Aşiretler ve kadim İngiliz tezgahı

Prof. Dr. Mazhar Bağlı / Karatay Üniversitesi
1.10.2016

Niçin her toplumsal sorunun kaynağı olarak bu yapı işaret edilmektedir? Sahiden bunlar bizim gelişmemiz ve ilerlememizin önündeki en büyük engeller midir? Gerçekten aşiretler medenileşmenin, evrensel standartlarda bir hukuk düzeninin kurulmasını engelleyen bir işlev mi görüyor? Kim, niçin aşiretleri bir günah keçisi haline getirmek istemektedir?


Aşiretler ve kadim İngiliz tezgahı

Geçen hafta Yeni Şafak gazetesine verdiği mülakatta emekli bir asker olan Atilla Uğur dikkat çekici bir iddiada bulundu. Gülen casus çetesinin yeni bir kalkışma planladığı ve bunu da İngilizlerin akıldaneliğinde doğudaki “aşiretler” üzerinden yapacağını söyledi. Mülakatı veren kişi ve söylenenlere bakıldığında bu tezin dikkat çekmek için dile getirilmiş olduğu söylenebilir ve sahiden de istenilenin gerçekleştiği görüldü. Ülke gündeminde bir haftadır aşiretler var herkes söz konusu emekli askerin iddialarını analiz etmeye çalışıyor.

Aşiretlere dair şimdiye kadar burada, Star Açık Görüş’te birkaç kez yazdım. Ülkemizin belli bir bölgesinde var olan bu sosyolojik yapı, var olan birçok toplumsal sorunun temel kaynağı olarak hep işaret edilip bahse konu edilmektedir. Bendeniz de her seferinde buna itiraz eden yazılar yazmaktayım. Esasında ne bir derebeyliği savunmaktır amacım ne de bundan yüzyıl önce var olan bir ilişki biçiminin cari olmasını sağlamaktır.

Bilinçli şeytanlaştırma

Benim temel tezim özetle, “derin devletin” bilinçli olarak aşiretleri şeytanlaştırdığı ve pek çok akademisyenin de bu yapıyı son derece klasik-klişe ifadelerle analiz etmeye çok hevesli olduğu şeklindedir. Devlet aşiretlerin varlığını kendi egemenliği için bir tehdit olarak görmüştür. Akademisyenler de son derece sığ bir yaklaşımla aşiretleri, batı Avrupa toplumlarının geçirmiş oldukları değişim sürecindeki olgusal durumların farklı bir izdüşümü olarak görmektedir. Belli bir sosyolojinin, belli bir tarihsel dönemdeki kavramsallaştırma ile açıklanmasının ne kadar akademik olacağına ayrıca değinmeye gerek yok sanırım.

Aşiret meselesine birazdan tekrardan döneceğim ancak dile getirilen iddialar ve iddia sahibi ile ilgili de birkaç not iletmek isterim. Atilla Uğur, PKK elebaşı Abdullah Öcalan’ı sorgulayan kişidir. Aynı zamanda bunu Abdullah Öcalan’ı Nasıl Sorguladım adıyla bir kitap haline de getirmiştir. Bendeniz de bu kitabı çok dikkatli bir şekilde, yaklaşık bundan bir sene önce okudum. Bu kitap esasında kimin Abdullah Öcalan ile görüşebileceği konusundaki “buyrukları” içermektedir. Kısaca “Ben görüşebilirim çünkü ben vatanseverim, ama başkası hangi gerekçe ile olursa olsun görüşmemelidir” öz fikrini savunan bir tezin etrafında yazılmıştır. Kitap,”MİT görevlisi görüşemez çünkü o siyasetin bir uzantısıdır. Ama asker görüşebilir çünkü o devletin bir uzantısıdır” mantığı ile kaleme alınmıştır.

