Artık kültürel iktidarı konuşalım mı?

Gülcan Tezcan / Gazeteci, Yazar
7.11.2015

Her tür vesayeti ortadan kaldırdığı için geniş halk kitlelerinin desteğini alan AK Parti’nin yıkamadığı belki de tek vesayet kültür ve sanat alanında hâlâ hakimiyetini sürdüren yapı. Tam da şimdi AK Parti’nin hiç vakit kaybetmeden bu doğrultuda bir kültürel hamle gerçekleştirmesi kaybedilen zamanı telafi etmeye yetmese de en azından önümüzdeki sürecin verimli kullanılabilmesi için büyük önem taşıyor.


Artık kültürel iktidarı konuşalım mı?

AK Parti’nin 1 Kasım seçiminden de yeniden tek başına iktidara gelmesini sağlayacak ciddi bir başarıyla çıkmış olması 2023 hedefleri konusunda yol haritasının kaldığı yerden takip edileceği konusunda seçmenin de kararlılığını ortaya koyuyor.

Her tür vesayeti ortadan kaldırdığı için geniş halk kitlelerinin desteğini alan AK Parti’nin yıkamadığı belki de tek vesayet kültür ve sanat alanında hâlâ hakimiyetini sürdüren yapı. Üstelik toplumu değiştirme, dönüştürme, yönlendirme ve etkileme gücüne sahip böylesi güçlü bir hareket ve üretim alanının nelere muktedir olduğu Gezi olaylarında da son derece can yakıcı biçimde görüldü. 7 Haziran sonrası hız kazanan biçimde HDP ve PKK yandaşlığına soyunan bu çevreler, Cihangir’de oturup Güneydoğu’yu yeniden ateş topuna döndürmek için özerklik ilan edenleri ‘özgürlük savaşçısı’ şeklinde aklamaktan da geri durmadılar. Kamuoyunu etkileyecek popüler ve şöhretli isimler HDP’nin gönüllüsü gibi propaganda yürütüp PKK’nın yaptığı terör saldırılarını kınama ya da tel’in etme gereği duymazken HDP ve PKK kaynaklı ‘katil devlet’ ezberini yaygınlaştırmak için de ellerinden geleni yaptılar.

Kültür sanat, filmler, tiyatro oyunları ve muhalefet arenasına dönen festivallerle iktidara karşı algı operasyonlarının en etkin cephesini oluşturmaya başladı. Böylesine hayati bir önem taşımasına rağmen öncelikler sıralamasında her dönemde en sonlara bırakılan kültür sanatın önemini “Sanatla düşürüldük bu hâle... Yine san’atla kalkacağız ayağa!” sözleriyle özetlemişti Fethi Gemuhluoğlu.

Ya son kale kaybedilirse

Geçen yıl Star Gazetesi’nce verilen Necip Fazıl Saygı Ödülü’nü alan Nuri Pakdil de konuşmasında “Sayısal üstünlüğün getirdiği hiçbir siyasi iktidar eğer kültürel üstünlüğe de sahip değilse kalıcı olamaz. Kültürel değerlerini yeni nesillere aktaramayan hiçbir halk onurunu koruyamaz. Varlığını sürdüremez” diyerek son yirmi yıldır sanat ve edebiyat çevrelerinde en sık dillendirilen meseleye dikkat çekmişti. Pakdil haklıydı zira, geçmişin sermayesini tükettiğimiz kültürel alanda ‘yeni’ hiçbir eser üretilemeyişi can yakıcı bir dert olarak duruyor orta yerde.

Kayıt düşmekte fayda var; her ne kadar öncelikler sıralamasında gerilerde olsa da AK Parti iktidarları bugüne dek kültür ve sanat alanında ciddi atılımlara da imza attı. Kültür Bakanlığı, TİKA ve Yunus Emre Enstitüsü’nün yaptığı çalışmalar Türk kültürünü sınırlarımızın dışına taşırken TEDA Projesiyle de edebiyatımız - hiçbir ayrım gözetilmeksizin Gezi güzellemesi yapan yazarların eserleri de dahil olmak üzere- bugüne kadar çevrilmeyen dünya dillerine çevrilmeye başlandı. Türk sineması her yıl artan desteklerle yükselen bir başarı grafiği yakaladı. Tarihi eserler restore edilirken özellikle Anadolu’ya yeni kültür merkezleri kazandırıldı. Yurt dışına çıkarılan ya da kaçırılan tarihi eserlerimizin iadesi sağlandı.    

