Avrupa Birliği'nin geleceğini göç krizi mi belirleyecek?

Prof. Dr. İsmail Şahin/ Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi
3.07.2023

AB tüm diplomatik girişimlerine rağmen Polonya ve Macaristan'ın muhalefeti nedeniyle yeni ortak göç ve iltica kurallarını düzenleyen, “dayanışma mekanizması”nı yürürlüğe sokamadı. 2015 yılında baş gösteren Mülteci Krizi'nden bu yana, sığınmacıların AB ülkeleri arasında nasıl taksim edileceği ve iltica başvuruları reddedilen sığınmacıların hangi usullerle geri gönderileceği en büyük sorun.


Avrupa Birliği'nin geleceğini göç krizi mi belirleyecek?

Avrupa'nın sınırlarını aşan göçmenlerin sorumluluğunun Avrupa Birliği (AB) ülkeleri arasında nasıl paylaştırılacağı, AB'nin merkezi Brüksel'in en önemli gündem maddelerinden birini oluşturuyor. Bu konuda ortak bir mutabakata varılması bir hayli güç görünüyor. Akdeniz'e sınırı olan Avrupa ülkeleri, üzerlerine orantısız bir sorumluluk yüklenmesinden dolayı oldukça rahatsız. Bilindiği üzere mülteci krizinin merkez üssü Akdeniz. Fas, Tunus, Cezayir, Libya, Türkiye ve Suriye kıyılarından Avrupa'ya ulaşmaya çalışan Asyalı ve Afrikalı göçmenler, Akdeniz üzerinden bir rota takip ediyor. Asya ve Afrika'da yükselen siyasi ve ekonomik istikrarsızlıklar, kitlesel göçlerin en önemli sebebi. Dolayısıyla insanlar daha güvenli ve müreffeh bir hayat için kendi ülkelerini terk ediyor. Haliyle bu vaziyet, Akdeniz üzerindeki göç baskısına bir süreklilik sağlıyor. Akdeniz'e sınırı olan Avrupa ülkeleri, bu noktada doğan sorumluluğun diğer üye devletlere de paylaştırılması gerektiğini savunuyor. Ancak Akdeniz'e kıyısı olmayan üye ülkeler, bilhassa Orta Avrupa ülkeleri buna karşı çıkıyor. Avrupa'da göçmen karşıtlığının oranı bir hayli yüksek. Özellikle Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri göçmen karşıtlığında başı çekiyor. Bunun birçok nedeni bulunuyor. Bunlar; işsizlik korkusu, refah kaybı, kriminal tehlike, kültürel ve dini tehdit şeklinde sıralanabilir.

Ortak bir göç politikası yok

AB içinde oybirliği ile ulaşılmış ortak bir göç politikasından bahsetmek pek olası değil. Sığınmacılar, AB genelinde daha adil bir şekilde dağıtılacak. Üyelerin önemli kısmı, göçmenleri AB sınırları dışında tutma taraftarı. Bu doğrultuda güçlendirilmiş sınır güvenliğiyle bu sorunun aşılabileceği ileri sürülüyor. Sınırlara yüksek tel ve beton duvarların örülmesinin kalıcı bir çare sunmayacağı bilinen bir gerçek. Bu nedenle AB kurumları kalıcı çözümü, koşullara uygun bir şekilde sığınma ve göç politikasını revize etmekte görüyor. Her üyenin elini taşın altına sokmayı planlayan yeni sığınma ve göç politikasında temel hedef, sığınmacıların AB üyesi 27 ülkeye daha adil bir biçimde paylaştırılmasını sağlamak. AB Komisyonunun önerdiği ve haziran başında nitelikli çoğunlukla kabul edilen düzenleme gereğince göçmenlerin her AB ülkesine zorunlu dağıtımı gerçekleştirilecek. Mevcut durumdan rahatsız olan İtalya ve Yunanistan'ın yükünü hafifletecek yeni anlaşma uyarınca, sığınmacıların dağıtımında üye ülkelerin kişi başına düşen milli geliri (GSYİH) ve nüfus büyüklüğü esas alınacak. Fakat bu, kati bir kural değil. Şayet üye ülkelerden herhangi biri, sığınmacıları kendi ülkesinde tutmak istemezse o zaman sığınılan diğer AB ülkesine sığınmacı başına 20 bin avro tutarında katkı payı ödeyerek sığınmacı ikametinden ülkesini muaf tutulabilecek.

