Artık yeni bir dindarlık tipimiz var

Dr. M. Taceddin Kutay / Türk Alman Üniversitesi
26.06.2020

Dini birincil maksat kılan her dindarlık, teşhirci dindarlık tipinden farklıdır; zira dinin ruhu olarak adlandırılan “ihlas” prensibine bir şekilde sahip olması mümkündür. Teşhirci dindarlık ise muhlis olması teorik olarak mümkün olmayan bir pratiktir.


Artık yeni bir dindarlık tipimiz var

İlk dönem sosyologlarının ve bunların takipçilerinin temel bir kabulü vardı: Din yok olma evresine girmiştir, dolayısıyla kısa vadede yok olacaktır. Bunu öne sürerken iddialarını, dinin giderek fonksiyonsuzlaşması savı ile delillendirmekteydiler. Giderek işlevsiz bir şey haline gelen dine kim neden ihtiyaç duysundu, kim niye bu lüzumsuz yükü omuzlarında taşısındı? Neticede uzun yıllar bu kehanetin gerçekleşmesi beklendiyse de artık herkesin kabul ettiği hakikat şudur: Din elbette yok olmaz ve olmayacaktır. Ancak din sekülerleşme öncesi din olarak da kalmayacaktır. Biz sürekli farklı anlamlar yüklediğimiz farklı şeylere din demeye devam edeceğiz ve o koltuk asla boş kalmayacak. Buna karşın birkaç yüz yıl yaşında bir evin sahiplerinin karakterlerinin sürekli farklılık arz etmesi örneğinde olduğu gibi din olarak bildiğimiz şey de sürekli farklı bir şeye dönüşecek.

İçe dönük bir tatmin aracı

Hakikatin böyle olduğunu görüyoruz. Doğu’da ve Batı’da insanların modernite öncesi ve sonrası dönemde ortaya koydukları din ve dindarlık tasavvurları mukayese edilemeyecek derecede dönüşmüş ve farklılaşmıştır. Tanrı tasavvuru, sorgulanabilirlik, itiraz-kabul şemaları gibi temel dini kabullerin değişmiş olmasının yanı sıra, insanların dinden yana beklentileri değişmektedir. Batı’da büyük oranda kamusal etkileri ile ön plana çıkan müesseseler olarak kabul edilen dinler, 20. Yüzyıl’ın ikinci yarısı ile birlikte daha öznel bir merkezde değerlendirilir hale gelmişti. Batı toplumlarında Doğu dinlerine yönelik ilginin artması; ezoterik-okkültist hareketlerin yaygınlaşması hep bu döneme denk gelmektedir. Bu yeni dalganın en önemli harekete geçiricisi dinin öznel, içe dönük bir tatmin aracı olarak anlaşılması olmuştur.

Sekülerleşme sürecinde reaksiyoner bir biçimde toplumsal dinamiklerin merkezinde yer alan dinler, kamusal rolleri ön plana çıkartılmak suretiyle takipçileri tarafından sekülerleşmeye karşı sürekli olarak savunulmuştur. Bu algı, dinin kamusal alanda etkinliğini yitirmesini yahut ağırlığını kısmen de olsa kaybetmesini dinsizleşme olarak gören bir algıyı da beraberinde getirmişti. Dolayısıyla dinin bireysel tatbikatının çok fazla vurgulanmadığı, kamusal alandaki etkinliğinin ise dinin varlığından yana en büyük talep olduğu bir süreçtir bu ve kendisine bir reaksiyon olarak ortaya çıkacak olan öznelleşme sürecinin de hazırlayıcısı olmuştur. Öznelleşme süreci ise 1960’lar ile başlayan ve gittikçe yerleşen tüketim toplumu alışkanlıklarına paralel şekilde ortaya çıkmış bir süreci ifade etmektedir. Her şeyin ihtiyaçlar kategorisinde değerlendirildiği bu süreçte inanç ve dindarlık da alınıp satılan bir şeye dönüştürülmüştür. Batılı birey, kamusallaşmayan egoist bir hayatı öncelemektedir ve ihtiyaç olarak gördüğü şeylere satın alınabilir yahut alınamaz muamelesi yapmaktadır. Öznel dindarlık, bu kimsenin ihtiyaç kategorileri arasında yer alan bir şeyin, başkaları ile paylaşmak zorunda olmayacağı şekilde tatmin edilmesi anlamına gelmektedir. Bu tatmin için gerekirse inanç ihdas etmekten, ihdas edilmiş yeni inançları benimsemekten geri durmamaktadır söz konusu kimse. Önemli olan şey, bireyselliğine zarar vermeyecek bir hayattır ve bu hayat, içindeki her şey ile birlikte satın alınabilir bir şeydir. Bu dindarlık tipi Batı’da 11 Eylül sonrası ortaya çıkan yeni savunmacı hayat anlayışına kadar hükümferma oldu. Bu dönemde kilise cemaatleri içinde dahi öznel dindarlık tipinin etkilerini görmek oldukça mümkündür. Amishler, yahut Mormonlar gibi cemaat kontrolünün yüksek olduğu Amerikan tipi Hıristiyanlık tipleri haricinde; tüketim topumu olarak adlandırabileceğimiz Batı toplumlarında yaygın dindarlık tiplerinin hemen hepsinde benzer bir karakter caridir.

