Aşı olmak zorunda mıyız?

Cüneyd Altıparmak/ Hukukçu
5.12.2020

İleride aşı konusundaki mevzuat alt yapısının eksik olmasının sancılarını hissedebiliriz. Bir aşı politikası belirlenmelidir. “Yaşam hakkı”, “vücut dokunulmazlığı” gibi anayasal korum altındaki haklar bu yönüyle tekrar yorumlanmak zorundadır. Zira aşıyı reddetmek artık kişinin sadece kendisine bağlı ve kendisini etkiler durumdan uzaktır.


Aşı olmak zorunda mıyız?

“Geçmişin arabalarıyla hiçbir yere gidemezsiniz”

Gorki

Koronavirüs gündeminin en sıcak konusu aşı. Birkaç hafta içinde ülkemizde de uygulanmaya başlayacak. Aşı konusunun hukuki boyutunu ele aldığımız ve “aşı bulunursa dünyanın ortak malı mı olacak?” sorusunun cevabını aradığımız yazımızda, aşının patentlenmesi, izni, ruhsatlanması konusundaki bir takım detaylara değinmiştik. Bu konudaki uluslararası antlaşmalara dikkat çekip, aşıya herkesin ulaşması noktasında hukuken yapılması gerekenlere işaret etmiştik. Aşıların tatbik edilmesi ve son günlerde İngiltere’den gelen onayın ardından önümüzde ikinci bir soru belirdi: “Aşı yaptırmak zorunda mıyız?” Bu yazımızda aşının yapılması konusundaki güncel gelişmeleri ve zorunluluk hususunun hukuki boyutunu ele almaya ve önerilerde bulunmaya çalışacağız. Koronavirüs alanındaki aşı çalışmaları yeni değil. Çalışmaların bir geçmişi var. Koruma etkileri yüzde 95 ila yüzde 70 arasında değişen aşı çalışmalarının sonuçları açıklandı. Aşıların etkileri ve yan etkileri, hangisinin daha faydalı olduğu bahsi, tıbbi bir konu.

Aşıların onay alması

Ancak bunların birçoğunun belirli testleri geçerek “acil kullanım onayı” almış olmasının hukuki sonuçları var. Böyle bir kullanıma onay verilmesi kabaca şöyle bir süreci ihtiva ediyor: Bir aşının veya ilacın bilimsel kriterlere göre bulunduğu ülkenin/bölgenin bu konudaki akredite edilmiş biriminden (örneğin: European Medicines Agency/ Avrupa İlaç Ajansı) onay alınması gerekiyor. Bu onay sürecinde, firmanın öne sürdüğü veriler “kalite”, “etkinlik” ve “güvenlik” açısından yeterli derecede görülürse, ilerde onay alabilecek düzeydeki ilaçlara “hızlı değerlendirme prosedürü” işletilerek onay veriliyor ve ilacın/aşının kullanımına izin verilebiliyor.

Öncelikle böyle bir onay alınması aşının sağlık açısından bir zararının olmadığı veya Koronavirüs’ün etkileri açısından değerlendirildiğinde tolere edilebilir olduğunu gösteriyor. Bu noktada, sağlık ve yaşam hakkı bağlamında aşının “zararlı” olduğunu ileri sürmek “bilimsel” olarak mümkün değil. Bu durum, normal prosedürü tamamlayıp kullanım onayı alan tüm ilaçlar için geçerli. Ancak unutmamak gerekir ki tüm firmalar, ilaçların öngörülmesi halinde gizlenen veya sonradan çıkan durumlardaki hatalarından dolayı sorumlu olabilecektir. Bunu da zaman gösterecek.

Olmak ya da olmamak

Salgının başında “Aşı olur musunuz?” şeklindeki soruya verilecek ekseri yanıt “Hayır” iken, ilerleyen bu süreçte başımızdan geçenler ve şahit olduklarımız bizi “Bitsin de ne gerekiyorsa yaparım” durumuna getirdi. Şimdi aynı soru sorulsa verilecek cevap belli: Evet.

Sorun “Evet” demekle bitmiyor. Karşımıza başkaca alt sorular çıkıyor. Zira, aşı halk sağlığı ile ilgili bir şey. Ve bu durumla topyekûn bir mücadele gerekiyor. Birimiz aşıyı olurken, diğeri olmaz ise salgın azalabilir ama bitmeyebilir. Etkisizleşmeyebilir, seyri devam edebilir. Bir başka boyut ise kimin hangi aşıyı olacağı sorunu. Tüm aşıların içerikleri aynı değil ve bunların etkilerinin farklı olabileceği düşünüldüğünde kim hangi aşıya ulaşacak veya ulaşabilecek sorunu da gündemimizde olacak. Bir diğer sorun ise aşı olmayanların durumu. Dünyadaki genel eğilim -görebildiğim kadarıyla-, aşı olmayanların birçok imkândan mahrum bırakılması yönünde. Bu da bir takım hukuki sonuçlar doğurabilir. İlginç mahkeme kararları ve yeni düzenlemeleri görebiliriz dünya genelinde. Ülkelerin bu sorunları nasıl çözdüğünü takip edeceğiz hep birlikte.