Dublin Sözleşmesi uygulanamıyor

AB'de iltica kuralları, Dublin Sözleşmesi'ne göre belirleniyor. Buna göre iltica başvurusu, sığınılan ilk ülkede gerçekleştirilmelidir. Bir başka ifadeyle, AB sınırları içine giren mültecilerin istedikleri bir ülkede iltica başvuru yapma hakkı söz konusu değildir. Kural gereği bir mülteci, ilk olarak hangi ülkede kayıtlara geçmişse, kişinin iltica başvurusunu o ülke ele alıp değerlendirmek zorundadır. Ayrıca Dublin Sözleşmesi, sığınmacılara birden fazla ülke için iltica başvurusunda bulunma hakkı tanımıyor. Yine, bir ülkeden olumsuz yanıt alınması durumunda bir başka ülke için yeni bir başvuru yapılamaz. Sığınmacı, başvuru süreci sonuçlandırılıncaya kadar başvuru yaptığı ülkede beklemek zorundadır. Şayet sığınma başvurusunda bulunan kişi bu süre zarfında bir başka AB ülkesine yasadışı yollarla geçerse, yakalanması halinde başvuru yaptığı ülkeye geri iade edilir. Dublin Sözleşmesi'nin bu şartları, çok sayıda sığınmacının akınına maruz kalan Yunanistan ve İtalya gibi ülkelerde ciddi sığınmacı sorunlarının baş göstermesine yol açtı. Bu nedenle Dublin Sözleşmesi'nin ilgili hükümlerine sadık kalınmayarak sığınmacıların diğer AB ülkelerine geçmelerine müsaade edildi. Yeni düzenlemeyle bu uygulamaların da iyileştirilmesi hedefleniyor. Görüldüğü üzere AB, yeni düzenlemeyle bir taraftan göç yönetimini iyileştirmek ve bu sayede göçe maruz kalan ülkeler üzerindeki baskıyı azaltmak istiyor diğer taraftan da göç yönetimine esnek bir dayanışma mekanizması kazandırmaya çalışıyor.

Macaristan ve Polonya'nın kaygıları

2022 yılında 330 bini aşkın düzensiz göçmenin AB sınırlarını aşmayı başarması, AB'nin etkin bir göç ve iltica politikasına ihtiyaç duyduğunu bir kez daha gün yüzüne çıkardı. AB'nin yönetmesi gereken Mülteci Krizi'nin mensupları artık sadece Asya ve Afrika'dan kaçan insanlar değildi. Buna bir de 24 Şubat 2022 tarihinde patlak veren Rusya-Ukrayna Savaşı'ndan dolayı Ukraynalılar eklendi. Bunun üzerine AB, göç ve iltica konusunu yeniden ana gündem maddesi yapmak zorunda kaldı. AB Komisyonu'nun önerdiği ve haziran başında nitelikli çoğunlukla kabul edilen iltica ve göç konusundaki düzenleme (dayanışma mekanizması), haziran sonunda Brüksel'de düzenlenen Avrupa Birliği Liderler Zirvesi'nde Macaristan ve Polonya'nın itirazı nedeniyle hayata geçirilemedi. Polonya ve Macaristan'ın yeni düzenlemeye itiraz etmelerinin iki temel nedeni bulunuyordu. Birincisi, iki ülke, dayanışma tedbirleri kapsamında göçmenlerin dağıtımının gönüllülük esasına dayalı olmasını talep ediyordu. İkincisi, yükün eşit derecede paylaştırılmasını savunuyorlardı. Ukrayna'dan gelen sığınmacı akınının yükünü bu iki ülke çekiyor. Savaşın başlangıcından bu yana Polonya'ya geçen Ukraynalı mülteci sayısının 12 milyona yaklaştığı tahmin ediliyor. Asıl önemli nokta ise bu süre zarfında Polonya'dan ayrılan toplam Ukraynalı sayısının 10 milyonu geçmiş olması. Rakamlar daha az olmakla birlikte benzer durum Macaristan için de geçerli. Şayet yeni düzenleme yürürlükte olsa idi Macaristan ile Polonya, ülkelerinden ayrılan her Ukraynalı için 20 bin avro ödemek zorunda kalacaktı ya da bu insanların diğer AB ülkelerine geçişlerine müsaade etmeyeceklerdi.

