Arkeoloji artık üvey evlat değil

A. Teyfur Erdoğdu/ Akademisyen
19.01.2019

Halk Zeugma ve Göbeklitepe sayesinde ilk kez arkeolojiye bu kadar merakla yaklaşıyor. İnsanlar varsayımları dinlemek yerine, ayrıntılı sorular yöneltiyor ve yönelttiği sorularına kesin cevaplar istiyor. Kültür-turizmi işlerinin profesyonel düzeyde ele alınacağının, fonların idaresinin akılcı şekilde yapılacağının işaretleri de devletin en üstünden makamlarından gelmeye başladı.


Arkeoloji artık üvey evlat değil

Türkiye tam bir eski eser tarlası. Nereyi kazsan eski eser çıkıyor, toprağı sıksan eski eser fışkırıyor. Eski çağlardan beri atalarımız ekmiş; ürünü toplamak ve işlemek bize düşmüş. “En iyi koruma toprak altında bırakmaktır!”, “Kazı bilimsel tahribattır!” gibi teknik arkeoloji tartışmalarına girmeden arkeoloji ile olan ilişkimizin yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Türkiye’de arkeolojiye devletin düzenli ilgisi Osmanlı’nın son döneminde Osman Hamdi Bey’in önayak olması ile başlar ve bu ilgi artarak Atatürk döneminde bu sefer ideolojik olarak araçsallaştırılsa da devam eder. Ancak daha sonra uzun yıllar boyunca tüm bilimdalları içinde üvey evlat muamelesi görür.

Bu durumun başlıca üç sebebi olduğunu düşünüyorum: Hükümetler, arkeologlar ve geçmişte halk. Bunlara tek tek bakalım.

Maliyetli bir alan

Belki 30 yılı aşkındır Türk Tarih Kurumu Kongrelerine ve muhtelif arkeoloji-tarih sempozyumlarına katılırım. Gördüğüm üzülerek söyleyeyim şu: Arkeoloji ile ilgili tebliğlere ilgi yok. Türk Tarih Kurumu’nun Osmanlı çalışmalarını öncelleyip arkeolojiyi geri plana atması da bu durumda etkili oldu. Kırk yıldır her mayıs ayında yapılagelen ve bu seneki Şanlıurfa’da tertiplenecek olan Uluslararası Kazı Araştırma Arkeometri Sempozyumu’na da diğer dallardaki biliminsanlarının ilgisi yok denecek kadar azdır. Biliminsanlarının tutumu böyleyken halk ne yapsın? Bir de ilk ve orta öğretim müfredatında Anadolu uygarlıkları ve kültürleri kısmının bulunmaması ilginin düşük seviyede seyretmesinin sebebi olarak eklenmelidir.

Son zamanlarda halk açısından durum değişti. Halk Zeugma ve Göbeklitepe sayesinde ilk kez arkeolojiye bu kadar merakla yaklaşmaya başladı. Ne oluyor, ne bitiyor? En eski kült yeri Türkiye’de mi bulunmuş? Halkın dilinden bir kaç yıldır ‘En çok gitmek istediğim yerlerden biri Göbeklitepe’ cümlesi düşmez oldu. İşin etrafında büyük bir gizem dolaşmaya başladı. Türkiye’de Göbeklitepe’yi bilen bir iki arkeologdan da sadra şifa, doyurucu malumat gelmeyince sır tabakası iyice kalınlaştı. Eskiden olsa halk şöyle derdi: ‘Simit mi Şimit mi (Klaus Schmidt) bir Alman arkeolog varmış burayı o bulmuş, tarihi de bundan on binlerce yıl öncesine dayanıyormuş. Taşların üzerinde böyle yabani hayvan resimleri filan varmış. Uzaylılar mı yapmış, kim yapmış bilinmiyormuş. Ayy çok gizemli çok! Gidip bu sırlı yerde bir iki selfie çekilip gelelim, sosyal medya hesaplarımızda paylaşırız; arada İbrahim Camii ve balıklı gölü de gezer, sıra gecesine katılır, urfa ve baklava yer döneriz.’ Ama artık (sosyal) medyanın güçlenmesiyle durum değişti. Halkın konuya merakı yaygınlaştı. Halk varsayımları dinlemek yerine, ayrıntılı sorular yöneltiyor ve yönelttiği sorularına kesin cevaplar istiyor. Kültürün turizme ve pop-kültüre malzeme edilmesi aslında girift bir meseledir. İlk kez bu sene kültür-turizmi işlerinin profesyonel düzeyde ele alınacağının, fonların idaresinin akılcı şekilde yapılacağının işaretleri devletin en üstünden makamlarından gelmeye başladı. Meselenin Urfa özelinde söyleyelim, hayvan motifli dikili taşlar, balıklı göl, sıra gecesi, urfa kebaptan çıkarılıp bilimsel yöntemlerle ele alınacağı belirtildi.