Aşıya maruz kalmak!

Bu bağlamda dikkatimi çeken birkaç husus değinmek istiyorum ki bunlar bence çok önemli. Ajanslara düşen ve uluslararası havayolu şirketlerinin özellikle dış hat uçuşlarından yolculardan “aşı olduğunu ispat etmesini” isteyeceği yönündeki haber, konuya şirketlerin devletlere ve vatandaşlara takdir hakkı bırakmayacağını gösteriyor. Bir de buna bu bilgilerin pasaportlara işlenmesi durumu gelirse, devletlerin “üstü kapalı biçimde” kısmi-zorunlu aşıyı uyguladığı göreceğiz. Geçmişte bir kızamık salgınında ABD’nin bu konudaki aşı yaptırmayı zorunlu kılmadığı ancak aşı olmayan çocuklara dönük olarak “kamusal alanlara girme” yasağı getirdiğini mesela okullara alınmayacağına karar verildiğini okumuştum. Zorunlu aşı uygulaması olmayan İngiltere’nin koronavirüs aşısı için “tarihinin en büyük sağlık seferberliğini” başlatması, bu konuda “katı” bir tavır sergileyeceğini gösteriyor. Fransa’da da benzer bir kampanya hazırlığı var. İsveç’in ulusal aşı programı ile çocuklara aşı uygulaması zorunlu ancak yetişkinler için tavsiye boyutunda kalıyor. Durum hemen hemen Finlandiya ve İrlanda için de aynı. Almanya koronavirüs için “özel aşılma merkezleri” kuruyor. Ülkemizde de aşı yapılmaya başlanacak ve dört aşamalı olarak yürütülecek bir süreç olacak. Yapılan açıklamada aşı dağıtım planlamasında Dünya Sağlık Örgütü tarafından dikkat çekilen insan hakları, eşitlik, adalet ve meşruiyet çerçevesinde bir dağıtım çerçevesinin oluşturulmasına çalışılacağı, bunun temelini oluşturan etik ilkeler arasında maksimum fayda sağlanması, sağlık eşitsizliklerinin azaltılması, aşının adil, şeffaf ve kanıta dayalı dağıtılması sağlanacağı belirtildi. Bu şekildeki bir vurgu önemli. Pratiğinde bu şekilde seyretmesi halinde sağlık imkânlarına erişimin hakkıyla yerine getirildiğini göreceğiz. Sağlık hakkı diye özetlenen hakkın en temel noktası “erişimindeki adalet” ilkesinde yatıyor. Bu nokta çok önemli.

Ülkemizdeki mevzuat

Ülkemizde uygulanacak aşı hali hazırdaki mevzuat açısından “zorunlu” değil. Bu konu “aşı karşıtları” olarak nitelen ve dünyada azımsanmayacak kadar olan bir grup “aşı” ve doğurduğu sakıncalar sebebiyle hep varolagelmiş. Yeryüzünde birçok insan çeşitli gerekçeler ile aşı olmayı reddedebiliyor. Bu ret saiklerinin içinde sağlık, dini, siyasi gerekçelerinin yanında “komplo teorisi” de bulunuyor. Önümüzdeki günlerde bunu çokça okuyacağız, bu tartışmaları sıkça göreceğiz. Ancak hukuki açıdan bunlara itibar edilmeden, bilimsel kanıtların aranacağının bilinmesini isteriz.

Halk sağlığı uzmanlarına göre “toplum yararı” açısından aşı gereklidir. İnsan hakları bağlamında, pandemiye dönüşen bu salgında yargının bu konuda önüne gelecek konularda “kamu sağlığı” sorununu önceleyen biçimde karar vermesi gerekir. Ancak bir şerhi düşmek isteriz: İnsanların dilediği aşıyı seçmesinin de önüne (bir bilimsel gerekçe olmadıkça) set çekilmemelidir. Menşei noktasında bir zorunluluk getirmek çok doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Bu akıllara başka sorular getirecektir.