Güçlü bir liderliğe ihtiyaç var

AB tüm diplomatik girişimlerine rağmen Polonya ve Macaristan'ın muhalefeti nedeniyle yeni ortak göç ve iltica kurallarını düzenleyen, "dayanışma mekanizması"nı yürürlüğe sokamadı. 2015 yılında baş gösteren Mülteci Krizi'nden bu yana, sığınmacıların AB ülkeleri arasında nasıl taksim edileceği ve iltica başvuruları reddedilen sığınmacıların hangi usullerle geri gönderileceği en büyük sorun. Üye ülkelerin farklı tutumlarından dolayı her geçen gün daha da karmaşıklaşan bu soruna AB henüz bir çözüm getiremedi. AB'nin kıtayı sarsan bir göç kriziyle başa çıkmak zorunda olduğu çok açık. Ancak şimdiye kadar göç ve iltica krizine oldukça kötü çözümler sunan popülistler kazandı ve bu sayede "göçmen karşıtlığı" Avrupa'da adı resmileştirilmemiş bir politika hüviyetine kavuştu. Göçmen karşıtı politikaların ve akımların Avrupa genelinde yükselişinin sebeplerinden biri de kaos döneminde istikrar vaat etmelerinden ileri geliyordu. Zira 2015 yılındaki Mülteci Krizi Avrupa'da büyük bir kaosa yol açmış ve göçmen karşıtı siyasi partilerin endişe verici yükselişini tetiklemişti.

Sonuç olarak Avrupa'nın hararetli bir istikrarsızlığa ve şiddetli bir çatışmaya yelken açmaması için birçok marjinal ideolojiyi besleme potansiyeline sahip göç ve iltica sorununu sağlıklı bir çözüme kavuşturması gerekiyor. Bu bağlamda Avrupalı liderlere büyük sorumluluklar düşüyor. Fakat Avrupa'nın liderleri bu durumu ya görmezden geliyor ya da felçli taklidi yapıyor. Belki de temel problem, tüm bu sorunların Avrupa'nın "lidersizlik" dönemine denk gelmiş olmasıdır. Kuşkusuz "lidersizlik", Avrupa'nın en ciddi problemlerinden biri. Öyle ki Avrupalı liderler, AB'nin sorunlarını çözüme kavuşturabilecek zor kararları almaktan ziyadesiyle aciz. Haliyle bu yapı, AB genelinde yerel siyasi çıkarların, kıtasal vizyonun önüne geçmesine olanak tanıyor. Bir başka anlatımla bu vaziyet, Avrupa vizyonunun kıta boyunca zarar görmesine yol açıyor. Sözün özü, göç ve mülteci sorunu, Avrupa'da herhangi bir ülkenin üstesinden gelemeyeceği kadar büyük. O da gerçek bir Avrupa liderliği gerektiriyor. Avrupalı liderlerin bir an önce göç ve mülteci meselesinde kendilerine ait daha geniş bir vizyon bulmaları gerekiyor, aksi halde Avrupa Birliği çok büyük bedeller ödeyebilir.

[email protected]