Sayın Uğur, örgütü analiz etmek ve çözmek için defalarca Öcalan ile görüşmüş. Ancak aynı kişi, sivil siyasetin talimatı ile bir başka kamu görevlisinin yine aynı çerçevede örgütü analiz etmek ve mücadele yolları bulmak için dahi olsa herhangi bir görüşme yapmasına asla onay vermiyor. Çünkü sivil siyasete güvenmiyor. Çünkü örgütün sivil aktörler tarafından analiz edilmesini istemiyor. Kitabı okuduktan sonra şu soru aklıma takılmıştı: O zaman Öcalan’ı sorgulayan ekip ona silahları bırakması yönünde acaba açık bir telkinde bulunmuş mu? Tabii ki bu konu tartışılabilir ancak ben yazılanlardan ve geldiğimiz sonuçtan hareketle, Öcalan ile görüşen bu ekibin o zaman ona silah bıraktırma konusunda ne kadar hevesli olduğu konusunda derin bir kuşkuya düştüm. Daha açık bir ifade ile Öcalan’ı sorgulayan sayın Uğur’un “Ona artık örgütüne silahları bıraktırmalısın” dediğinden pek emin değilim. Zaten kendisi de bu minvaldeki bir diyaloğu, kitabın tanıtım kapağına koymuştur.

O dönemde Öcalan’ın idam edilmekten kurtulmak için her şeyi yapmaya hazır olduğu ve aynı zamanda elindeki her kozu masaya koymak için de can attığı bütün kamuoyu tarafından bilinmektedir. Öyle ki Öcalan, kendi kendisine bile iftira edip Kürt olan annesinin Türk olduğunu söylediğini hepimiz hatırlarız.

Artık muhatap değiller

Bana göre Öcalan yakalandıktan sonra gerektiği gibi sorgulandı ancak bu sorgulamadan elde edilen bilgiler ışığında bir terörle mücadele stratejisi belirlenmedi. Özellikle dönemin egemen yapısı hem bölgenin sosyolojisi hem de iç siyasi dinamikler bakımından bu yapıya karşı görece olması gerektiğinden farkı davrandıkları artık bir sır değildir. Sorgudan elde edilen bilgilerin gereğinin niçin yapılmadığı belki de bundan sonra daha çok konuşulup tartışılacaktır. Bence Öcalan sorgulandı ve aynı zamanda da kurgulandı. Sorgulandıktan sonra özellikle kontrol edilemeyen bir aktör haline getirildikten sonra sivil siyasetin eline verildi. Bu durum esasında pimi çekilmiş bir bombanın kasıtlı olarak birilerinin eline bırakılması demekti. Örgütün elebaşını sorgulayan birisi olarak ülkemizin bu beladan nasıl kurtulacağına dair bize sunmuş olduğu vizyonun bölgedeki en sağlam yapının özellikle tahrip edilmesini içeren bir dönüşüm öngörüyorsa burada ciddi bir sorunun olduğunu söylemeye ayrıca gerek yoktur. Bütün bu konuların aşağıda bahsedeceğim alan çerçevesinde bir kez daha okunması gerektiğini düşünüyorum: Hatırlanırsa Türkiye, var olan terör belasından kurtulmak için ne gerekiyorsa yamak konusunda son derece önemli çalışmalar ve projeler yürüttü ve yürütmektedir. Bu sorunun çözülmesi için de ortak payda olarak sivil siyaseti referans almaktadır. PKK da bu konudaki iradeyi boğmak için elinden geleni yapmaktadır. Devlet/hükümet artık bu sorunun çözülmesi için PKK ve uzantısı olan yapıları ve aktörleri asla ve kata muhatap almayacaktır. Bu sorunun makul bir şekilde çözülmesi için bölgede muhatap olabilecek olan bir yapının veya bir yapıya ait aktörlerin, Abdullah Öcalan’ı sorgulayan emekli bir asker tarafından “İngiliz İşbirlikçisi” olmakla suçlanmasını çok tesadüf olarak görmediğimi belirtmeliyim.

Aşiretin ulusalcıdan çektiği

Sahiden nedir bu aşiretlerin ulusalcılardan, derin devletten ve PKK’dan çektiği? Niçin her toplumsal sorunun kaynağı olarak bu yapı işaret edilmektedir? Sahiden bunlar bizim gelişmemiz ve ilerlememizin önündeki en büyük engeller midir? Gerçekten aşiretler medenileşmenin, evrensel standartlarda bir hukuk düzeninin kurulmasını engelleyen bir işlev mi görüyorlar? Kim, niçin aşiretleri bir günah keçisi haline getirmek istemektedir?

