Aşılayamadıklarımızdan mısınız?

Prof. Dr. İlhan İlkılıç / İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı
6.08.2021

Aşı olmayanların oranı yüksek seviyede kaldığı müddetçe toplumsal bağışıklığa ulaşılamayacak ve hastalık belki hiçbir zaman tam anlamıyla yok olmayacaktır. Covid-19 enfeksiyonunun yaygın bir şekilde seyretmesi başka varyantların oluşmasına yol açacak ve delta varyasyonunda olduğu gibi mevcut aşılar yeni varyantlara daha az etki edecek ya da hiç etki etmeyecektir.


Aşılayamadıklarımızdan mısınız?

Covid-19 enfeksiyonu 2019 yılının sonunda ortaya çıkıp kısa süre içerisinde pandemiye dönüşerek tüm dünyayı etkisi altına aldı. Daha önce bilinmeyen bu hastalık başta sağlık olmak üzere hayatın birçok alanını etkileyerek sağlık ve can kayıpları dışında sosyo-kültürel ve ekonomik alanlarda birçok mağduriyete yol açtı. Elimizde 2020 yılının sonlarından itibaren bu hastalığa karşı tek ilaç diyebileceğimiz aşılar bulunmakta. Aşının bulunması ve sonrasında aşının ülkeler arasında adil dağıtımı, insanlara ulaştırılırken önceliklerin doğru oluşturulması gibi birçok alanda sorunlarla karşılaşıldı.

Aşı muhalifliği ahlaki mi?

Bir taraftan aşının yeterince ve hızlı bir şekilde temini konusunda sorunlar Covid-19 pandemisindeki mücadeleyi zorlaştırırken, diğer taraftan aşı mevcut olduğu halde aşılanmayan ve aşılanmak istemeyen insanlar bu mücadeleyi olumsuz etkilemekte. Bu yazımızda aşı karşıtlığının dayanmış olduğu gerekçe ve argümanlara değinerek aşı muhalifliğinin etik açıdan meşru ve kabul edilebilir bir davranış şekli olup olmadığını değerlendireceğiz.

Araştırma safhasında 135 aşı var

Virüsle oluşan ve bulaşıcı olan Covid-19 hastalığını şifaya kavuşturan elimizde halihazırda herhangi bir ilaç bulunmamaktadır. Bu hastalığın bulaşmasını yüksek oranda önleyen ve bulaşma riskini azaltan tek ilaç aşıdır. 2021 Ağustos ayı itibarıyla 135 aşı farklı farklı araştırma safhalarında olup 21 aşı ise farklı kurumlardan acil kullanım onayı almış ve uygulama safhasındadır. Her aşıda olduğu gibi Covid-19 aşısı da hastalığın bir insandan bir insana bulaşmasını yüzde 100 önleyememekte ve hastalığın ortaya çıkmasını tamamen ortadan kaldıramamaktadır. Buna rağmen Covid-19 aşısının önemli oranda hastalığın bulaşmasını azalttığı, hastalanma sürecini hafiflettiği, yoğun bakım servislerine yatışları azalttığı ve ölüm sayılarını neredeyse sıfırladığı, konunun uzmanları tarafından mutabakatla kabul edilmektedir. Diğer taraftan her ilaç ve aşıda olduğu gibi Covid-19 aşısında da istenmeyen yan etkiler görülmektedir.

Bununla birlikte temizlik, mesafe ve maske gibi klasik önleyici tedbirlere başvurulsa bile Covid-19 enfeksiyonunda toplumsal bağışıklığa (sürü bağışıklığı / herd immunity) ulaşarak hastalığın yayılmasının önlenmesi ve zaman içerisinde tamamen ortadan kalkması aşı olmadan mümkün değildir. Diğer bir tabirle aşısız Covid-19'la yapılan bir mücadeleyi kazanmamız mümkün gözükmemektedir. Etik açıdan tıbbi olarak aşı vasıtasıyla ulaşılabilecek fayda ve zararlar değerlendirildiğinde çok net bir şekilde faydalar ağır basmakta ve istenmeyen yan etkilerden dolayı aşıyı reddetmek sonuçları açısından makul görülmemektedir. Buna rağmen ülkemizde de aşı karşıtlığı azımsanmayacak derecede olup bu durum Covid-19 pandemisiyle mücadeleyi olumsuz etkilemektedir. Pekala bu aşı karşıtlığı nedir ve ardında yatan nedenler nelerdir?

