Aralıksız saldırı, sıfır diplomasi

Prof. Dr. Ramazan Erdağ/ Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi
20.06.2025

İsrail'in İran saldırıları ile Ortadoğu'da birçok şeyin değişeceğine dair açıklamaları; durdurulmadığı ve sınırlandırılmadığı takdirde İsrail'in çatışma ve işgali olabildiğince yaymaya ve bölgede istikrarsızlık unsuru ve güvenlik problemi olmaya devam edeceğini göstermektedir. İsrail'in Gazze işgali ve soykırımında olduğu gibi İran'ın nükleer programı konusunda da diplomasiye alan açılmasını engelleyerek sürekli saldırganlık halini devam ettirmeye çalıştığı açık bir şekilde görülmektedir.


Aralıksız saldırı, sıfır diplomasi

Prof. Dr. Ramazan Erdağ/ Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi

13 Haziran 2025 tarihinde İsrail'in İran'a başlattığı saldırılar Ortadoğu'da İsrail nedenli güvensizlik ortamını daha da derinleştirdi. İsrail'in Gazze işgali ve soykırımı olanca hızıyla devam ederken, uluslararası toplumun giderek İsrail ve Binyamin Netanyahu yönetimine karşı tepkisini artırmaya başladığı bir dönemde İsrail bir yandan uluslararası kamuoyunun dikkatlerini başka bir noktaya çevirmek, öte yandan Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) İran ile yürüttüğü nükleer müzakerelerin önüne geçmek için İran'a kapsamlı silahlı saldırı ve suikast girişimleri başlattı. İsrail saldırılarına gerekçe olarak İran'ın nükleer programının nükleer silah elde etmeye yöneldiğini bunun da İsrail'in güvenliğine tehdit oluşturduğunu göstermekteydi. İran ise barışçıl amaçlı nükleer faaliyetlerin her egemen devletin hakkı olduğunu vurgulamakta, İran'ın nükleer faaliyetlerinin amacının nükleer silah elde etmek olmadığının altı çizmekteydi. ABD ilk aşamada İsrail'in "kendini savunma" hakkından bahsederken çatışmanın doğrudan tarafı olmamaya çalıştı. Fakat sonraki süreçte İsrail'in saldırılarını sahiplenen bir yönelimi benimsedi.

İsrail, İran tarafından kendisine doğrudan bir silahlı saldırı, güvenlik tehdidi ya da eylem gerçekleşmediği halde tek taraflı olarak başkent Tahran başta olmak üzere İran'ın birçok noktasını hedef aldı. İsrail tarafından saldırılarda temel önceliğin İran'ın nükleer kapasitesini ve füze üretim kabiliyetlerini yok etmek olduğu açıklanmakla birlikte Netanyahu'nun İran halkının rejim karşıtı eylemlere geçmesine yönelik çağrısı aynı zamanda bu saldırıların bir amacının İran'da bir rejim değişikliğini hedeflediğini de göstermekte idi. Saldırıların başlangıcından sonra ortaya çıkan detaylarda İsrail'in uzun zamandır İran'a yönelik saldırıların hazırlığında olduğu, İsrail istihbaratı Mossad'ın İran içerisinde kritik istihbarat faaliyetlerinde bulunduğu, hatta İran içerisinde bir İnsansız Hava Araçları (İHA) üssü kurulmak suretiyle İran'ın hava savunma sistemlerinin büyük oranda etkisiz hale getirildiği anlaşıldı. Neticesinde İran hava sahasında kendine operasyonel alan açan İsrail iki yüzden fazla savaş uçağı ile gerçekleştirdiği saldırılarda kritik tesisleri ve İran'daki önemli isimleri hedef aldı.

