Antifa'nın YPG'yle macerası

Bülent Tokgöz / Yazar
14.06.2020

Antifa'nın PKK saflarında önce DEAŞ'a, sonra Türk ordusuna karşı savaşını parıldatmak adına önde gelen medya kuruluşları birbiriyle yarıştı. Adıyla sanıyla anarşist bir örgütün bu kadar sempati ve himayeye mazhar olması başından itibaren işkillendirici gözükmeliydi.


Antifa'nın YPG'yle macerası

Adını duymamızı istedikleri için duyduk. Birinci ağızdan telaffuz ederek dünyanın gündemine yepyeni bir özne olarak takdim ettiler. Terör listesine alınması için Beyaz Saray’ın çalışma başlatması, işi daha da ciddiye bindirdi. Hazır terör demişken listede adı senelerdir geçen PKK ile olan bağını görmezden gelmeyi sürdürüp sürdürmeyecekleri merak konusu olsa da hikâyenin aslını en iyi bilen aslında kendileri.

Doğrusu, can düşmanı olarak takdim ettikleri DEAŞ’ın görünür bir tehlike hâlini alması için Batı’dan insan sevkiyatını yıllar boyu uzaktan takip etmiş, hatta süreci bizatihi idare etmişlerdi. İdeolojik yapısı itibarıyla kendileri için bir tehdit arz eden Antifa’nın da benzer bir senaryo gereğince bölgeye çekilmiş olması yabana atılır bir ihtimal değil.

Çünkü her şey o kadar şeffaf, hatta müstehcen biçimde cereyan etti ki; Antifa’nın PKK saflarında önce DEAŞ’A, sonra Türk ordusuna karşı savaşını parıldatmak adına önde gelen medya kuruluşları birbiriyle yarıştı. Adıyla sanıyla anarşist bir örgütün bu kadar sempati ve himayeye mazhar olması başından itibaren işkillendirici gözükmeliydi.

Savaş turizmi

PKK kıyafetleri defilelerle trend hâline getirilmek istenirken Marie Claire gibi ünlü bir moda dergisi, kirli pasaklı Ortadoğu’ya kadar gidip YPG saflarında savaşan bir kadını bayraklaştırabiliyordu. “İngiliz gönüllü ile Suriye cephe hattı: ‘Genç kadınlar direnişin ön safında’”. İnsanlık düşmanı DEAŞ’a karşı en ön safta savaşma şanı bahşedilmiş PKK’nın onurundan pay almak Batılı “gönüllü”lerin de hakkıydı. Eouronews, eski bir İngiliz aktörünü YPG saflarında savaşırken kahramanlaştırıyor, Voice Of America bol kepçe YPG haberleriyle kendi kahramanlarını yaldızlıyordu. DEAŞ ile savaşın ilk döneminde bölgeye gelen Batılı gönüllüler ile bilhassa 2015 sonrasında gelenler arasındaki farka işaret etmek gerekiyor. Öncesinde gelenlerin hemen tamamı 30 yaşın üstündeydi ve yüzde 82’si eski askerdi. Bunların yüzde 29’unun da Irak ve Afganistan tecrübesi vardı. Henüz bölgeye yerleşmemiş devletler, gönüllü görünümünde uzmanlarını önden yollamışlardı; eğitim, örgütlenme ve elbette ki istihbarat için.

Savaş turizmi ve yüksek adrenalin için gelenler de azımsanamazdı. Adrenalin tutkunları birkaç ay içinde heveslerini alıp dönüş biletlerini çantalarından çıkarıyordu. Savaş turistleri de uygun yıkım manzaraları ve aksesuarlar önünde selfilerini çektikten sonra konforlu ve güvenli hayatlarına dönebiliyorlardı. İslam’a karşı savaşma arzusuyla coşmuş Haçlı zihniyetli maceraperestleri ve suçluları da anmak gerek. Psikopatça işlere eğilimli bu tipler arasında –Ömer Özkızılcık’ın aktardığına göre- Yamyam Tim namını alacak olan biri, RPG’yle öldürdüğü DEAŞ militanının pişmiş cesedinden et keserek yiyebilmişti.

