Asrın felaketi ve topyekûn seferberlik

Doç. Dr. Turgay Yerlikaya / İstanbul Üniversitesi
25.02.2023

Mehmet Akif Ersoy'un Balkan Savaşları'nın yarattığı tahribatı ve hüznü anlattığı "Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı? Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı" dizeleri, 6 Şubat'taki hüzne de tercüman olmaktadır.


Asrın felaketi ve topyekûn seferberlik

Kur'an şairi Mehmed Akif Ersoy, Balkan Savaşlarının yarattığı tahribatı ve hüznü Safahat'ın üçüncü kısmı olan "Hakkın Sesleri" nde "Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı? Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı" dizeleriyle dile getirir. 6 Şubat günü, henüz gün ağarmamışken Kahramanmaraş'ın Pazarcık ilçesi merkezli meydana gelen depremin ilk anlarındaki elem ve acı bana bu dizeleri hatırlattı. Binlerce insanın ölümü ve on binlerce insanın yaralanması sonucunu doğurarak geniş bir coğrafyaya etki eden bu depremin asrın felaketi olarak tavsif edilmesi de bir mecburiyet oldu. Bir asır önce Akif'in yaşadığı hüznü çarpıcı biçimde ifade eden bu dizeler, 6 Şubat'taki hüzne de tercüman olmaktadır.

Statülerin anlamsızlığı

Deprem gibi büyük afetler sonrasında oluşan belirsizlik, o güne kadarki rol ve statüleri anlamsız hale getirdiği gibi ciddi bir anlam kaybına da yol açmaktadır. Müreffeh bir hayata sahip bir birey olarak yattığınız yatağınızdan deprem sabahına uyandığınızda, herkes gibi bir kaosun içine doğar ve o kaosla mücadelenizi belirli bir süre de olsa "herkes" gibi yönetmek zorunda kalırsınız. Maraş'taki gözlemlerimiz esnasında, şehrin önde gelen isimlerinden birinin "Hocam iki tane ilacımı alıp çıkabildim evden sadece, o ilaçlarımı içmek için birkaç lokma atıştırmam gerekiyordu, fakat hiç bir şey yoktu, valilik önüne gittim ve utana sıkıla sıraya girdim, mahcubiyetle birkaç lokma istedim ve onları yedikten sonra ilaçlarımı alabildim" cümleleri, toplumsal sınıfların deprem günü ne kadar da kırılgan hale geldiğini yakıcı biçimde göstermektedir. Deprem sonrası yaraları sarmada görece avantajlı olan orta-üst sınıfların depremin ilk günlerindeki acizliği, bize dünyanın hiçliğini de göstermektedir.

Topyekün seferberlik

Bölgeye gittiğimizde karşımıza çıkan tablo, kıyamet temalı film sahnelerini aratmayan cinstendi. Adıyaman merkeze girişten itibaren başlayan bu sahne, kentin hemen her alanında hissedilir türdendi. Kurtarma çalışmalarının akabinde bölgede oluşturulan çadır kentler, bölge halkının talep ve beklentilerinin yönetilmesi, önemli bir sevk ve idareyi mecburi kılıyordu. Gözlem yapma fırsatı bulduğum ve çalışmalarına tanık olduğum koordinasyon merkezleri de seferberliğin en net gözlemlenebileceği yerler idi. Nitekim bölgeye koordinatör olarak giden bakan ve valilerin yanı sıra yakınlarını kaybeden vekillerin çalışmaları, bu seferberliğin en net göstergelerinden idi. İlk önce iktidara yakın olanlar kurtarılıyor yalanına başvuran siyasi kötülüğün itibarsızlaştırmaya çalıştığı bu çaba, tarihe bir not düşme anlamında kıymetli idi. İlk günlerdeki bedbinliği ümide tahvil eden bu gayret, kara yoluyla ulaşılması zor olan bölgelere helikopterlerin her türlü yardımı yapması ile daha da anlamlı hale geliyordu.