Türkiye’de arkeolojinin başka ülkelere nispetle bugüne kadar ilgi dışında kalmasının diğer sebebi Türkiye’deki hükümetler ve onların arkeoloji ve eğitim politikaları oldu. Arkeolojinin devlet destekli ödenekleri çoğunlukla kısıtlı ve kesintili olageldi. Arkeologlar yeterince kaynak bulamadı. Buna arkeolojinin doğasından kaynaklanan sebepleri de eklemeli: Arkeoloji yavaş ilerleme kaydeden ve çok maliyetli bir alan. Ayrıca çeşitli hükümetlerin ülkenin geçmişine yönelik ideolojik bakış açıları da ülke geçmişindeki bazı kültür kalıntılarının ele alınmasını geciktirdi. Kimi hükümet örneğin Hitit, kimi hükümet Yunan, kimi hükümet Bizans, kimi hükümet de Osmanlı geçmişini önemsiz addederek bu alanlardaki arkeolojik çalışmaları maddi ve manevi yönden desteklemeyi bıraktı, hatta bazıları köstek dahi oldular.

Nysa ve Komana Pontika

Bu iki sebebe bir de arkeolojinin kendi içinden kaynaklanan meseleleri eklenince Türkiye’de arkeoloji çalışmalarının hızı iyice kesildi. Bunda da üç amil etkili oldu: i. Eski yeniden önemlidir; ii. Arkeoloğun çalıştığı konuyu tekeli altına alması; iii. Disiplinlerarası çalışma alışkanlığının arkeologlarda oldukça zayıf olması. Bu üç amil yeni kuşak arkeologlarda azalma göstermektedir. Yeni nesil arkeologlar ümit verici gelişmelere imza atmaktadır, ancak halen yaşayan eski neslin dinozor gelenekleri ve ölmüşlerin hayaletleri sahneyi bir türlü terketmek istemiyor.

Yaşlı arkeologlar sadece kendi ilgilendikleri dönemi önemser. Bu yüzden ilgilendikleri dönem kalıntılarına ulaşmak için kazı yaparken üst tabakadaki kültür kalıntılarına moloz muamelesi yaparlar. Mesela Antik Yunan arkeolojisi yapanlar Roma kalıntılarını, Roma arkeolojisi yapanlar Bizans kalıntılarını, Bizans arkeolojisi yapanlar Selçuklu kalıntılarını, Selçuklu arkeolojisi yapanlarsa Osmanlı kalıntılarını görmezden gelir. İncelemeye tabi tutmazlar. Bu tavır genel olarak arkeolojinin daha eskiye saplanıp kalmasına ve ilginin gitgide fildişi kulede yaşayan arkeologlar arasında dönüp dolaşmasına sebep olur. Bu arada bugün hala Osmanlı arkeolojisinin ciddi manada kurulamadığını ve ele alınmadığını eklemek isterim. Teknolojinin ve maddi imkanların da el vermemesi yüzünden kalıntı tabakaları bir türlü bir bütün olarak değerlendirilemiyor. Bugün bu durum çok şükür ki değişiyor. Nitekim Antik Yunan kazarken Roma’ya veya Osmanlı’ya ulaşan bir arkeolog çalışmasını hemen yenisine çevirebiliyor. Önce ulaştığı üst tabakayı çalışıyor bunun bilimsel değerlendirmesini bitirdikten sonra alt katmanlara iniyor. Bunun güzel örneklerinden ikisi Nysa (S. Hakan Öztaner) ve Komana Pontika (Burcu Erciyas) kazılarıdır. Nitekim Nysa’da Helenistik dönem çalışılırken Roma kalıntılarına rastlanınca Roma kalıntıları yerinde bırakılmıştır. Komana Pontika’da ise Tokat’ta çalışma planı değiştirilerek Osmanlı kalıntıları inceleme altına alınmıştır.