Elbette bu soruların hepsine tek bir cevap vermek mümkün değil ancak kendisine ulusalcı bir ideolojiyi referans alan bir devletin bu yapılardan haz etmeyeceği açıktır. Sahip olduğu ideolojinin önünde en büyük direnme mevzisi olan bu yapılardan PKK da hoşlanmayacaktır. Aşiretlerin özgün geleneklerine sahip olmayan ve bunları kıskanan bazı yerel unsurlar da bu yapıları istemeyecektir. Egemen güç odakları tarafından sevimsiz görünüyorlar ama aynı zamanda ilgi de çekiyorlar. Hatırlanacaktır, Osmanlı’nın dağılma sürecinde İngilizler özellikle Müslüman coğrafyada bu yapılarla çok çeşitli ilişkiler geliştirmiş ve bunları kendi amaçları içinde kullanmaya gayret etmiştir. Kimisi onlara kanmış kimisi de “gavurdan dost olmayacağını” söyleyip “Coni’nin silahı ile Mehmet’e ateş etmeyi alçaklık” olarak görmüştür. İngilizler çeşitli vaatlerle kendi çıkarları doğrultusunda aşiretleri ayaklandırdı. Bu tezgah Arap coğrafyasında tuttu fakat Kürt coğrafyasında tutmadı ve İngilizlere karşı Osmanlı coğrafyasında ilk kara savaşını başlatan da hem şeyh hem de aşiret reisi olan Mahmut Berzenci oldu. Hatta denilebilir ki İngilizlerin bu coğrafyanın tamamı için öngördükleri planı bozan Kürt aşiretleridir ve İngilizlerin onlara karşı özel bir husumetleri bulunmaktadır. Kürtlere yönelik özel bir husumetin ve hesabın İngiliz hafızasında olduğu konusundaki yöre kanaatlerini ve söylencelerini ayrıca anmaya gerek yok sanırım.

Aşiretleri iyi tanımayanların veya konuyu derinlikli bir şekilde analiz edemeyenlerin yaptıkları açıklamalara her seferinde cevap vermek gibi bir görev edindiğim izlenimi olabilir. Ancak benim bu konuda ki kaygım, sahiden ülkenin geleceği ve toplumun sahip olduğu temel değerlerle ilgilidir. Bir aşiret mensubu olarak, bölgeden birisi ve aynı zamanda da bölge üzerine çalışan bir akademisyen olarak önüne gelen herkesin her sorun için aşiretleri işaret etmesine itirazımın asıl nedeni sahiden tamamen sosyolojik bir kaygıya dayanmaktadır. Ne bu konudaki tüm eleştirilere cevap verecek bir bilgim var ne de tüm aşiretlere kefil olacak bir halim. Ancak son zamanlarda terörün bitirilmesinde PKK ve bileşenleri dışında muhatap olabilecek makul bir yapı olan aşiret ve aşiret mensuplarının şeytanlaştırılmasının cehaletten kaynaklandığını da sanmıyorum.

Aşiretler, bölgenin sosyolojisini, mütedeyyin yapısını ve geleneksel değerlerini koruyan en önemli yapılardır. İddia edildiği gibi bir derebeylik söz konusu değildir. Keza sanıldığı gibi tamamen keyfi uygulamalarla yanında çalışanların hayatını karartan canilerden müteşekkil bir güç merkezi de değildirler. Burada bir parantez açıp aşiretler ile aşiret yapısına bürünen bazı çeteleri ve sahte şeyhleri ayırmak lazım geldiğini de vurgulamak istiyorum. Kimin sahte, kimin gerçek olduğunu burada değerlendirmek çok doğru değil ancak temel prensip şudur: Bölgenin sosyolojik yapısı içinde bir geleneği ve işleyişi olan, toprağa dayalı bir mülkiyete sahip, asilzade olarak kabul edilen, soya dayalı bir kültürel mirası içinde barındıran ve özgün bir işleyişi, bilinirliği ve hiyerarşisi olan birlikteliklerdir. Aşiret feodalite değildir. Aşiret demek örf ve adet demektir. Aşiret demek ilişki biçimi demektir. Aşiretlerin İngiliz oyununa geleceği konusundaki iddia asılsızdır. Doğru değildir. Aşiret yapısı en eski sosyolojik yapıdır. Bu yapıya itiraz edilirken daha ilkel bir yapı üzerinden buna karşı çıkılmasına nasıl itiraz etmez ki insan?

[email protected]