Anayasa yapım sürecinde demagojik engelleri aşmak

Ali Osman Sezer/ Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi
1.07.2023

Milli iradenin hakimiyeti, yasallığın milletin yaşam biçiminin merkeze alınarak yapılmasını içerir. Aksi takdirde millete ait yaşam biçimini merkeze almayan yasal durum, kendini merkeze alarak, esas aldığı yaşam biçimini millete dayatmaya kalkışacaktır. Oysa yasa ile yaşam biçimi ihdas edilemez.


Anayasa yapım sürecinde demagojik engelleri aşmak

Hatırlanacağı üzere 2017 Anayasa değişikliği tartışmalarının ana ekseni, ona karşı olanların rejim elden gidiyor söyleminde gerçekleşti. Ne ilginçtir ki bunca önemsenmesine karşın bu dönemde bile rejim nedir, sistem nedir konuları tartışılmadı. Dolayısı ile şu an milli bir anayasa yapım sürecinin eşiğinde bulunuyoruz ve bu sürecin de en ateşli tartışmaları yine bu kavramlar üzerinden gerçekleşecek gibi duruyor. Tartışmak, elbette konuyu olgunlaştıran veya gözden kaçanları yakalayıp düzeltmek için önemlidir. Ancak tartışma konusu kavramların gerçek bağlamları ile bir ilgisi yoksa bu durum tartışma değil bilinçli olarak üretilmiş çözümsüz çelişkilerle süreci baltalama çabasından başka bir anlam ifade etmez. Bu açıdan siyasi ve hukuki esas metin olan Anayasaların kavramları yerli yerinde, gerçek bağlamları ile iç içe ve her okuyanın bambaşka anlam çıkarabileceği kavramlar olmaktan kurtarılmalıdır. Gerekirse bu kelimelerin kavramsal tanımları yapılmalıdır. Türkiye'de gerçekleşen krizlerin neredeyse tamamının Anayasal kavramların bağlamından kopartılarak gerekçelendirilmeye çabalandığı unutulmamalıdır. Yer yer hala devam eden ve cumhuriyet derken, kendi istedikleri olmazsa halka haddini bildireceğini haykıran tehditleri bile cumhuriyeti koruma adı altında yapan bir zihniyetin varlığının güçlü olduğu bir ortamda öncelikle kavramlarımıza dikkat etmek ve onları temizleyip, gerçek anlamlarını korumakla işe başlamalıyız.

Bu açıdan rejim elden gidiyor söylemine karşı rejimin, milletin hakimiyeti esasına dayalı cumhuriyet olduğu ve milletin hakim olduğu bir ortamda onun dediğinin olması ile cumhuriyetin nasıl elden gitti sorulmalıdır. Milli bir anayasa, cumhuriyet rejiminin milli iradeyi en iyi yansıtan bir sistemle gerçekleşeceği anayasadır. Bu bağlamda sistem de cumhuriyetin en iyi uygulaması ve gerçekleşmesini sağlayacak olan demokratik yöntemlerdir. 2017 Anayasa değişikliği ile de millet bu sistemi Cumhurbaşkanlığı sistemi olarak benimsemiştir. Elbette yeni olmasının getirdiği ve uygulamada karşılaşılacak eksiklerin telafisi kaçınılmazdır. Bu açıdan yeni anayasa süreci bu eksikliklerin de telafi edildiği bir süreç olacaktır.

KRİZ TEHLİKESİ ALTINDA SİYASİ HAYAT

Türkiye siyasi tarihi ana hatları ile bakıldığında neredeyse siyasi krizler tarihi olarak şekillenmiştir. Kriz ise sistemsel bir tıkanıklık ya da arıza olarak ortaya çıkan bir durumdur. Türkiye'de siyasi hayatın sık sık kriz ya da kriz tehlikesi gölgesinde gerçekleşmesi ise siyasal sistemin gözden geçirilmesine odaklanan çözüm arayışlarına dönüşmüştür. Bu krizlerin temelinde olan esas meselenin cumhuriyeti maske olarak kullananların ve millete zorla kendi iradesini dayatarak bu toprakları sömürgeciliğe geçit verecek hale dönüştürme amacı olduğu ortadadır.

Cumhurbaşkanlığı Sistemi'ni içeren son anayasa değişikliği süreci ağırlıklı olarak rejim ve sistem tartışmaları ekseninde gerçekleşti. Tamamen içerikten yoksun ve taraftarlarını coşturmaya dönük söylemlerle gerçekleşen bu süreçler hatırlanarak rejim ve sistemin ne olduğunun sabırla ifade edilmesi cumhuriyet ve demokrasinin ne olduğunu anlamaya katkı sunacaktır.