Ne ilk ne de son

Aşı karşıtlığı, farklı nedenlerle insanlara aşı uygulamasının faydasız ve zararlı olduğunu iddia eden ve bunun için de aşı olunmaması gerektiğini savunan, bunun propagandasını yapan bir akımdır. Tıp tarihine baktığımızda aşı karşıtlığının günümüze has bir tavır olmadığını ve ilk sistematik aşı uygulamalarına kadar tarihinin geri götürülebileceğini görmekteyiz. 1761'de Kirkpatrick tarafından yayınlanan 'İnokülasyonun Analizi' (The Analysis of Inoculation) adlı kitapta bazı Hristiyan teologların çiçek hastalığını tanrının kırbacı olarak gördüklerini ve aşılamanın tanrının iradesini engelleyeceği için aşı olunmaması gerektiğini savunduklarından bahsetmektedir. İngiltere'de 1854 yılında çıkarılan ve tüm bebeklerin aşılanmasını mecbur hale getiren aşı yasasına karşı da John Gibs, 1854 yılında 'Tıbbi Özgürlüklerimiz' adlı bir kitapçık yayınlamıştır. 1874'te Alman Devleti (Deutsches Reich) çiçek hastalığına karşı aşı kanunu çıkardığında başkanlığını Eugen Bilfinger'in yürüttüğü 'Aşı Karşıtı Doktorlar Derneği' (Verein impfgegnerischer Ärzte) kurulmuş ve 1881 yılında 'Aşı Karşıtları' başlıklı bir dergi çıkarılmıştır. Yine tarihteki aşı muhalifliğinde günümüze benzer argümanlar kullanıldığını görüyoruz. Bunlar içerisinde aşının işe yaramadığı, aslında insana daha fazla zarar verdiği ya da para kazanma amaçlı bir girişim olduğu söylenilmektedir. Örneğin Alman Nasyonal Sosyalizmin teorisyenlerinden olarak kabul edilen Eugen Dühring (1833-1921) aşının bir batıl inanç olduğu ve Yahudi doktorların para kazanmak için ortaya attıkları faydasız bir ilaç olduğunu söylemiştir.

Karşıtlığın gerekçeleri

Covid-19 aşısına karşı ülkemizde aşı karşıtlarının yürütmüş olduğu kampanyalarda da tıp tarihindekine benzer gerekçeleri bulmak mümkündür. Bunların sadece bazıları - aşıların içinde çip olduğu iddiası gibi - klasik gerekçelerden ayrılmaktadır. Bu argümanların yelpazesi oldukça geniş olup aşının yüzde 100 bulaşmayı ve hastalığı önlemediği, hiçbir faydasının olmadığı, hastalıktan daha kötü sonuçlara yol açtığı, otizm, felç gibi başka hastalıklara sebebiyet verdiği, aşıyla birlikte insanlara çip takıldığı ve takibe alındığı, hatta aşının insanları öldürdüğü iddia edilmektedir. Bu geniş yelpazede ifade edilen aşının kötü sonuçlarının delillerine gelince ya bilimsel hiçbir yayın gösterilememekte, ya psödo-bilimsel kaynaklar gösterilmekte, bağlantısız veya alakasız linkler verilmekte, ya yakınlarında yaşadığı bir olayı bilimsel bir açıklama yapmadan delil olarak göstermekte ya da aslında 'bu iş benim iddia ettiğim gibi fakat resmi makamlar bunu açıklamıyorlar' söylemine sığınılmaktadır. Bunun dışında aşıyı savunan kişilere karşı da bazı yersiz ithamlarda bulunulmaktadır. Şahsıma karşı da "Aşı yaptırmanın doğru olduğunu söyleyen insanlar Bill Gates ve ilaç firmaları tarafından finanse edilmektedir", "Tüm bu aşı propagandası belli etnik gruplara veya şirketlere yaramaktadır" gibi tarihte de gördüğümüz suçlamalar yapılabilmektedir. Bu gruptaki kişiler ciddi bir kontrolün olmadığı, herkesin istediği her şeyi yazabildiği ve mesnedsiz de olsa delil diye bazı şeyleri sunabildiği sosyal medyada oldukça etkindir ve kararsız olan insanları maalesef olumsuz yönde etkilemektedirler.