Tüm bunlara rağmen AK Parti iktidarlarına sol ve Kemalist çevrelerce en ağır eleştirilerin yapıldığı alanların başında kültür ve sanat hayatı geliyor. Onlara göre ‘muhafazakar’ AK Parti iktidarı sanatı ve sanatçıyı baskı altında tutuyor, kültür mekanlarına kilit vuruyor ya da yıkıyor, ‘muhalif’ sanatçıları susturmak için davalar açıyor, tutuklama kararları çıkartıyor, sansür mekanizması ile festivallere katılmalarını engelliyor. En büyük korku ise AKM’nin yıkılarak yerine alış veriş merkezi yapılması ve kısa adı TÜSAK olan Türkiye Sanat Kurumu’nun hayata geçirilmesi. 

Peki gerçekten bu böyle mi? Aslında bütün sorun kültürel iktidarı elinde bulunduranların bu gücü kaybetmek istememelerinden kaynaklanıyor. Sözgelimi uzun yıllardır Kültür Bakanlığı’nın sinema ve tiyatro başta olmak üzere pek çok sanat dalında verdiği destekleri elinde tutan, adeta tekele dönüşen çevreler, AK Parti iktidarıyla sanat alanında üretim yapan daha geniş ve çoğulcu bir yelpazenin bu desteklerden yararlanmaya başlamasını kabullenmekte zorlanıyor. Sanat alanında tek otorite ve belirleyici olamamanın getirdiği hırçınlıkla son yıllarda bütün festivallerin açılış ve ödül törenlerini politik arenaya çeviren, Kültür Bakanlığı’nın maddi desteğiyle yapılan organizasyonları artık Bakanların bile gidemediği bir ortama dönüştüren mahalle baskısını görmezden gelenlerin iktidarın ‘sansür’ünden sözetmesi son derece ironik. ‘Muhalif’ ve ‘iktidar karşıtı’ olmayı ‘sanatçı’ sayılmak ve ‘sanat piyasası’nda varolabilmek için ön koşul haline getirmiş olmaları da cabası...

Kopan bağlar onarılıyor

Bu topraklarda ulus devlet kurulurken imparatorluğun kültürel mirası adeta reddedildi ve yeni bir kimlik inşasına girişildi. Dilde, müzikte, yaşam biçiminde ve topyekun toplumsal hayatta yaşanan bu dönüşüm sonucu köksüz, kötü bir batı taklidi olmanın ötesine pek de geçemeyen bir kültürel zemin üzerinde ilerlemeye başladık. Ancak zamanla toplumun kültürel kodlarına işlemiş olan miras sürgün verdi. Bu büyük kırılma ve reddiyeye rağmen türkülerle, masallarla, şiirlerle, anlatılarla kuşaktan kuşağa aktardık bildiklerimizi. Evet, dil devrimi ciddi bir kopukluğa sebep oldu, torunlar dedelerinin yazdıklarını okuyamaz hale geldi, dil kısırlaştı, kelimeler, kavramlar anlam kaybına uğradı. Halk müziği ve sanat müziğimiz yasaklı dönemler yaşadı. Ama tüm bu değerler bazen kişisel çabalar bazen tarihsel süreçlerin ortaya çıkardığı ihtiyaçlar sonucu hayatiyetini devam ettirdi. 

Son yıllarda Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri ile Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca verilen Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri bu anlamda kopan bağları onarırken kültürel devamlılığı sağlamak adına da büyük önem taşıyor. Sembolik anlamı çok büyük olan bu ödüllerin yanı sıra yerli, kimlikli, bu toprakların değerlerinden beslenerek dünya ölçeğinde sanat eserleri üretilebilmesinin önünü açacak kültür politikalarına da ihtiyaç var.

AK Parti’nin 2023 vizyonundaki şu yaklaşım tam da bu ihtiyaca denk düşüyor:

“Kültürün, hayatımıza rengini veren temel olgu olduğu düşüncesinden hareketle her türlü kültür değerimizi geliştirecek, kişisel veya toplumsal yaşam pratiklerimizi ve davranışlarımızı etkileyen kültür kaynaklarını güçlendirecek, kültürel dokuyu sağlamlaştıracak etkinliklere hız vereceğiz. Kültür iklimimiz içinde bulunan her türlü farklı rengi yaşatmanın ve geliştirmenin gayreti içinde olacağız.

Türkiye’nin dünyanın en güçlü 10 ülkesinden birisi haline gelmesi demek, kültür alanında da bölgesinin ve dünyanın kültürel üretim ve paylaşım merkezi olması demektir. Bu meyanda kültürel mirasımızı ve geleneğimizi, sanatçılarımızı, düşünce insanlarımızı ve eserlerini dünyaya tanıtmak için daha zengin içerikli ve kuvvetli programlar geliştirilecektir.”

Tam da şimdi AK Parti’nin hiç vakit kaybetmeden bu doğrultuda bir kültürel hamle gerçekleştirmesi kaybedilen zamanı telafi etmeye yetmese de en azından önümüzdeki sürecin verimli kullanılabilmesi için büyük önem taşıyor.

[email protected]