Rojava Green Again

Amerikan ordusu ve istihbaratı alenen bölgeye yerleşince, İngiliz ve Fransız müttefikleri de karınca kararınca sahnedeki yerlerini alınca eski asker gönüllülere pek hacet kalmadı. 2015 sonrası yapılan yayınlar ve propaganda faaliyetleriyle yeni gönüllüler bölgeye çekildi. Afişler, pankartlar, mitingler, seminerlerle sol ve anarşist çevrelerin gündemine sokuldu. “Rojava Devrimi” çok yönlü bir ütopya olarak tasvir edildi. BBC Gizli Rojava Devrimi diye belgeseller yayınlıyor, CNN “Dünyanın en ileri demokrasisi doğuyor, yok olmasına izin vermeyin” ifadelerine sitesinde makale olarak yer verebiliyordu. “Rojava”nın İslamî ve vahşi bir coğrafyada Batı değerlerine sadık bir ütopya adası olarak resmedilmesi için o kadar çok şey yazıldı çizildi ki on binlerce idealistin Suriye’nin kuzeyine koşması gerekirdi. Rojava Green Again sloganıyla ekolojik umutları yeşillendiriyor, Feminist söylemiyle kadınlara ve Batılı değerlere göz kırpıyor, Demokratik Konfederalizm gibi cafcaflı projelerle felsefi bir saygınlıktan nasip alıyordu. Bu da yeni davetli listesinin kimliğini şekillendiriyordu.

Gelenlerin bir kısmı Batı’da yaşayan Kürtlerdi. Zaten PKK’nın yasal derneklerinde faaliyet göstermekteyken sadece görev sahalarını değişmiş oluyorlardı. Çin ve Japonya gibi Asya’dan birkaç kişi de olmakla birlikte gelenlerin çoğu İngilizce konuşulan ülkelerdendi. “Bir devrime katılmak hayatımdaki şanstı” diye bakan sol ve anarşist kültürle beslenmiş gençler.

Nepal’e gidiyorum

“Devrim bugün saldırı altında. Paris Komünü gibi tarihin pek çok noktasında devrimci güçler yeni bir dünya düzeni kotarmak ve hepimizi bir kez daha köleleştirmek isteyen kapitalist hegemonya canavarıyla yüz yüze. Bu bizim Stalingrad’ımız. Devrim muhakkak korunmalı!” Antifaşist İnternational Tabur, Antifa bayrakları önünde okuduğu bildiride böyle diyordu. Bayat da olsa klişeler işe yarıyordu. Çünkü “Türkler Kürtlere İslam şeriatını uygulamak için tank ve uçakla saldırıyor, onları savunmaktan başka seçeneğimiz yok!” diyen bir gönüllü kitlesiyle muhataptılar.

Sayıları bahsinde rivayet hep muhtelif oldu. En yüksek rakamı verenler dahi 2 binden yukarı diyemediler. 2018’de Rolling Stone’a mülâkat veren ağzı bozuk militan sayılarının 500 olduğunu ifade etmekteydi. MLKP ağırlıklı Türk sol gruplarının da ilavesiyle bu sayıyı bine kadar çıkarmak mümkün. Avustralya’dan gelenlerin sayısı 90, ABD’den gelenler ise 100 kişi kadardı. Nüfusuna göre en fazla katılımlardan biri Yunanistan’dandı. “Rojava’dan Atina’ya davanın kurtarılmış toprakları. Onları almak için kanla sulayacaksın!” Duvara spreyle yazdıkları söz, Megali İdea’nın anarşistçe yazımından başka bir şey değildi.