Meşru müdafaa hakkı

İsrail'in saldırıları sonucunda İran Genelkurmay Başkanı, Devrim Muhafızları Ordusu Komutanı, Devrim Muhafızları Ordusu Hava ve Uzay Komutanı, Devrim Muhafızları Ordusu Hava Savunma Sistemleri Komutanı ve Devrim Muhafızları İstihbarat Kurumu Başkanı başta olmak üzere birçok general öldürüldü. Saldırılarda öldürülen İran Devrim Muhafızları Ordusu Komutanı Tümgeneral Hüseyin Selami aynı zamanda İran lideri Ali Hamaney'e danışmanlık yapmaktaydı. İsrail'in saldırılarında ayrıca çok sayıda nükleer çalışma yapan bilim insanı da hedef alınarak öldürüldü. İran'ın öldürülen generallerin yerine hızlıca yeni atamalar yapmasının ardından Genelkurmay Başkanlığı görevine atanan general de yeni saldırıların hedefi oldu ve öldürüldü. Buna karşılık İran Birleşmiş Milletler (BM) Anlaşmasının 51. maddesi gereğince misilleme saldırıları başlatacağını duyurdu ve BM Güvenlik Konseyi'ni acil toplantıya çağırdı. BM Güvenlik Konseyi'nde yapılan toplantıda İran tarafından İsrail'in silahlı saldırıları karşısında meşru müdafaa hakkının kullanılacağı ve egemenlik hakkının açıkça ihlal edildiği vurgulandı. Ayrıca barışçıl amaçlı nükleer faaliyetlerin her egemen devletin hakkı olduğunun da altı çizildi.

İran meşru müdafaa hakkı kapsamında önce İsrail'in çoğunlukla demir kubbe olarak bilinen hava savunma sistemlerini yormak ve mühimmat sarfiyatı yaptırmak amacıyla sürü dronlarla, ardından uzun menzilli balistik füzelerle İsrail'e misilleme saldırılar başlattı. İran'ın misilleme saldırıları neticesinde Başkent Tel Aviv'in birçok noktası isabet aldı ve İsrail'de olağan üstü hal ilan edilerek halkın sığınaklara girmesi talimatı verildi. Bu durum İsrail'in demir kubbe hava savunma sistemlerinin tam olarak bir güvenlik kalkanı oluşturamadığını göstermekteydi ABD'nin İsrail' ilave hava savunma sistemleri konuşlandırmasına rağmen İran misillemeleri neticesinde İsrail'in birçok noktası hasar gördü. Yaşanan gerginlik sonrası Türkiye başta olmak üzere bölge ülkeleri ve uluslararası aktörler İran'a yönelik saldırıları kınayarak İsrail'in saldırılarının uluslararası hukukun açıkça ihlal ettiğini ve kabul edilemez olduğunu açıkladı. İsrail'e yönelik gerçekleştirilen tepki açıklamalarında sorunların barışçıl yollarla çözülmesi ve ABD ile İran arasındaki müzakerelerin yeniden başlatılması vurgusu öne çıktı.

İsrail'in saldırılarının birinci haftasını doldurduğu dönemde çatışmanın giderek derinleştiği görülürken, ABD'nin İsrail'in yanında çatışmalara doğrudan katılma ihtimali de tartışılmaya başlandı. Her ne kadar ABD tarafı koşulsuz şartsız İsrail'e siyasi, askeri ve diplomatik desteğini sürdürse de bölgedeki ABD üslerine yapılabilecek bir saldırı neticesinde ABD askerlerinin doğrudan hedef olması olasılığına karşı ihtiyatlı bir tutum sergilemektedir. ABD Başkanı Donald Trump'ın birbiri ile çelişen açıklamalarında ise "İsrail'in kendini savunma hakkından" bahsederken İran'a yönelik saldırılara engel olmadığı ancak çatışmaya doğrudan taraf olacak şekilde askeri pozisyon almayı da henüz tercih etmediği görülmektedir.

