Asrın felaketi ve Türkiye siyasetinin iletişim denklemi

Burak Örkün / Siyasal İletişim Uzmanı
10.03.2023

Muhalefet bloku kaostan sıyrılıp, yönetilebilir kriz alanına geçiş sürecini baltalamak için oldukça yanlış ve tarihe kaydolacak sorumsuz bir tavır sergilendi. Siyasal iletişim ile propaganda arasındaki farkı gör(e)meyen bu blok yeni bir tehlikeye kapı araladı: "Dezenformasyon."


Asrın felaketi ve Türkiye siyasetinin iletişim denklemi

6 Şubat 2023.

Anadolu ve Mezopotamya havzasındaki 11 şehir, birbirini takip eden büyük depremlerle sarsıldı.

50 bine yakın insanımızı kaybettik.

Şehirlerle birlikte insanların yarına dair hayalleri, planları; bir daha hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı gerçeğiyle yıkıldı.

İlk şokun ve can kayıplarının tarifsiz travmasını yaşayanlar; yıkıntılar arasında kaybolup giden anılarıyla muhkemleşen sokaklara, kafelere, mezun oldukları okullarına, doğdukları, gelin gittikleri evlerine, bin bir emek ve gayretle açtıkları ama artık onlara veda eden işyerlerine bakakaldılar.

Işıklar sönmüştü.

Karanlık içinden umuda ulaşsın diye hep aynı sada yankılandı şehirlerin yıkıntıları arasında: "Sesimi duyan var mı?"

Kriz iletişimi mi kaos iletişimi mi?

Bu büyük afet, bugün her yönüyle değerlendirildiği gibi önümüzdeki süreçte de çok boyutlu ve çok ilişkili olarak ele alınacaktır.

Bu yazının ana ekseni ise "afet sonrası kamuoyu, siyasal aktörler, egemen iktidar kültürü ölçeğinde siyasal iletişim" üzerine inşa edilecektir.

Süreci bu yönüyle çerçeveye almak için olay ve durum arasındaki balans ayarına göz atalım.

Ekranları ve telefonları başındaki insanlara yapılacak ilk açıklama hayati bir önem taşıyordu.

Osmanlı Devleti'nde gördüğümüz ve Türkiye sathına uzanan yerleşik siyaset kültürü, siyasal iletişimin moderasyonunu her daim devlet elinde bulundurmuştur.

Padişah fermanlarını şehir sokaklarında okuyan tellallar yerini, sonraki ön-modern dönemde ilk resmî gazete olan Takvim-i Vakayi'ye bırakmıştır.

Kamuoyunu bilgilendirme, devletin asli sorumluluğu olarak belirlenmiş, ilgili kurumlar dönemin iktidarlarının yönetiminde "kamuoyu bilgilendirme ile iletişim tasarlama ve icra etme" arasında süreğen bir gelgit hali yaşamaktadır.

Bu anaforun sonucu olarak kriz iletişimi, iktidar-muhalefet-kamuoyu eşkenar olması mümkün olmayan şekliyle kaos iletişimine evrilmiştir.

Örnek bir markalama

Peki, Pazarcık merkezli depremlerde süreç nasıl ilerledi?

Medya organları, sosyal medya anlık akışı ve siyasi aktörler olayı tanımlama açısından siyasal iletişim açmazında kaldılar.

Öncelikle 11 şehri yıkıcı etkisiyle vurup geçen bu olaya "deprem" demek, tekil ve dar çerçevede bir kavramsallığını yansıtacaktı.

Doğal afet demek; sel, fırtına, yoğun kar yağışı gibi bölgesel ve kısa süreli daireyi kapsayan sınırlı bir ifadeyi oluşturacaktı.

İletişim belirsizliği kriz evresinden kaosa dönüşürken bir video yayılıma girdi.

Video, tam da kaotik bir düzlemde gemiye yelkenlerini açtırdı.

100 yıllık Cumhuriyet tarihinde, dünyada eşi benzeri görülmemiş bu olaya en kapsayıcı söylem oluşturulmuştu: "Asrın Felaketi"

Siyasal iletişim zaviyesinden bakınca olaya isim verilmiş, meselenin büyüklüğü ifade edilmiş en doğru adım atılmıştı.