Bölgedeki seferberliğin en önemli göstergelerinden birisi de sivil toplum kuruluşlarının varlığı idi. Sosyal medyadaki yapay sevk ve idarelerin aksine bölgede canhıraş biçimde varlık gösteren STK'ların hem gıda tedariki hem psikolojik tahkimat hem de ilgili devlet kurumları ile organize biçimde hareket etmeleri, süreç yönetimi açısından dikkat çeken hususlardandı. Muhafazakar STK'ların bölgedeki etki alanı ve yıllara sair tecrübeleri de tabloyu çok daha anlamlı hale getiriyor. Günlerdir sırtında kömür taşıyan ve bölge halkına hemen her gün sıcak yemek hazırlayan Ensar, İHH ve Bülbülzade gönüllüleri bu tecrübenin en fazla görünen yüzleri idi. İnanılması zor bir yıkıma maruz kalan Islahiye ve Nurdağı'nda Ensar Vakfı Başkanı Ahmet Batmaz ve onlarca yöneticinin oradaki yükü sırtlamaları taltifin ötesinde bir takdiri de hak ediyor. Ana akım televizyonlarda ve sosyal medyada, muhafazakar ve mütedeyyin kesimlerin nerede olduklarına dair sor(g)u ise sahada gözlem yapan aktörlerin şahitlikleri ile anlamsızlaşmaktadır.

Sürecin psikolojik boyutu

Türkiye'nin muhtelif yerlerindeki irili ufaklı vakıf, STK ve yemek şirketlerinin varlığı da insana dair umudu artıran bir husus idi. Adıyaman'ın bir köyüne, Aydın'dan kalkıp gelen bir gönüllü hanımefendinin çocuklar ve kadınların özel ihtiyaçlarını gözetmesi de seferberliğin ülke çapındaki sembolik örneklerinden biri olarak kayda geçmiştir. Benzer biçimde kent meydanları ve köylerdeki hayvanları gözeterek onlar için Türkiye'nin muhtelif yerlerinden gelen hayvan dernekleri de bu topraklardaki merhamet duygusunun ne denli canlı olduğunu bizlere göstermektedir. Hele İstanbul menşeli bir kafe zincirinin Adıyaman'daki çadır kentte çocuklar için sıcak çikolata yapması, çocukların yüzlerindeki tebessümü artıran bir etki yaratıyordu. Yine aynı alanda Mehmetçik ve Bakanlıklardan gelen uzmanların çocuklarla oyun oynamaları ve yakından ilgilenmeleri, sürecin psikolojik boyutu açısından büyük önem arz etmektedir.

Deprem sürecinde manipülatif içerikleri dolaşıma sokmak suretiyle belirli hassasiyetleri kaşıyarak toplumsal çatışma üretmek isteyen aktörlerin çabaları da bahse konu seferberlik karşısında etkisini yitirmek zorunda kalıyor. Nitekim Islahiye'de yemek kuyruğuna giren bir vatandaşımıza Suriyeli sığınmacıların yemek getirmesi ve "Bugüne kadar siz bizimle yemeğinizi paylaştınız bugün de biz sizinle paylaşacağız" demesi, sığınmacılar üzerinden oluşturulan kötücül siyasetin başarısızlığa mahkum olduğunu gösteren net bir tablo idi. Bölge halkının büyük kayıplara rağmen sergilediği itidal ve vakar Türkiye'nin geleceği açısından da büyük ümit vadetmektedir.