Aşı karşıtlığının aynı zamanda sosyal sınıf, ait olunan yaş kuşağı, ait olunan etnik grup ya da dini cemaatlerle de (örneğin ABD'deki Evanjelik Hristiyanlar ve İsrail'deki Ortodoks Yahudiler) ilgisi olabilmektedir. Henüz 'protesto çağında' olan gençler, kendini alternatif olarak gören gruplardaki insanlar, her şeyin arkasında bir komplo arayanlar ya da her eylemin 'Batı'nın oyunu' olduğunu düşünenler, devletin ve hükümetin her tavsiyesine düşünmeden ve tartmadan muhalif olmayı huy edinenler gibi farklı sosyal gruplar, aşı karşıtlığında sosyal medyayı da çok yoğun bir şekilde kullanarak katalizatör görevi görmektedirler.

Aşı olma imkanı olduğu halde henüz aşı olmamış insanların tümünü aşı karşıtı olarak tanımlamak elbette doğru olmaz. Bunlar içerisinde aslında aşının yaptırılması gerektiğine inanan, fakat ihmalkarlık, tembellik ve gamsızlık gibi nedenlerden dolayı henüz aşı olmamış kişiler de bulunmaktadır. Diğer bir grup ise aşı hakkında henüz bilimsel bilgilere ulaşamamış ve bundan dolayı kararsız ve tereddütlü kişilerdir. Bu iki gruba ulaşarak uygun metot ve projelerle aşılanma oranı arttırılabilir.

Aşı ve özgürlük

Aşı muhaliflerinin bir kısmı aşı olmamanın özgürlük kavramı çerçevesinde anlaşılması gerektiğini söylemekte "Nasıl insanlar aşı olmakta özgür iseler, aşı muhalifleri de özgür olmalarından dolayı aşı olmayabilirler" demektedirler. Dolayısıyla aşı karşıtları aşıya zorlanmamalıdır ve aşıya karşı olduklarından dolayı herhangi bir yaptırım uygulanmamalıdır görüşünü savunmaktadırlar. Öncelikle bu görüşün doğru olup olmadığını ölçmek için özgür insan davranışının hangi özelliklere sahip olması gerektiğini bilmeliyiz. İnsanın özgür davranışı söz konusu olduğunda etikte kastedilen şey, bir insanın istediği davranışı yapması değildir - ki bu durum insanı hayvan mesabesine indirir. Bir davranışın özgür davranış şeklinde addedilmesi için gereken şartlardan birincisi kişinin diğer insanların haklarını ihlal etmemesi ve özgürlük alanına tecavüz etmemesidir. İkincisi ise gerçekleştirilmesi istenen davranışın sorumluluk ilkesi açısından kabul edilebilir bir davranış olmasıdır. Bu iki şart bağlamında aşı muhaliflerinin görüşü incelendiğinde karşımıza şöyle bir tablo çıkar.

Bilimsel verilere göre aşı olmayanlar bulaşma riskini ve buna bağlı olarak diğer insanların hastalanma, yoğun bakım servisinde tedavi altına alınma ve hatta ölüm risklerini arttırmaktadır. Bu sadece daha fazla insanın Covid-19 hastalığından mağdur olmasını değil aynı zamanda daha önceki dönemlerde olduğu gibi yoğun bakımlarda aslında önlenebilecek Covid-19 vakalarının artmasıyla yoğun bakım servislerindeki kaynaklara ihtiyaç duyan insanları farklı şekillerde mağdur etmektedir. Diğer taraftan aşı olmayanların oranı yüksek seviyede kaldığı müddetçe toplumsal bağışıklığa ulaşılamayacak ve hastalık toplumdan belki hiçbir zaman tam anlamıyla yok olmayacaktır. Yine Covid-19 enfeksiyonunun yaygın bir şekilde seyretmesi başka varyantların oluşmasına yol açacak ve delta varyasyonunda olduğu gibi mevcut aşılar yeni varyantlara daha az etki edecek ya da hiç etki etmeyecektir. Böylesi sonuçlara yol açan davranış şekli ise sorumluluk ilkesiyle bağdaşmaz, hem kusurlu hem de ihmalkâr bir davranış olarak nitelendirilebilir.

Aşısızlara yaptırımlar meşru mu?