Diplomatik müzakere süreci

İsrail'in saldırılarına gerekçe olarak gösterilen İran'ın nükleer programının ise oldukça eskiye dayandığı bilinmektedir. 1979 Devrimi öncesi çoğunluğu Batılı ülkeler tarafından oluşturulan İran'ın nükleer altyapısı devrim sonrasında Sovyetler Birliği'nin desteği ile işletildi. Bununla birlikte İran, nükleer alanda çalışacak insan yetiştirilmesine de öncelik verdi. Günümüzde İran'ın nükleer programı konusunda şüpheyle yaklaşılan husus İran'ın bu kapasitesini nükleer silah elde etmeye yöneltip yöneltmeyeceğine ilişkindir. Her ne kadar İran nükleer silah elde etme gibi bir amacının olmadığını açıklasa da Batılı ülkelerin çoğu bunu yeterli görmemekte ve İran'ın nükleer programına mesafeli durmaktalar. Bu kapsamda İran'ın nükleer programının tamamen sonlandırılması ve nükleer kapasitesinin ortadan kaldırılması gerektiğini öne sürmekteler. İran ise barışçıl amaçlı nükleer faaliyetlerin engellenmeyeceğini savunmaktadır. Ortadaki nükleer ihtilafı önleyecek ve çözecek tek mekanizma ise şüphesiz diplomatik müzakerelerdir. Trump yönetimi ile İran arasında başlayan diplomatik müzakere süreci tam da buna yönelik işletilmekteydi. Ancak İsrail'in saldırıları neticesinde akamete uğradı. İsrail'in Gazze işgali ve soykırımında olduğu gibi İran'ın nükleer programı konusunda da diplomasiye alan açılmasını engelleyerek sürekli saldırganlık halini devam ettirmeye çalıştığı açık bir şekilde görülmektedir.

Öte yandan İsrail'in saldırıları ve İran'ın misillemeleri neticesinde bölgesel güvenliğin ciddi şekilde tehlikeye girdiği, çatışmanın bölgesel bir savaşa dönmesi durumunda ise çok katmanlı bir güvenlik tehdidinin oluşacağı aşikârdır. Bu kapsamda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın yürüttüğü barış diplomasisi öne çıkmaktadır. Türkiye nükleer müzakerelere bir an önce yeniden dönülmesi çağrısında bulunurken bu konuda kolaylaştırıcı rol almaya da hazır olduğunu da duyurdu. Türkiye ayrıca İsrail'in de durdurulması ve işlediği suçlardan dolayı hukuk önünde hesap vermesi gerektiğini vurguluyor. Türkiye tarafından yapılan açıklamaların en önemli yönlerinden biri de şüphesiz Gazze'deki işgal ve soykırımın geri plana itilmemesi ve unutturulmaması gerektiğidir.

İsrail'in İran'a yönelik saldırılarının neticesinde İsrail tehdidine karşı hava savunma kalkanı oluşturmanın önemi bir kez daha ortaya çıkarken üzerinde durulması gereken bir diğer önemli husus ise İsrail'e karşı aynı zamanda istihbarat savunma kalkanının da oluşturulması gerektiğidir. Daha çok İsrail'in Lübnan ve İran saldırılarında kendini gösteren casusluk ve istihbarat operasyonlarına karşı tedbir alınmaması kritik güvenlik açığı oluşturmaktadır. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın Mayıs 2010'da Millî İstihbarat Teşkilâtı (MİT) Müsteşarlığı görevine atanmasının ardından İsrail'in doğrudan Hakan Fidan'ı hedef alan açıklamalarda bulunması, hatta açıkça tehdit etmesi Türkiye'nin bu gelişmelere karşı tedbirleri çok önceden almaya başladığını göstermektedir. Bunun yanında Türk savunma sanayiinde kapasite, imkân ve gerekli kabiliyetleri güçlenmekte ve Türkiye savunma kalkanını tahkim etmektedir.

Bununla birlikte İsrail'in İran saldırıları ile Ortadoğu'da birçok şeyin değişeceğine dair açıklamaları ise; durdurulmadığı ve sınırlandırılmadığı takdirde İsrail'in çatışma ve işgali olabildiğince yaymaya ve bölgede istikrarsızlık unsuru ve güvenlik problemi olmaya devam edeceğini göstermektedir.