Devletlerin rejimleri hakimiyetin kime ait olduğuna, sistemleri de devletin tüm kurumları ile bu rejimin cari yöntemlerine göre şekillenir. Kendi algı dünyamızda kavramlara istediğimiz anlamları yüklemeye kalkışsak da kamusal alanda gerçekleşen bir ifade, bu ifadenin muhatabına ulaşması açısından kavramın imkanlarını aşamaz. Bu nedenle iletişimin öncelikli kuralı iletilmek istenen ifadeyi muhataba iletmeye en uygun aracı bulup kullanabilmektir. Bu zeminden yoksun ifadeler özellikle siyasal ortamda güven kaybına ve tarafgirliği aşmayan kargaşa ortamlarına dönüşür.

Türkiye rejim olarak demokratik bir cumhuriyettir ve bu, hakimiyetin millete ait olduğu anlamına gelir. Hakimiyet ise devleti ve o devletin varlık gösterdiği tüm alanda kural koyma yetkisini kapsar ve otorite olarak kendisinden daha üst bir kurum olmadığını ifade eder. Cumhuriyet rejimlerinde en üst otorite millettir ve kimseye hesap vermez. Bunun altında başka bir otorite söz konusu olacaksa da bu, milletin verdiği bir yetki ve görev olarak milli iradeyi cari kılmaktan başka, kendinden menkul bir otorite olamaz.

Meşru bir hakimiyet, kendisi dışından başka bir otorite tarafından sorgulanamaz ve başkasına hesap vermez. O, onu millet yapan değerlerin sorumluluğu ile öz denetimini kendisi yapar. Bu bağlamda hakim iradeden hesap sormaya veya bu iradeye darbe vurmaya kalkışmak, aslında millet hakimiyetinden ayrışıp, kendi(sömürgeci) egemenliğini ikame etme talebi olarak millete savaş ilanıdır. Ancak bunu milli iradenin kendi unsurlarından gelen eleştiri ve yeni fikir beyanları ile milletin tekamülünü gerçekleştirdiği devingenlikle karıştırmamak gerekir. Cumhuriyet rejiminde hakim olan milli iradedir, ancak bu iradenin teşekkülü, demokratik süreçlerde milleti oluşturan unsurların kendilerine ait fikir, öneri ve eleştirilerini herhangi bir dayatma ve şiddete başvurmadan özgürce yapabilmelerine bağlıdır. Bu durum sağlıklı işleyen demokratik cumhuriyetlerin en temel özelliği ve milli iradenin teşekkülünün de en işlevsel yoludur. Bu, demokratik cumhuriyeti mümkün kılan milli iradenin gerçekleşebilmesinin zeminidir. Çünkü cumhuriyet ancak böyle bir zeminde gerçekleşebilir ve bu rejimin düzeni ise durağan değil, tekamül edebilen milli iradenin istikrarlı ve kesintiye uğramadan cari kılınabilmesine bağlıdır. Düzenli işleyen bir rejim, milli iradenin teşekkülü ile oluşan devletin, kurumları ile birlikte işletileceği sistemle temin edilebilir. Rejim kaynaksa, sistem o kaynağın en uygun şekilde kullanılacağı yöntemleri ifade eder. Kaynakların verimliliği(düzenli rejimler), ona uygun sistemlerin, kaynağa (hakimiyetin millete ait olduğuna) zarar vermeden işletilmesi ile söz konusu olabilir. Aslında milli irade dışında başka hesaplarla hareket etmeye başlayan bir yapı milletin devleti olmaktan çıkmış, milli iradeye düşman bir gücün eline geçmiş demektir. Tüm darbelerin devlet aygıtını milli iradeden koparıp, devletin gücünü ele geçirerek kendi özel hesapları doğrultusunda kullanmayı amaçlayanların teşebbüsü olduğu tartışılmaz. Bu teşebbüs başarıldığında millete hizmet etsin diye kurulan devlet, bu irade elinde milletin en büyük düşmanı olarak kullanılmaya başlar. Bu durum bir milletin başına gelebilecek en ağır felaketlerden biridir ve neredeyse millet olma halini ortadan kaldırıp bir halkın topyekün köleleştirilmesine yol açar. Bir milletin hakimiyetini (hak bildiğini hakim kılmayı) cari kılamaması, özellikle devletini bu doğrultuda sistemleştirememesi onun hakimiyetini tehdit eder. Türk siyasi tarihi neredeyse bu tedirginliğin gölgesinde gerçekleşmiştir. 15 Temmuz son darbe girişimi neredeyse herkesin artık darbe olmaz inancını taşıdığı bir aşamada gerçekleşti. Bu girişimlerin bu kadar sıklıkla en olmadık zamanlarda geçit bulabilmesinde uzun yıllar yerleşmiş sistemin kanallarının rolü olmadığı söylenemez.