Afeti anlamlandırma ve motivasyon kaynakları

Maraş'ta 140. saatte enkazdan çıkarılan Muhammed Habib'in henüz enkazda iken "Gerçek şu ki, insanın yaratılış tarihinde onun henüz anılan bir şey olmadığı bir dönem gelip geçmiştir" ayetini okuması ve etrafındaki kitleyi de teşvik ederek tekbir getirtmesi, bu tür afet durumlarında dinin ne denli önemli bir motivasyon kaynağı olduğunu açık bir biçimde göstermektedir. Gözlem yapma fırsatı bulduğum şehir merkezleri, ilçeler ve köylerdeki dini motivasyon, var olan durumun anlamlandırılması ve aşılması anlamında da önemli bir fonksiyon icra etmektedir. Aksi takdirde çocuğunu kaybeden bir annenin "ondan geldik ona döneceğiz" diyebilmesi mümkün olmazdı. Deprem sürecinde ortaya çıkan anlam kaybının, tedirginlik ve belirsizliğin telafi edilmesi ve psikolojik rahatlamayı mümkün kılan bu motivasyon, tıpkı 1999 depremi sonrasında olduğu gibi karşılaştığımız birçok insanın dile getirdiği bir husus idi. "Her zorluktan sonra kuşkusuz bir kolaylık vardır" ayeti ve Türkiye tarihinde eşine az rastlanır bir devlet-millet mobilizasyonunun varlığı, bölgedeki rehabilitasyon anlamında önemli bir destek sunmaktadır.

Türkiye ve dünyanın muhtelif yerlerinden gelmek suretiyle bölge halkının yaralarını saran insanlar da hiç kuşkusuz takdirlerin en büyüğünü hak etmektedir. Türkiye'nin bu güne kadar, insani diplomasi aracılığıyla dünyanın muhtelif yerlerindeki ihya hareketlerinin ne kadar anlamlı olduğu da bugün daha iyi idrak edilmiş oldu. İranlı doktor ve sağlık ekiplerinin yürüttükleri sağlık taraması, Erbil'den gelen STK'ların kentin muhtelif yerlerindeki sıcak yemek dağıtımı, dünyanın birçok ülkesinin arama kurtarma faaliyetleri için seferber olmaları, bu çabanın görünen yönleri idi.

Ne yapılmalı?

Çadır kentler üzerinden ortaya çıkan tablo da hiç kuşkusuz birtakım zorlukları beraberinde getirmiştir. Mobil duş ve tuvaletlerin yanı sıra sıcak yemek sunumu ile görece kolaylaştırılan sürecin daha iyi yönetilmesi, bölgede konteyner kentlerin hızlıca oluşturulmasına bağlıdır. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ifade ettiği, yeni kent planlarına uygun yapıların hızlı bir şekilde inşası da başka bölgelere göç eden bölge sakinlerinin memleketlerine geri dönme ihtimalini artıracaktır. Ailelerini bir süre şehir dışındaki akrabalarına gönderenlerin "bir gün mutlaka döneceğiz" yönündeki ifadeleri bu potansiyelin önemli bir işaretidir. Deprem sürecini yönetmenin bir diğer boyutu da şehir dışına gidenlerin rehabilitasyonu ve takibi olacaktır. Psikososyal destek ve yaşadıkları şehirlere entegrasyon anlamında ilgili bürokrasinin ve bölge halkının destekleri bu sürecin yönetilmesi anlamında belirleyici olacaktır. Süreçte en önemli husus ise hiç kuşkusuz bir deprem ülkesi olan Türkiye'de bürokrasiden halka kadar bütün paydaşların bir zihniyet dönüşümü yaşaması ve deprem yönetiminde aktif rol almalarıdır. Yeni kentlerin inşasında dağ ve ovalar arasında zemini daha güçlü alanların tercih edilmesi konunun teknik uzmanları ve detaylarının hemen her aşamada dikkate alınması, yeni deprem risklerinde olası tehditlerin asgariye inmesi açısından elzemdir.

Bölgedeki TOKİ evlerinin depremde verdiği sınav, bundan sonraki konut inşalarında estetik yerine güvenlik perspektifinin belirleyici olması gerektiğini göstermektedir. Bazı sorunların yaşanılmasını kaçınılmaz kılan bu depremin, adli sürecinin şeffaf biçimde yürütülmesi ve süreçte kusuru olanların takibinin yapılması da maşeri vicdanın tatmini açısından büyük önem arz etmektedir. Son olarak yedi güzel adamın şehri Kahramanmaraş başta olmak üzere bütün kentlerin yeniden inşa ve ihyası, topyekûn seferberliğin hız kesmeden devam etmesi ile mümkün olacaktır.

[email protected]