Batı’dan gelen binlerce DEAŞ militanının Türkiye topraklarından geçiş yapmasına mukabil Antifa unsurlarının çoğu Irak üzerinden Suriye’ye geçti. Erbil ve Süleymaniye’ye inen uçaklardan Kandil’e, Sincar’a aktarıldı, sonra da rüyalarındaki topraklara kaçakçılarca geçirildiler. “Anne, bir yardım kuruluşunda çalışmak üzere Nepal’e gidiyorum” diyen idealistlerden bir kısmı için bu rüya kısa sürede katlanılması zor bir kâbusa dönecek olsa da.

Zombiler gibiydik

Alışageldikleri lüksleri burada bir kenara bırakmak zorunda kaldılar. Şöyle diyordu biri: “Nereye geldiğinizi anlamanız gerekiyor. Çamurdan bir kulübedesiniz. Mermileriniz ve bir battaniyeniz var. Bazen bir parça ekmekle idare etmek durumundasınız.” Uyku en az bulunan şeylerdendi. Gece nöbetleri, gündüz devriyeleri ve aşırı sıcaklar yüzünden uykuya hasret kalıyorlardı. “Saunada uyumayı denemek” kolay değildi.

“Kirli elleriyle kızarmış patatesler yiyen, yüzleri silah dumanıyla lekeli, üniformaları toz ve kurumuş terden kabuklanmış” militanlardan biri “iki ayda bir kez duş alabildim” diyordu. “En berbat işkence” ise “Fırat’ın kirli sularından” hücuma kalkan, “en iyi ağlardan bile geçebilen, kan emici” sivrisinek sürüleriydi. Yabancı konukları “Etrafta yürüyen zombiler gibiydik” diye tarif ediyordu.

Kendisini Troçkist sıfatıyla tanımlayan militan, farklı fraksiyonlardan gelmiş gönüllüler arasında savaş gerçeğini ve askerî mantığı yeterince içselleştirememiş tiplerin varlığından şikâyetçiydi. Askerî disipline uymakta ayak sürüyen anarşistler bunlardandı. “Gecekonduda yaşıyor gibi davranıyorlardı. Beni otoriter olarak tanımlıyor ve demokrasi istiyorlardı. Ben de onlara gidip sivil bir iş yapmalarını söyledim.” Çoğu öyle de yaptı zaten.

Aptallar tarafından yönetiliyor

Aradığı özgürlük ve devrimci yaşamı bulamamak travmatikti. “Radikal sol kanat anti-faşistlerken sağcı-dinî faşistler olabiliriz, çok fazla ortak noktamız var!” Düşmanına benzeme durumu birçoğunu endişeye sevk etti, YPG’yle hikâyelerini eleştirel bir gözle okudular. Ayrılanlardan bazıları açtıkları sosyal medya hesaplarında yaşananları eleştirel bir dil kullandı.

Mepa News’in aktardığına göre, bunlardan biri, Taktik Tıbbi Birim’in kapatılması sebebiyle ölümcül olmayan yaralar yüzünden birçok gönüllünün ölmesini eleştirmiş, YPG tarafından hapsedilince de ayrılma kararı almıştı. Yardım kuruluşlarından gelen ambulansları Kürtlere tahsis ettiklerini, Araplara ayrımcılık ve ikinci sınıf insan muamelesi yaptıklarını söylüyordu.

Hâlâ anarşist olsa da şunu diyecek noktaya gelmişti: “Birdenbire fikir değiştirerek YPG’nin kötü olduğunu söylemiyorum. Onlar sadece savaş alanındaki travmayı tedavi etmekle ilgilenmekten çok, ölen genç insanların şatafatlı sarı fotoğraflarını bastırarak propaganda yapmayı arzulayan aptallar tarafından yönetiliyor.”