Millet hakimiyetinin en belirgin özelliği olan hesap sorulamazlık ve sorgulanamazlık sıfatları ele alındığında parlamenter sistemin millet egemenliği anlayışı ile çelişkili bir zeminde olduğunu görüyoruz. Cumhuriyet rejimlerinde hakimiyetin millete ait olması, onun hakka karar veren otorite olarak hesap sorulamazlığını ifade eder. Ancak parlamenter sistemin cumhurbaşkanlığı makamı Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimlerinin yenilenmesine karar vermek, gerekli gördüğünde Bakanlar Kurulunu başkanlık etmek, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Başkomutanlığını temsil etmek, Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanılmasına karar vermek, önemli kurumların başkan veya yöneticilerini seçmek veya atamak gibi doğrudan hakimiyet yetkisini kullanabilecek bir makamın sorumsuzluğu veya hesap sorulamazlığı, esasta millete ait olan ve bu yönüyle hakimiyetin doğal sonucu olan hesap sorulamazlığın millet ait olduğu cumhuriyet rejimi ile çeliştiği açıkça ortadadır. Bu sorumsuzluk, sembolik bir cumhurbaşkanı ifadesi ile örtülmeye çalışılsa da sembol bir ortamda en güçlüyü ve değerliyi ifade eder. Gerçek uygulamaya bakıldığında da başbakan ve bakanların belirlenmesi dahil olmak üzere yukarıda belirttiğimiz görev ve yetkileri ile parlamenter sistemin cumhurbaşkanı gerçek manada sorumsuz, mutlak dokunulmaz (kutsal) bir semboldür. Cumhurbaşkanlığı sistemi ile bu durum aşılmışsa da yeni sistemin eksikliklerinin gözden geçirilmesi gerekir. Elbette siyasette mükemmele ulaşmak söz konusu değildir. Değişen her şeye karşılık siyaset kurumu da sürekli bir değişim ve dönüşüm süreci içinde kendisini yenileyerek yolda olunması gereken bir süreçtir.

DEMAGOJİK MANİPÜLASYONLAR

Milli iradenin hakimiyeti, yasallığın milletin yaşam biçiminin merkeze alınarak yapılmasını içerir. Aksi takdirde millete ait yaşam biçimini merkeze almayan yasal durum, kendini merkeze alarak, esas aldığı yaşam biçimini millete dayatmaya kalkışacaktır. Oysa yasa ile yaşam biçimi ihdas edilemez. Yasalar, milletin yaşam biçimini merkeze alarak muhafaza eden, kamu gücüne bağlanmış, kamusal alanın haklarını koruyan aygıtlardır. Bu anlamda sistemin normalliği, milli iradeyi merkeze alarak kurulduğunda cumhuriyet rejimi de normal işleyişine kavuşabilir. Yasallıkla ortaya çıkan sistem, milletin iradesi altında şekillenir ve böylece devletin tüm kurumları hiyerarşik olarak millete hesap verir. Cumhuriyet, kavramsal olarak zaten bu yerine geldiğinde cumhuriyettir. Yani milletin hak bilincinin yasal durum olarak somutlaşıp, hakimiyet fiilen cumhura ait olduğunda.

Sonuç olarak kim ne derse desin, esas olan hakimiyetin millete ait olduğunu unutmamak ve bu doğrultuda, halkın hak anlayışına geçit verecek sistemin ve yasallığın meşru olacağıdır. Ancak bu hususta milli iradenin sağlıklı olarak ortaya çıkabilmesi, milletin tüm unsurlarının fikirlerini, farklı düşünene karşı düşmanca tavır takınmadan ifade etmesi ve bunun sonucunda çıkan milli iradeye saygı duymasına bağlıdır. Böyle bir anayasa yapım sürecini baltalamaya dönük demagojik manipülasyonların da neyin neyi ifade ettiğinin açık seçik açıklandığı kavramsal çerçeve ile aşılması milli bilinci dinamik kılacaktır. Hak Hukuk ve Adalet üçlüsüne dayalı temel yasayı (se yasa) gerçekleştirmek anlamındaki siyaset bilinci de budur. Bu, kendisinin haklı ve doğru olduğunu düşünenin kendisine ve millete karşı sorumluluğudur. Bu sorumluluğu taşımamak milletle karşı karşıya gelerek, milli iradeyi aşmayı amaçlayan oluşumlara geçit verecek kanallara dönüşecektir. Herkes kendi özel hak anlayışını özel yaşamında sorumluluk bilinciyle cari kılabilir ve bunu hiç kimseye dayatmamak ve zarar vermemek koşulu ile ifade edebilir. Özellikle bu durum, milli iradenin gelişmesi ve gerçekleşebilmesinin önemli kaynaklarındandır. Ancak kamusal alanın kuralları, milletin hak anlayışının cari kılınacağı bir sistemle belirlenmedikçe, millet hak görmediği uygulamaların nesnesi olmaktan kurtulamayacaktır. Esas olan hakimiyetin kayıtsız şartsız millete ait olmasıdır. Onu bir kayda bağlamak, onun üzerinde başka bir hakimiyet ihdas ederek halka hesap sorabilmenin kapısını aralayacaktır... Bu tehdidi önlemenin en somut yolu ise anayasanın milletin hak bilinciyle yapılarak, onun hak bilincinin hakim kılınmasıdır. Çünkü anayasayı hangi irade yaparsa hakimiyet de onundur!

[email protected]