Avrupa demokrasisinin travması ve AB seçimleri

Prof. Dr. Bünyamin Bezci - Sakarya Üniversitesi
5.05.2019

AB seçimlerinde realistleri popülizme yaklaştıran ve idealistleri endemik türlere dönüştüren teknik sorun, ulusal seçim sandıklarından ayrı bir sandığın konmasıdır. Bir nevi Avrupalılar iç politikada elitist siyaseti benimserken dışarıdaki temsilcilerinin popülist olmasını daha güvenli bulmaktadır.


Avrupa demokrasisinin travması ve AB seçimleri

Demokrasi, teknik olarak sosyal küre ile siyasal küre arasındaki geçişkenliklerin iki taraflı olarak gerçekleşen hızı ve sindirilmesiyle alakalı bir kavramdır. Yani sıradan birinin yönetim kademelerine gelmesinin önünde engeller yoksa demokrasi vardır. Dahası asıl demokrasi, yukarıda olanın sıradanlaşmayı sindirme kapasitesiyle de alakalıdır. 

Fakat AB demokrasiyi bir değerler sistemi olarak görmektedir. Avrupa’da demokrasi anlayışı Kant ile birlikte ideolojikleşen evrensel değerler sisteminin savunusudur. Bu değerler dünyası Rönesans yani Eski Yunan’ın yeniden doğuşuyla başlar hümanizm yani Tanrı merkezli bir dünyadan insan merkezli bir dünyaya geçiş üzerinden Aydınlanma, yani akıl üzerine inşa edilen bir kendilik düşüncesine dayanır. 

AB bir proje olarak değerler sistemi üzerine oturmaktaydı. Bu değerler sistemi modernleşmeci düşünürler için aslında seküler ve birleştirici değerlerdi. Yani II. Dünya Savaşı sonrasındaki modernleşme teorisyenleri Batı dışı ülkelerin ve halkların modernleştikçe sekülerleşeceklerini ve demokratik değerlerin oralarda da kök salacağını umut etmekteydi. AB ise bu idealist düşüncenin ete kemiğe bürünmüş haliydi. 

Ekonomik bütünleşme 

Bir değer ortaklığı üzerine oturan AB projesine giden yol ise önce çıkarları birleştirmekten geçmekteydi. Bu nedenle öncelikle ekonomik bütünleşme hedeflendi. Ekonomik bütünleşmenin motivasyonunu ise birlikte olmanın herkesin zenginliğini artırdığı inancı oluşturmaktadır. Her ne kadar bu söyleme en çok Almanlar inansa da AB projesinin halen bir arada tutan en önemli konu birleşmenin zenginliği artırdığı söylemidir. Zaman zaman çeşitli hesaplamalarla bu konunun altı çizilmeye çalışılsa da İtalya ve Polonya gibi ülkeler ya da AB’nin küçük ekonomileri için ortaklığın zenginlik getirmesi pek de inandırıcı değildir. 

Ekonomik entegrasyonun yolu piyasaların ve işgücünün birliği, zirvesi de finansal ve parasal birlikti. İngiltere ilkine razı olurken ikincisinden kendini korumuştu. Bugün AB çorabının ilk söküğü de İngiltere’nin bu noktadaki düğüm sorunundan kaynaklanmaktadır. Piyasaların entegrasyonu göçün getirdiği yeni sorun alanlarını da geçişken kılınca zaten parasal birlik konusunda gönlü olmayan İngiltere AB’den çıkmak istemektedir. 

Fakat asıl sorun burada değildir. AB’nin değerler sistemi üzerine inşa ettiği demokrasi anlayışı göçle birlikte yeni bir sorun alanı yaratmıştır. Zira idealist yorumun somut sonuçları tarihsel olarak gerçekleşmemiş ya da gerçekleşen hali de AB’yi tatmin etmemiştir. Yani Batı dışı toplumlar ki buna bazı Doğu ve Orta Avrupa ülkeleri de dahildir modernleştikçe demokratik değerleri kendiliğinden içselleştirememişlerdir. Brüksel’den bakınca İngiltere sorunu ekonomik ama AB içinde kalarak hatta ayrılarak da olsa aşılabilir bir sorunken Macaristan sorunu daha önemli ve kültüreldir. 

AB ve Hıristiyanlık 

Bütün bunların dışında bir de realist Avrupa vardır ki buradaki tartışmalar başka bir düzlemde ilerlemektedir. Realist Avrupa için de AB değerler sistemi önemlidir ama bu değerler sistemini yaratan sekülerleşmiş dini kavramlardır. Eğer idealist Kant’ın evrensel düşünce çizgisini Protestanlığın radikalleşmiş ve sekülerize olmuş hali olarak tasavvur edersek, realist çizginin taşıyıcı düşünürü Katolik Schmitt’tir. Katolisizm Protestanlığa dayalı idealist liberalizmden farklı olarak AB değerler sistemini dini olanın sekülerleşmesi olarak politik teoloji üzerinden okumaktadır. Yani AB aslında Hıristiyani değerler üzerine oturmaktadır. Bu değerlerin koruyucusu ise Papalıktır. Hatta öyle ki diğer Hıristiyani kültürlere yani Protestanlık ve Ortodoksluğa rehberlik edecek kurum da yine Papalıktır. O nedenle bütün AB liderleri sembolik olarak Papa ile resim verirken Patrikle benzer bir ilişki içine girmemektedir. Angalikan Kilisesinin başı İngiltere Kraliçesi ise AB için toparlayıcı değil dağıtıcı bir figürdür. 