Kalan anarşist ve sosyalistler Apoist hevallerden bir parça Kürtçe öğrendi, onlara kendi dillerinden bir şeyler öğrettiler. Sınırların ötesindeki bu devrimci dayanışma, savaş tecrübesinin yanı sıra militanlar için ciddi bir hayat tecrübesi imkânıydı da. Arap komşuları süt ve yoğurt getiriyor, bunlar da onlara şeker vesaire veriyordu. Ermeni komşularıyla da “yanaktan öpüşmeleri, sosyal dönüşümün önünü açacak projeler için bir ilk adım” olabilirdi. Sosyal proje, biraz sosyalist hayaller, biraz da feministlik ve homoseksüellikti elbette ki. Türk düşmanlığı da olmasa eksik kalırdı. “Kürt devrimi”ni “Türk faşizmi”ne karşı savunmak üzere Afrin’e alay-ı vala ile gittiler. “Rojava’da görülmüş en zor ve bir o kadar da politik” cenkte yer almak için 100 ila 400 civarındaki Antifa militanı öne atıldı. Bunlardan 3,5 yıldır orada bulunan Çinli Lei, BBC’nin tuttuğu mikrofona “Afrin’e gidip savaşmaya hazırız, Türk teröristlerle savaşacağız” diyordu. Bir başkası, cehenneme inanmasa da, “Afrin’i onlara cehenneme çevireceğiz” diye ünlüyordu.

Kaçarken geride bıraktıkları video kayıtlarda ise “Aman Tanrı’m, geliyorlar dedik. Öleceğimizden yüzde 90 emindik. Sonunda kaçmayı başardık” diyeceklerdi. Çinli Lei de “Türk komandoları” görünce tabana kuvvet kaçanlar arasındaydı. En az 10 tanesi ise kaçamadı.Yerel kaynakların bildirdiğine göre cesetler Amerikan üslerine götürülerek düzenlenen törenin ardından helikopterle Erbil’e, oradan da uçakla ülkelerine gönderildi. Orada, Avustralya’da olduğu gibi, YPG bayraklarıyla, sloganlarla toprağa verildiler. Gayet doğal, çünkü YPG’nin Avrupa’nın hemen tüm başkentlerinde büroları bulunuyor. NATO üyesi bir ülkeye karşı savaşan örgüt terör listesine girmezken bireylerin terörist muamelesi görmesi bir çelişki. Sırf kendisine karşı da teröre bulaşması ihtimali yüzünden suçlanması ise çirkin bir ikiyüzlülük.

Planlandığı gibi

Bu yüzsüz çelişkiye Antifa militanları da işaret ediyor. Kırk yaşındaki bir Fransız, “birkaç kilometre ötede Fransız özel kuvvetleri aynı şeyi yaparken benim YPG’le birlikte savaşmış olmamı suç saymak ikiyüzlülüktür” derken hiç de haksız değildir. Bir başkası “Siz hava saldırılarınızla, lojistiğinizle yardım edeceksiniz, siz yapınca tamam, bana gelince yapamam!” Her ne kadar çoktandır uygulanmasa da İngiltere, İsviçre gibi ülkelerde başka ülkeler adına savaşmak, ülkenin tarafsızlığını riske edeceği gerekçesiyle, suç sayılıyor. Böylelikle hiç terör, Türkiye, PKK gibi sıkıntılı kelimeler geçmeksizin şüpheliler kontrol altına alınabiliyor.

Bir terör örgütü bir başka terör örgütüyle savaşırken birilerinin Özgürlük Savaşçısı oldu. Teşbihte hata olmaz, Sovyetlere karşı savaşan mücahitlerin sadece birkaç yıl sonra azılı teröristler olarak yaftalanması burada da tekrarlanabilir. DEAŞ’ın sadece seküler izdüşümü olan, tarihi faşizmin tarihinden ibaret bir örgüt için canlarını ortaya koymuş bu romantik devrimciler tecrübelerini kendi ülkelerindeki düşmanı, kapitalist düzeni vurmak için kullanmayı elbette istiyorlar. Gelgelelim birileri belki de bundan sandığımız kadar korkmuyordur. Kim bilir, sokakları kaplayan milyonlarca meşru muhaliftense 101. Hava İndirme Tümeni’ne havale edecekleri bir avuç kriminalize anarşist görmek isteyen saraylar, gizli servisler için işler planlandığı gibi yürüyordur belki de.

tokgozbulentt@gmail