Yaşlı kuşak arkeologlar

İkincisi, yaşlı kuşak arkeologlar arasında bir konu ancak bir kişi tarafından veya onun gözetiminde çalışılabilir fikri sabitesi mevcuttur. Kazı sahası düşünüldüğünde bu uygulama elbette ki anlaşılabilir. Sahaya birden fazla el girmesi kaosa sebebiyet verecektir. Ancak saha dışı malzemeler üzerine konan kısıtlamalar arkeolojinin gelişmesine engel olmaktadır. Örneğin bugün ilk “arkeolog”larımızdan Osman Hamdi Bey’le ilgili İstanbul Arkeoloji Müzelerinde bulunan malzeme üzerinde çalışmak istediğinizi söylediğinizde size bu konunun başka biri tarafından çalışıldığı ve bu yüzden malzemeye ulaşmanızın beş yıl boyunca kısıtlı olacağı bildirilir. Bu, sahayı kısırlaştıran yanlış bir uygulamadır ve yöntemsel olarak derhal terkedilmelidir. Bir konu hakkındaki çalışmalar dört bir elden ele alınıp bilimsel yayınlarla desteklendiğinde güçlenecektir. Çok şükür ki yeni nesil arkeologlar bu durumun farkındadır.

Yaşlı kuşak arkeologların eğitimlerinin bir sonucu olarak enterdisipliner çalışmalara alışkın olmadıklarını biliyoruz. Arkeolojik bulguların dinler tarihi, tarih, iktisat, hukuk, sosyoloji ve ilahiyat ile birlikte ele alınmaması onların tam manasıyla değerlendirilememesine sebep oluyor. Bu yüzden örneğin bir yapı kalıntısı veya bir obje bulunuyor bunun tespiti, teşhisi, tanımlanmasında yetersizlik hüküm sürüyor: Dinsel bir obje, agora meydanının taş kalıntıları gibi çok genel ifadelerle geçiştiriliyor. Yine çok şükür ki yeni nesil arkeologlar enterdisipliner çalışıyor.

Türkiye’de eleştirdiğim noktalara uzak çağdaş arkeolojik çalışmalara örnekler Nysa, Teos, Zeugma, Kültepe, Karain Mağarası, Laodikeia, Tripolis, Kbyra. Bunların bir kısmında eserlerin (müzeye götürülüp oraya siyakusebaktan (context) kopuk bir biçimde sergilenmesi yerine) replikaları yapılıp sahada çıkarıldığı yere yerleştirilecek kadar halk odaklı arkeoloji yaklaşımları da sergilenmektedir.

Yazının girişinde devlet desteğinden bahsetmiştik. Yaklaşık 20 sahaya 12 ay boyunca çalışmalarını yürütmeleri için maddi imkan sağlama açıklaması bunlardan sadece biri. Bu olumlu karar ile hem daha çok arkeologun istihdamı hem de gişe gelirlerinin artması (böylelikle kendi gelirlerini elde etmeleri) sağlanacaktır. Ancak burada 12 aylık kazıların sadece kazı mahalline yakın üniversitelerce yürütülebileceğini belirtmek gerekir. Birçok üniversitenin yürüttüğü onlarca kazı, yüzlerce kilometre uzakta bulunmaktadır. Örneğin Ankara Üniversitesi’nin yürüttüğü 17 kazının hepsi il dışındadır ve klasik kazıları 500-600 kilometre mesafededir. Bu tür üniversitelerde çalışan kazı başkanı hocaların derslerini bırakarak kazıya 12 ay devam etmesi imkansızdır. Bu durum bu kazıların sadece üç-dört ay yapılmasına imkan vermektedir. Oysa örneğin Muğla Üniversitesi’nde çalışan kazı başkanı bir hoca sabah kazı alanına uğrar, istihdam ettiği arkeologlara ve işkur elemanlarına gerekli günlük direktiflerini verir, arkasından bir kaç 10 kilometre yol katederek sabahki dersine yetişebilir. Bu farklar göz önünde bulundurularak yeni düzenleme, verilecek mali desteklerin ve performans değerlendirmelerinin yapılması elzemdir.

Tüm bu olumlu gelişmelere karşın yaşlı kuşak arkeologlar (ın bir kısmı ileride yüksek bürokrasiden, itibarlı ve/ya zengin kocalarla evlenebilecek güzel kızları bölüme alıp, kılıksız ve yakışıksız öğrencilerin bölümden uzak tutarak arkeolojinin itibarını yükseltmeye çalışmak gibi garip politikalar izlemiştir (Ekrem Akurgal 1993: 591)) yüzünden bazı kazı alanlarının ve eski eserlerin başına geleceklerden endişeli olmaya devam edebiliriz. Yaşlı kuşak arkeologlar kazı alanlarını sadece kendileri değerlendirmek ister ve yetkililer de bunu kabul ederlerse sonuçların güdük kalma ihtimali çok yüksek olacak. Bu saha genç ve açık düşünceli arkeologlara teslim edilirse önümüzde aydınlık günler vardır.

[email protected]