Kamusal dindarlıktan öznel dindarlığa dönüşümü bir Batı hikayesi olarak okumak ve bu hikayeden yana nasibimiz olmadığını var saymak doğru bir çıkarım olmayacaktır. Mutlak olarak tüketim toplumuna dönüşüm üzerinden okunmaması gereken bir süreç Türk toplumunda da yaşanmış ve kamusal dindarlık tipinden uzaklaşarak öznel dindarlık tipinin öncelenmesi vuku bulmuştur. Bu dönüşümü çeşitli safhalara ayırmak güç, ancak üzerinde etkili olan amilleri tespit etmek mümkündür. Geriye dönüp baktığımızda dört önemli amilin etkili olduğu bir süreçte öznel dindarlığın giderek yerleştiği ve bir zihni dönüşümün gerçekleştiğini tespit edebiliriz. Bunlardan ilki 28 Şubat’ta yaşanan kavganın, dönem dindarlarının ve ardıllarının pek çoğu için hayal kırıklığı ile sonuçlanması olmuştur. Din adına verilen kamusal kavganın bir inkıraz ile sonuçlanması hiç şüphesiz büyük bir kırılmadır. Bu kavganın başarısızlıkla sonuçlanmasında etkisi görülen öznel dindarlık boşluklarının, pek çoklarını bireysel dindarlık restorasyonuna sevk ettiğini gözlemleyenimiz çoktur. İkinci faktör, Ak Parti iktidarının, kamusal alanda hakim bir dindar figürü ortaya koymuş olmasıdır.

Kamusal alandaki kavga

Böyle bir ortamda içe dönmek oldukça mümkündür, zira kamusal alandaki kavga dini olmaktan ziyade siyasi olmaya doğru evrilmiştir. Üçüncü faktör ise 2007 UNESCO Mevlana yılı öncesi ve sonrası kamusal alanda giderek yaygınlaşan tasavvufi kültürün meydana getirdiği atmosferdir. Türk dindarlığı Cumhuriyet sonrası hiçbir zaman olmadığı kadar kamusal bir tasavvuf etkisi ile karşı karşıya kalmıştır ve bu büyük oranda naehil ellerde şeyleştirilen ve alınıp satılan bir tasavvuf kültürünü cari kılmıştır. Tüketim toplumu, erenlerin yolunu dahi bireysel bir tüketim malzemesi haline dönüştürmeye karar vermiştir. Son olarak zikredilmesi gereken amil ise, Türk insanının alım gücünün Cumhuriyet tarihinin en üst seviyesine çıkmasının, kendisine yeni paralel hayatlar yaşama imkanı sunmasıdır. Ak Parti politikalarından bağımsız olarak Türkiye dindarında bir öznelleşme temayülü baş göstermiştir. Bu öznelleşme temayülünün en önemli yan etkisi ise din yorumuna yönelik çeşitliliğin artması olmuştur. Türkiye, tarihinde eşine rastlanmayacak kadar fazla sayıda İslamiyet yorumunun birbiri ile zaman zaman çatıştığı zengin bir dini floraya öznel dindarlık tipinin yaygınlaşması sebebiyle sahip olmuştur. Cami, bu heterojen yapı sebebiyle ilk defa bu kadar fazla sayıda paralel inanç sahibinin yan yana ibadet ettiği bir yere dönüşmüştür.

‘Doğru yapıyor muyum?’

