Arap ülkeleri için tehdit artık İsrail değil İran

Said Elhaj/ Yazar
4.03.2019

Varşova’da ‘Orta Doğu’da barış ve güvenlik’ başlıklı konferansa katılan Arap ülkeleri bize gösterdi ki onlar için tehdit ve düşman artık İsrail değil, İran’dır. Bu konferansta ABD’nın aylardır bahsettiği Asrın Anlaşması ve Orta Doğu’nun NATO’su fikirlerinin ilk işaretlerini görmek mümkün.


Arap ülkeleri için tehdit artık İsrail değil İran

Geçtiğimiz ay içinde Polonya’nın başkenti Varşova ‘değişik’ bir konferansa ev sahipliği yaptı. ABD’nin girişimi ve emekleriyle ‘Orta Doğu’da barış ve güvenlik’ başlığı altında onlarca devletin dış işleri bakanı ve yetkilisi toplandı. Konferansın asıl hedefi İran’a karşı bir ittifak oluşturmak idi, fakat AB ve Avrupalı birkaç etkili devlet itiraz edince, konferans daha geniş ve genel bir tartışma platformuna değiştirildi. Belirsiz ajandası, tartışmalı konuları, Rusya’nın yokluğu ve AB’nın zayıf katılımından dolayı konferans daha başlamadan ‘başarısız’ olarak ilan edilse de aslında öyle değildi.

Aslında konferans, daha doğrusu ABD, bir ilke imza atmış oldu. Tarihte ilk kez İsrail ile 10 Arap ülkesinin yetkilisi aynı masa etrafında toplandı. İsrail ile daha önce barış anlaşması imzalayan Mısır ve Ürdün’ün yanı sıra Fas, Yemen ve altı körfez ülkesi olan Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Bahreyn, Kuveyt ve Umman konferansa katıldı. Daha önce sözel bile olsa İsrail ile karşı karşıya gelen ülkeler bu sefer onunla ‘ortak tehditlere karşı işbirliğini tartıştı.

Bu konferans sıradan biri değil, göz ardı edilecek bir gelişme hiç değil. ABD başkanı Trump Orta Doğu’da dengeleri değiştirerek adeta yeni bir bölgesel sistem kuruyor, bazı etkili müttefiklerinin yardımı ile Arap dünyasının paradigmasını değiştiriyor. Bu 10 ülke ve daha sonra katılması muhtemel ülkeler için tehdit ve düşman artık İsrail değil, İran’dır. Bu konferansta ABD’nın aylardır bahsettiği Asrın Anlaşması ve Orta Doğu’nun NATO’su fikirlerinin ilk işaretlerini görmek mümkün. Yani, İran’a karşı İsrail ve bazı Arap ülkelerden oluşan bir ittifak ve Filistin meselesini çözmek (aslında tasfiye etmek) için yeni bir plan artık devrede.

2002 yılında Beyrut zirvesinde o zaman Suudi Arabistan’ın veliaht prensi Abdullah’ın girişimi ile Arap Birliği iki devletli çözüm çerçevesinde 1967’de işgal edilen topraklar üzerinde bir Filistin devleti kurulduktan sonra (kurulur ise eğer) İsrail ile ‘normalleşme’ sürecine girmeyi önermiştir. İsrail bunu defalarca reddetmiş olsa da Arap ülkeler bu girişimde ısrarcı kalmıştır.

Şimdi ise tam tersi yaşanmakta. İsrail ve Arap ülkeleri arasında normal ilişkiler ve işbirliği Filistin meselesine bakmaksızın ilerleyecek ve sonrasında Filistinli ve İsrailliler arasında müzakerelere dönmeye çalışılacakmış. Dahası, Orta Doğu’da barış ve güvenlik adlı konferansta bölgenin en eski en köklü ve herkesin meselesi olarak görülen Filistin meselesi gündeme bile alınmamıştır, Filistinli bir heyet konferansta temsil edilmemiştir.

Konferanstan anlamlı ve önemli üç tane anekdot paylaşmak isterim:

  1. Çoğu ülke ve özellikle Arap ülkeleri dış işleri bakanı düzeyinde katılırken, İsrail’in başbakan düzeyinde ABD’nin ise başkan yardımcısı ve geniş bir heyet ile katılmaları her iki devlete onlara karşı simgesel üstünlük ve liderlik sağlamıştır.
  2. Bahreyn’in Dış İşleri Bakanı konferansın önemini vurgularken, ‘İran’a karşı koymak Filistin meselesinden daha önemli ve öncelikli’ sözlerini sarf eder.
  3. Geleneksel olarak Filistinlilere desteği ile bilinen Yemen’in Dış İşleri Bakanı Netenyahu’nun yanında oturur. İsrailli Başbakanın mikrofonu çalışmaz, Yemenli bakan kendi mikrofonunu verir ve Netenyahu gülümseyerek bu ‘iş birliği’ için ‘adım adım’ yorumunu yapar.

Şimdi soralım, Türkiye bütün bunların neresinde?

Son yıllarda Arap dünyasının öncülüğü ve liderliğine soyunmuş, Türkiye ile yıldızları bir türlü barışmayan Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri bu projenin ortaklarıdır. Asıl hedef ve düşman olarak İran’ın ismi geçse de başka düşmanları da vardır onların. Suudi Arabistan’ın Ankara büyükelçiliği yalanlasa da prens Muhammed Bin Salman’ın Mart 2018 Mısır ziyaretinde Türkiye’yi İran ve terörist örgütler ile beraber ‘şer üçgeni’ temsil eden tehditler arasında saymıştır.

Türkiye’nin müttefiki ve stratejik ortağı da olsa, ABD’nin bölgeye yönelik vizyonu, stratejisi ve politikalarının Türkiye’nin çıkarları ile çeliştiği aşikârdır. Dahası, Türkiye’nin varlığı ve bekasını kast eden bir projenin ortağı ve destekçisi konumundadır. Üstelik Türkiye’nin bütün itirazlarına rağmen bunu sürdürmekte kararlıdır.

Kısacası, başta ABD’nin açık desteği olmak üzere birçok nedenden dolayı bölgede İran’a karşı söylem geliştirmek ve düşmanlık beslemek daha kolay, o yüzden sloganlar ve söylemde İran hedef gösterilmekte. Fakat aynı şeyler Türkiye için de geçerlidir aslında, gizli kalıp açıkça ilan edilmese bile.

Bütün bunları Türkiye biliyor mu? Bence biliyor, o yüzden konferansa yönelik heyecanı yoktu ve katılımı elçilik gibi düşük düzeyinde tuttu. Son yıllarda bölgede ve özellikle Suriye’de ‘kendi göbeğimizi kendimiz keseriz’ çizgisinde ürettiği politikalar da aynı sebepten.

Varşova Konferansı bölgedeki paradigmaları değiştirerek bir emsal teşkil ediyor ve arkası mutlaka farklı şekillerde gelecektir. Bölgenin paradigmaları değişince dinamikler de değişecektir. Türkiye de buna hazır olmalı.