Aşı olmamakla sadece bazı konularda risk arttırılmamakta aynı zamanda temel insan haklarından olan sağlıklı olma ve yaşam hakkı gibi haklar da dolaylı olarak ihlal edilmektedir. Ayrıca pandeminin sürmesi sadece sağlık ve insan hayatını etkilememekte, aynı zamanda ekonomi, eğitim, bilim, sanat ve diğer birçok alanda zararların oluşmasına yol açmaktadır. Yine bu alanlardaki sorunlardan dolayı insanların ruh ve beden sağlığı etkilenebilmektedir. İçinde yaşadığı topluma karşı kendisini sorumlu hisseden bir insan, tüm bu alanlarda zararların ortaya çıkmasını istemeyeceğine göre, böylesi bir davranış ne insan özgürlüğüyle gerekçelendirilebilir ne de insan özgürlüğü ile bağdaştırılabilir.

Aşı olmamanın oluşturduğu tüm bu olumsuz sonuçlardan dolayı devletin diğer insanların sağlığını ve hayatını korumak amacıyla birtakım yaptırımlara gitmesi ahlaken meşrudur. Burada ilk etapta zorla aşı yapma veya anayasal hakları direkt ihlal edebilen yaptırımlardan ziyade, insanları konu ile ilgili bilgilendirme, ikna yoluyla aşılanma oranlarını arttırma üzerinde çalışılabilir. Fakat yukarıdaki belirttiğimiz nedenlerden dolayı böylesi gerekli olan bir eylemin başarısı devamlı sınırlı kalacaktır. Onun için öncelikle hafif olan bir takım yaptırımlar uygulanabilir. İlk etapta HES kodunda olduğu gibi aşısı olmayana bir takım kısıtlama ve yaptırımlar getirilebilir. Bu bağlamda AVM'lere ve alış veriş mekanlarına, kahvehanelere, restoranlara, hotellere, spor müsabakalarına seyirci olarak almama gibi hafif olarak nitelendirebileceğimiz yaptırımlar uygulanabilir. Bu yaptırımlardan sonra da sonuç alınmazsa orantılılık ilkesi gözetilerek yaptırımlarda arttırmaya ve sertleşmeye gidilebilir.

Az da olsa sağlık çalışanları arasında da aşı karşıtlığının olduğu bilinmektedir. Bu kişiler hem halen hasta olan kişilerle hem de potansiyel olarak hasta olma ihtimali yüksek insanlarla daha sıkı temasta olduğu için ayrı bir önem arzetmektedir. Yukarıdaki argümanlar bu meslek grubu için de geçerli olup bunların da özgürlük kavramı altında, etik açıdan aşı olmamalarını meşru görmek mümkün değildir. Dolayısıyla bu grupta da önce ikna ve hafif yaptırımlar tercih edilebilir. Sonuç alınamadığı takdirde – Avrupa'daki uygulamalarda olduğu gibi – daha sert ve hatta iş akdinin feshine kadar giden yaptırımlar etik açıdan meşrudur. Aynı argümanlar öğretmenlik, berberlik gibi insanlar arasındaki mesafesinin çok azaldığı ve dolayısıyla bulaşma riskinin yüksek olduğu diğer mesleklerde de geçerlidir.

Sağlık nimetini korumak

Eldeki mevcut tüm bilimsel veriler incelendiğinde ve yukarıda ortaya koyduğumuz argümanlar değerlendirildiğinde Covid-19'a karşı aşı olmamak rasyonel, aklı selim ve ahlaken doğru bir karar ve davranış şekli değildir. Seküler tıp etiğinde önemli olan özerklik/otonomi ilkesine göre kişi kendi bedeni hakkında sınırsız bir özgürlüğe sahiptir. Seküler otonomi kavramından hareket ettiğimizde kişinin kendi bedeni hakkında karar verme özgürlüğü ve muhtemel zararı kabul etme hakkının ancak kişinin kendi sağlığı ve hayatı söz konusu olduğunda geçerli olduğu sonucuna varırız. Aşının reddinde ise sadece ahlaki özne olan kişinin sağlığı ve hayatı değil aynı zamanda diğer insanların sağlığı ve hayatına zarar vermek söz konusudur. İslam'ın özgürlük anlayışına göre ise insanın bedeni hakkında sınırsız bir tasarruf hakkı yoktur. Müslüman olan kişi Allah'ın verdiği sağlık ve hayat nimetini korumak ve bunun için gerekli tedbirleri almakla – ki buna aşı da dahildir – mükelleftir. Dolayısıyla hem seküler etik, hem de İslam ahlakı açısından aşı karşıtlığı savunulamaz ve özgürlük kavramıyla gerekçelendirilemez.

[email protected]