Öznel dindarlığın en önemli özelliklerinden birisi, kendisini dindar olarak tanımlayan kimsenin kendi deruni arzu ve ihtiyaçları sebebiyle bir pratik içine girmesi yahut geliştirmesiydi. Dolayısıyla bu dindarlık tipinde din, sigara gibi içe çekilen bir şeydir. Sürekli bir “Doğru yapıyor muyum acaba?” kaygısı, bu inanç çeşitliliği içinde doğru tercihte bulunup bulunmadığına emin olmayan insanın taşıdığı en derin kaygıdır. Bu sebeple, farklı cemaat yahut yapılara intisap ederek pratik değiştiren dindarlara rast gelmek oldukça mümkündür. Hulasa bu dindarlık tipinde din, bizatihi bir tatmin aracıdır ve kişinin doğru yola sevk olunmak gibi bir gaye ile araştırdığı bir şeydir. Öznel dindarlık bu yönü ile saygıyı hak eden ve dinin ruhu ile uyumlu bir taleptir. Buna karşın toplumumuzda giderek yaygınlaşan yeni bir dindarlık tipinden bahsetmemiz her geçen gün daha da mümkün hale geliyor. Bu dindarlık tipini kısaca teşhirci yahut eksibisyonist dindarlık olarak adlandırmamız mümkün. Öznel dindarlık tipinde din ne kadar sigara gibi içe çekilmekteydi ise, bu dindarlık tipinde de aynı oranda sigara gibi sağa sola üflenmekte. Sosyal medya etkisi ile son yıllarda mahremiyet algısını giderek dönüştüren Türk insanı, dine de ihdas ettiği yeni ve daha teşhirci bir karakter ile yaklaşmakta. Bu yaklaşım öznel dindarlıktan farklı olarak dini direkt ve birincil tatmin kaynağı olmaktan çıkartıyor. Bu tip dindarlık açısından din, endirekt ve ikincil bir tatmin kaynağı olarak hayatın bir kısmında tatbik ediliyor. Birincil ve direkt tatmin hissini veren teşhir hazzına hizmet eden din, bu yeni dindarlık tipinde, öznel dindarlıka mukayese edilemeyecek oranda maddeye tahvil edilen bir “ŞEY”e dönüşüyor. Maddi tatminin yanı sıra teşhirci tatmin de dini önemli oranda enstrümantalize ediyor.

Misyoner karakterli dindarlık

Kabe’ye karşı poz vererek sosyal medya etkileşimi murad eden bir kimsenin, tatmini ve hazzı Kabetullah’ta aramadığı gerçeği artık hepimizin karşılaştığı, vaka-i adiyeden bir şeye dönüşmüş durumda. İçe çekilen değil, dışa üflenen dumandır derken neyi kastettiğimizi bundan daha iyi ortaya koyan bir misal olamazdı. Birincil tatmine ulaşılmasını sağlayan ikincil bir tatmin aracı derken, dinin bizzat hedeflenen şey olmadığını, aksine asıl hedeflenen teşhirci tatmine götürücü bir vasıta olduğunu belirtmiştik. Bu ise dışa dönük, ekspansif dindarlık tipinden daha farklı bir araza işaret eder. Dışa dönük dindarlık tipi modern dönemde ortaya çıkmış ve misyoner karakterli bir dindarlıktır. En temel motivasyonu “Bunu başkalarına nasıl anlatırız” sualinde gizlidir. Dindarlar arasındaki tartışmalarda bu karakterin etkisini sık sık görmek mümkündür. Dinin mevcut hükümleri sebebiyle sürekli bir rezil olmuşluk hissi bu dindarlık pratiğinde hâkimdir. Bu sebeple dışa dönük dindarlık, sürekli olarak inanılan dini farklı bir şeymiş gibi sunmaya mütemaildir. Buna rağmen bu dindarlıkta da din birincil hedeftir. Teşhirci dindarlık ile aynı şey olduğu sanılan dışa dönük dindarlığı teşhirci dindarlıktan ayrıştıran işte tam olarak budur. Dini birincil maksat kılan her dindarlık, teşhirci dindarlık tipinden farklıdır; zira dinin ruhu olarak adlandırılan “ihlas” prensibine bir şekilde sahip olması mümkündür. Teşhirci dindarlık ise muhlis olması teorik olarak mümkün olmayan bir pratiktir.

[email protected]