerine kadar çekme ihtimalinin bulunduğundan bahsediyor.

Rusya'nın iki Avrupa ülkesini kendi safında tutması, Rus-Macar-Sırp dostluğunun her geçen gün büyümesi, Batı'nın jeopolitik kaygılarını artırıyor. Bir taraftan Moskova'nın Belgrad'a silah sağlayarak, hem Balkanları hem de Sırbistan'a komşu NATO ülkelerini tehdit ettiği, diğer taraftan Rusya tarafından desteklenen Sırp milliyetçiliği ile Macar milliyetçiliğinin Avrupa'da güvenlik ve istikrarı tehlikeye attığı düşünülüyor. Sonuç olarak Amerika eski Sovyet coğrafyasında Rusya'yı rahatsız edebilecek hamleler peşindeyken, Rusya da NATO ve Avrupa topraklarında Amerika'yı kaygılandıracak ilişkiler ağı kurmanın stratejisini izliyor.

[email protected]