Böylece değerler Avrupasının demokratikliğinin temelinde aslında dışlayıcı bir unsur yer almaktadır. Zira buradan bakınca reel olarak AB, Katolisizmin diğer dinleri dışlayan homojenlik sevdasının ulus devletteki sekülerleşmiş halinin daha büyük bir mekana (Grossraum) dönüşmüş halinden başka bir şey değildir. Tarihsel süreç içinde Hıristiyanlığın diğer dinleriyle ve Yahudilikle uzlaşan bu homojenlik anlayışı bizatihi kendini Müslümanlara karşı kurgulamıştı. Bu nedenle Türkiye’nin AB’ye tam üyelik müracaatı realist Avrupa’da travma yaratmıştır. Göçle gelenlerin büyük bir kısmının Müslüman oluşu ise travmanın küçük ölçekteki somut halidir. Bir milyon Müslüman’ı hazmetmekte zorlanan AB’nin 80 milyonu nasıl hazmedeceği sorusu travmayı beslemektedir. AB seçimlerini bugün en çok etkileyen bu travmadır. 

Gerçek Avrupalılar 

AB seçimlerinde popülist sağ ya da popülist sol olarak gördüğümüz ötekini dışlayıcı tutum aslında kendinin Avrupa değerler sistemini daha iyi yansıttığını düşünmektedir. Bir nevi gerçek Avrupalılar onlardır. Hıristiyan-Yahudi kültüründen beslenen aydınlanmacı seküler demokratik Avrupa’nın hakikati onlarda içkindir. Onların dışındakiler yozlaşmış elitlerdir. Bu nedenle realist Avrupalılar AB’yi ele geçiren yozlaşmış elitleri yani idealist kozmopolitleri de düşmanlaştırmaktadır. Fransa’da Macron’un temsil ettiği değerlere sarı yelekliler karşı çıkarken benzer temaları kullanmaktadır. Almanya’da Merkel çoktan realist Avrupalıların tezlerine mahkum olmuştur. 

Her ne kadar popülist sağ AB karşıtı olsa da realist Avrupalılar aslında AB karşıtı da değildir. Önümüzdeki seçimlerde Weber’in temsil ettiği siyasi damarı besleyen düşünce realist Avrupa anlayışıdır. Weber bir taraftan popülistleri memnun edecek derecede Türkiye’ye artık ikiyüzlülük yapılmamasını ve Avrupa’da yerinin olmadığını söylenmesi gerektiğini düşünmektedir. Diğer taraftan da popülistlerin ulusal kimliklerini törpülemek pahasına AB’nin kendi iç birliğini koruması için kendi ülkesi Almanya’yı tek başına Avrupa gaz devi yapacak Kuzey Akım Projesi’ne karşı durmaktadır. 

İç elitist, dış popülist 

Realist Avrupalılara karşı idealist Avrupa’yı temsil eden ise Hollandalı sosyal demokrat Timmermans’dır. AB’nin birliğini seküler aydınlanmacı çizgiye dayandıran entelektüellerin desteğini alan idealist tutum giderek politik olarak zayıflamaktadır. Habermas ya da Macron’un açıktan destekçisi Almanya’nın yeni Habermas’ı Sloterdijk gibi kozmopolitik düşünürler kaybedileni toparlamaya çalışmaktadır. Bu bağlamda dini farklılıkları da aydınlanmanın hakikatinden vazgeçmeden kabullenmek pahasına postsekülerizmden bahsedenler aslında AB projesini kurtarmaya çalışmaktadır. Kozmopolit elitist Avrupa entelektüelleri en mükemmel çalışmalarını bir AB anayasası yazarak yapmışlardı. Popülistlerin içine sinmeyen AB anayasası atıldığı köşeden ne zaman çıkarılır bilinmez ama AB’yi bir arada tutmaya çalışan idealistler çoktan daha azına da razı olmuş durumdadır. 

AB seçimlerinde realistleri popülizme yaklaştıran ve idealistleri endemik türlere dönüştüren teknik sorun ise ulusal seçim sandıklarından ayrı bir sandığın konmasıdır. Kendi ulusal politikası söz konusu olduğunda merkez ve liberal partilere verilen destek, AB politikası söz konusu olduğunda popülist politikalara kayabilmektedir. Bir nevi Avrupalılar iç politikada elitist siyaseti benimserken dışarıdaki temsilcilerinin popülist olmasını daha güvenli bulmaktadır. Bu nedenle önümüzdeki AB seçimlerinde popülistlerin güçlenmesini bekleyebiliriz. AB komisyon başkanı da parlamentodan seçildiği için popülistlerin mesajlarını aktaran ve benimseyen birinin AB Komisyonu Başkanı olmasını bekleyebiliriz. Fakat popülistlere olan bu eğilim AB üyesi ülkelerin iç politik yapılarına birebir yansımamaktadır. İki ayrı sandık koymanın sonucu iç politikada stratejik/politik karar verenlerin dış politikada vicdani/değer yüklü karar vermelerini mümkün kılmasıdır. 

Toparlarsak, uzun zamandır AB siyaseti, kozmopolit elitist entelektüel idealist Avrupalıların AB’yi seküler aydınlanmacı temelde birleştirme politikası ile realist Hıristiyan demokratların, AB’yi tarihsel kültürel değerler sistemi bağlamında birleştirme politikası bağlamında yarılmıştı. Popülistler bu yarılmadan yararlanarak kozmopolit idealistleri düşmanlaştırmış ve realist Hıristiyan demokratların zihin dünyalarını iğdiş etmiş, söylemlerine hakim olmuştur. Diğer yazılarımda ayrıntılı açıkladığım dünya sistemi değişmedikçe yani devletler piyasa ve topluma karşı bu kadar ön planda oldukça popülistlerin söylemlerini makulleştirmek mümkün olmayacak ve travmatik durum devam edecektir. 

@bunyaminbezci