Böylece kamuoyunun dikkati, sivil toplumun bölgeyle ilgili kullanacağı inisiyatifin yoğunluğu, uluslararası yardımların hızı, siyasi aktörlerin konuyla ilgili taşıması gereken sorumluluk bilinci üst seviyeye çekilebilirdi.

Yayınlanan videonun ardından Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere ana akım medya ve sosyal medya kullanıcıları bu tanımlamayı kullanmaya başladı.

CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu'nun başını çektiği muhalefet bloğu; bunun bir propaganda videosu olduğu, hatta konuyu empatiden uzaklaşarak Nazi Almanya'sı iletişim içeriklerine benzediği yönüyle kıyasıya eleştirdiler.

Büyük bir doğa yıkımını, küresel felaketlerle kıyaslayarak kamuoyunu aydınlatan ve sürece bir iletişim determinasyonu sunan bu nitelikli çabaya Nazi Almanya'sında bile günün taşıdığı hassasiyet hasebiyle muhalefet edilmeyebilirdi.

Bu erdemli yol ne yazık ki tercih edilmedi.

Kaostan sıyrılıp, yönetilebilir kriz alanına geçiş sürecini baltalamak için oldukça yanlış ve tarihe kaydolacak sorumsuz bir tavır sergilendi.

Siyasal iletişim ile propaganda arasındaki farkı gör(e)meyen bu blok yeni bir tehlikeye kapı araladı: "Dezenformasyon."

İletişim kâbusu dezenformasyon

Muhalefet aktörleri sürecin ilk anından itibaren, devlet kurumlarını AK Parti'nin siyasal uzantıları olarak hedef gösterdi.

Asrın Felaketinin ardından bir güven fayı kırma teşebbüsü sosyal medya, dayanışma ve sivil toplum çalışmalarında tanımsız boşlukların oluşmasına sebep oldu.

Bu boşluklardan birine konumlanan youtube programcısı bir isim bir barajın patladığını milyonlarca sosyal medya takipçisiyle yayılıma sokarak bölgedeki tüm ekiplerin tahliyesine sebep oldu.

Aynı aktör bu boşluğu doldurmaya devam ederek hangi görev ve yetki ile yaptığı belirlenemeyen bir refleksle yardım toplamaya, bir başka sivil toplum inisiyatifine nakdi akış sağlamak için iletişim koridoru kurmaya karar verdi ve uyguladı.

İlgili Bakanın açıklamasıyla sonradan öğrendiğimiz üzere, "baraj patladı" furyasıyla dolaşıma giren milyonlarca asılsız ihbar dijital mecralarda hiçbir teyite ihtiyaç duyulmadan yayıldı.

Bu asılsız ihbarlara gidilmediği ve insanlarla ilgilenilmediğine dair diğer asılsız söylemlerle toplumda kontrolsüz bir öfke ve devlete yönelen siyasi bir düşmanlık yaratılmak istendi.

Kısmen de başarılı oldu.

Toplum ve devlet arasındaki güven fayını hedef alan bu kasıtlı girişim sonrası dünya tarihinde eşine az rastlanan ironik bir gelişme yaşandı.

Daha önceden defalarca kez çek-senet anlaşmazlıkları, ticari çekişmeler yüzünden hakkında dava açılmış bir müzisyen "emin kişi" olarak bir diğer tanımsız boşluğa yerleşti.

Sahada gönüllüleri, arama kurtarma ekipleri, insani yardım grupları, tedarik çalışanları, uzman sağlıkçıları bulunmayan bu yapı inanılmaz bir finansal hacim genişlemesi yaşarken, öte taraftan asılsız bilgi ve ihbarların yayılmasına öncülük ediyordu.

Ağız ucuyla ifade edilen AFAD da burada, devletimiz işin başında söylemleri dijital evrenin gök kubbesine kaybolup gidiyordu.

Hakikat yalana kurban edilmişti.

Lider ve kitle arasında iletişim frekansı: Güven

Güçlü bir siyasal iletişim zemini açısından kitleler, yöneten kişi ya da aktör ile aralarında güven frekansının oluşmasını bekler.

Asrın Felaketinin ilk anlarından itibaren siyasal aktörlerin pozisyon değişikliklerine şahit olduk.

Siyah boğazlı kazağı ve loş ışıklar altında şık bir prodüksiyon çalışmasıyla Sayın Kemal Kılıçdaroğlu arz-ı endam etti.