Aşı konusunda Anayasa Mahkemesinin (2015 yılı) kararı bulunmaktadır. Bir bireysel başvuru ile gündemine taşınan mevzuda Anayasa Mahkemesi kararda, “…doğan her çocuğa belirli bir yaş periyoduna bağlı olarak ve ebeveynin rızası hilafına, ilgili idarece belirlenecek olan her türlü aşının tatbiki yetkisi verildiği şeklinde anlaşılması olanaklı değildir. Aksinin kabulü hâlinde uygulanacak tıbbi müdahalenin tür ve kapsamı belirsiz olacak şekilde, rıza verilmeyen müdahale türlerinin gündeme gelmesi muhtemeldir…” diyerek, çocuklara aşı yapılması için ebeveyn onayını aramıştır. Bu karar eleştirilmiş olmakla beraber durum bu yöndedir. Yetişkinlerin aşı olması konusunda tıpkı diğer ülkelerde olduğu gibi zaten bir düzenleme yoktur. Bu konu “tedaviyi kabul ve red yetkisinin” kişiye bağlı olduğu durumu çerçevesinde ele alınacaktır. Bu konuda istisnai düzenleme “çiçek aşısı” olarak görülür. 1593 sayılı Umumi Hıfzısıhha Kanununun m.88 maddesinde yer alan bu zorunluluk, 1980’den beri görünmeyen bu hastalık sebebiyle hükmünü fiilen yitirmiştir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin “özel ve aile hayatına saygı hakkı” başlıklı 8. maddesine göre, bu hakkın kullanılması kamu otoritesince ulusal güvenliğin, kamu esenliğinin ve sağlığının korunması amacıyla kısıtlanabilmektedir. Anayasaların pek çoğunda ve uluslararası metinlerde “kamu sağlığı” konusunun haklar bağlamında bir kısıtlama gerekçesi olabileceğini görüyoruz. Her halde buradaki kastedilen “pandemi” halindeki bu durumdan başkası olamaz. Ya da başka bir ifade ile kamu sağlığı gerekçesi ile bir zorunluluk getirilmesi hiçbir dönem ve aşamada bu kadar meşru olmayacaktır!

Ne yapmak gerekiyor?

n Yaşanan durum, “olağanüstü” bir durumdur. Hukukun birçok dalında olduğu gibi, özellikle sağlık hukuku alanında yeni; ülkeleri kapsayan ve ülkeler arasındaki farklıları ortadan kaldıran bir yaklaşım ile hazırlanacak yeni metinlere ve alınacak yeni kararlara ihtiyaç olduğu açıktır.

n Birçok salgın geçiren dünya, her salgın sonrası bu konuda ulusal ve uluslararası bağlamda düzenlemelere gitmiştir. Bu salgın döneminde bu haliyle bile çok işimize yarayan 1930 tarihli Umumi Hıfzısıhha yasasından sonra dünya üç büyük salgın atlatmış durumda. Öncelikle bu konuda bir çalışma başlatılmalıdır.

n Bu konular, genelge veya yazılı açıklama ile “kurallaştırılamayacak” türdedir. İleride bu konudaki mevzuat alt yapısının eksik olmasının sancılarını hissedebiliriz. Özellikle aşı politikası belirlenmelidir. “Yaşam hakkı”, “vücut dokunulmazlığı” gibi anayasal korum altındaki haklar bu yönüyle tekrar yorumlanmak zorundadır. Zira aşıyı reddetmek artık kişinin sadece kendisine bağlı ve kendisini etkiler durumdan uzaktır.

n Bu kriz bize özgü değildir. Avrupa’da da benzer tartışmalar söz konusudur. Nihayetinde bu konu mevzuat ve içtihat boyutu ile hukuk ajandasında yer alacaktır. Bu noktada hukuki yorumların son dönemlerdeki “bireyi önceleyen” yaklaşımının, “toplumu önceleyen” yaklaşıma evirileceğini uzun bir süreden sonra göreceğe benziyoruz. Şüphesiz bu konuda en köklü çözüm BM düzeyinde bir uluslararası metin izhar etmek ve bunu tüm dünya ülkelerinin iç hukuku haline getirmesini sağlamaktır.

n Bu biraz zaman alabilir ancak ülkemizde bu konuda düzenlemeye gidilmesi iyi olacaktır. Burada düzenlenmesi gereken hususun “herkes aşı olmak zorundadır” şeklide değil de “zorunlu olduğu belirtilen aşıların uygulanmasından kaçınmak” şeklide bir kabahat ihdas etmek biçiminde olmalıdır.

n Bir başka önerimizde şu anda ücretsiz verilen koronavirüs tedavisinin, aşı yapmayanlar için kapsam dışına alınarak ücretli hale getirilmesidir.

Mevcut şartlar, önceki şartlara göre üretilen içtihatları yeni baştan düşünmemizi gerektirmektedir. Şartlar değişince, kurallar ve yorumlar değişir. Bu hukukun canlı bir bilim olmasının sonucudur. “Aşı yapılmasından yana” olan biri olarak belirtmek isterim ki bu konuda ülkemiz bir yasal düzenleme getirerek bir ilke imza atmalıdır.

[email protected]