Prodüksiyon başarılı olsa da bir afet karşısında dahi devlet-siyasal erk kavramlarının muğlaklığında sıkışmış kısır bir söylemle "iktidarla hizalanmayı reddediyorum" dedi.

Peki, böylesine iddialı bir söyleme ikinci ya da üçüncü bir yol sunabildi mi?

Hayır.

Yeni bir yol, yeni bir söz, yeni bir menzil inşa etmeden ifade edilen bu büyük iddia bu haliyle elbette iletişim frekansının kitleyle arasında yankılanmasını engelledi.

Siyah boğazlı kazağı ve bir prodüksiyon marifetiyle oluşturulmuş hüzün atmosferinde ses bulan sanal söylemi hızla etkisini yitirdi.

Asrın Felaketinin ilk anlarından itibaren tüm kurmaylarıyla süreci şeffaf ve "siyasal rant tüccarlığı" yapmadan yürüten Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan ise en güçlü yanıyla, yani samimi-sahici iletişim varlığıyla ekran karşısında ve bölgede güven temelli bir frekans oluşturdu.

Sürecin başında yaşanan aksaklıklara dair, geleneksel kültürümüzde önemli bir yeri bulunan "helalleşme" argümanını devreye sokarak kamuoyu ile arasındaki güven frekansının gücünü pekiştirdi.

Hatırlayalım, aynı "helalleşme" argümanı Sayın Kılıçdaroğlu tarafından kullanıldığı vakit, başta partisi, tabanı ve kendisine muhalif kitleler tarafından tepkiyle karşılanmış ve bir retorik olmaktan öteye gidememişti.

İletişim kaosu, yönetilebilir bir iletişim krizine evrilirken Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın merkeze empatiyi aldığı sakin duruşu dezenformasyon yoluyla zan altında bırakılmış, motivasyonu akamete uğramış resmi ve gönüllü tüm bileşenleri rahatlattı.

Bir afet üzerinden, seküler histerik kişilik bozukluğu yaşayan siyaset ve medya figürleri tekbir getiren kurtarma ekiplerini bile hedefe koymaya çekinmedi.

O sıralarda Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, afetzedelere ve şehirlerin ihya-inşa süreçlerine dair planlamaları en net haliyle paylaşıyor, şehir şehir gezerek insana temas ediyor, çalışmaları bizzat yerinde denetliyor, anbean enformasyon akışıyla kamuoyunu birinci ağızdan bilgilendiriyordu.

Türk Silahlı Kuvvetlerin sahada olmadığı, arama kurtarma ekiplerinin şehirlere günlerce uğramadığı, enkaz altında insanların sorumsuzca ölüme terk edildiği iddia edilirken bu dezenformasyon havuzuna itilmek istenen tüm emek ve çabalara sahip çıktı.

Samimiyet üzerine inşa ettiği liderlik kültü topluma en çok ihtiyaç duyduğu frekansı yaydı: "güven."

Asrın dayanışması

Sayın Kılıçdaroğlu ve muhalefeti sosyal medya üzerinden yürüten diğer ikincil muhalif aktörler, sözlerinin etkisinin gücü açısından zorlayıcı açıklamalar ve aykırı çıkışlarla ciddiyetten ve sorumluluktan uzaklaşarak gözden düştü.

Kentsel dönüşüm çağrılarının karşısında duran, kentsel dönüşüm aleyhinde kitlesel toplantılar, mitinglerle tersine siyasal iletişim süreci kurgulamış muhalif belediye başkanları sessizliğe çekildi.

Süreci dezenformasyonla etkin mücadele ederek, temas iletişiminden asla vazgeçmeyerek, nitelikli enformasyon akışını sürekli işleterek Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan başarıyla yürüttü.

Artık yaraları sarma vakti.

Asrın felaketinin travmasını asrın dayanışmasıyla kuşatmak zamanıdır.

Yaraya tuz basarak siyasal iletişim despotizmini büyütenler bir kez daha kaybettiklerini umuyorum ki bu sefer görür ve süreci bütünsel anlamda tahlil ederler.

Aksi halde, yaralarını sarmaya çalışan milyonlarca insanın acısı tazecik dururken millete hiçbir şey vadetmeyen siyasal ikbal mutabakatlarıyla Ankara'da küçük genel merkezleri önünde zafer simülasyonlarına hapsolmak kaçınılmaz sonları olur.

[email protected]