Avrupa için çözümün rehberi TÜRKİYE

BÜŞRA AKIN DİNÇER / Oxford Ünv. Zorunlu Göç ve Mülteci Çalışmaları
10.10.2015

Rusya’nın, Esad ordusunu güçlendiren ve iddia edildiğinin aksine DAEŞ karargahlarını hedef almayan operasyonları ülkeden kaçışı hızlandırıyor. Rusya’nın hava saldırıları Esad rejimin etkinliğini güvence altına alırken, rejimden kaçanların ise her geçen gün artmasına neden oluyor. Çünkü yansıtılanın aksine Suriye’den göçün en büyük nedeni DAEŞ değil rejimin kendisidir.


Avrupa için çözümün rehberi TÜRKİYE

Birinci Dünya Savaşı dünya coğrafyasında “mülteci” kavramını konuşmak ve günümüzde yaşanan gelişmeleri anlamak adına büyük öneme sahip. 1914 yılında başlayan ve dört yıl devam eden savaşın bölgede Osmanlı birlikteliği ve hakimiyetini sona erdirmiş olması aslında bir asır sonra yaşanan  ve dünyanın en büyük mülteci krizlerinden biri olarak karşımıza çıkan “Suriye Mülteci Krizi”nin temellerini oluşturuyor. Savaşın son yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılacağını öngören İngiltere ve Fransa arasında yapılan Sykes-Picot anlaşmasıyla Osmanlı’nın Ortadoğu’da bulunan toprakları gizlice paylaşılmıştı. Yüzyıl önce çizilen siyasi sınırlar bölge halkının etnik, dini ve insani açıdan hiçbir özelliğine hassasiyet gösterilmeden sadece politik çıkarlara hizmet ederek bölünmüştü. Aslında günümüz mülteci akınlarının sosyolojik ve coğrafi açıdan temelleri bu süreçte atılmıştı. Batı’nın savaş sonrası bölge halkına gösterdiği bu insanlık dışı tavır, ilerleyen yıllarda bölge politikalarının nasıl şekilleneceğinin habercisiydi.

Yakın tarihimizde bunun en büyük örneklerinden biri, 2003 yılında Amerika ve İngiltere liderliğinde Irak’a yapılan operasyonların bölgede doğurduğu sonuçlardır. Birleşmiş Milletler verilerine göre 2003 ve 2007 yılları arası 4 milyon Iraklı ülke içinde veya ülke dışına çıkarak evlerini terk etmek zorunda kaldı. 2009 yılına gelindiğinde ise en çok Iraklıya ev sahipliği yapan ülke 1.2 milyon kişi ile Suriye oldu. 2006 yılında Amerikan senatörlerinden Edward Kennedy, “Amerika Iraklı mültecilerin sorumluluğunu taşımak zorundadır” sözleriyle adeta ülkenin Irak operasyonlarının ardından, bölge halkına gösterdiği ilgisizliğe karşı çıkmıştı. Bununla birlikte ABD çok az miktar finansal yardımda bulunmuş ve mültecilerin Amerika’ya yerleşmesine yönelik küçük çapta bir program başlatmış olsa da kısa süreli bu program başarısızlıkla sonuçlanmıştı.

Libya’da hesap edilemeyen

2011 yılına gelindiğinde ise Libya’ya gerçekleştirilen İngiltere ve Fransa’nın başı çektiği müdahale ile diktatör lider Muammer Kaddafi devrildi. Aynı yılın Ağustos ayında Kaddafi’nin öldürülmesiyle birlikte İngiltere ve Fransa ülkeye bir kurtarıcı havasında girmişti. Özellikle İngiliz Başbakan David Cameron operasyon sonrası Libya’ya gerçekleştirdiği ilk ziyarette “değişim sürecinde Libya’nın yanında olacağız” ifadelerini kullanmıştı. Ancak 2003 yılında İngiliz Lider Tony Blair ve Amerikan Başkanı Bush’un, Irak’a gerçekleştirdikleri operasyonun sonuçlarını öngöremediği gibi 2011 yılında da İngiliz Lider David Cameron ve Fransız Lider Nicholas Sarkozy Libya’da müdahale sonrasını hesaplayamadı. Operasyonun ardından Libya bir iç savaş ve kaos ortamına dönüştü. Ekonominin sıfırlandığı, kanun yapısının tamamen milis güçlerin inisiyatifine geçtiği ülke, siyasi irade eksikliğindense, en kötü siyasi iradeye bile razı olacak açık bir savaş platformu haline geldi.

Ülke radikal grupların ve insan tacirlerinin ve Avrupa’ya kaçmak isteyen göçmenleri kurban verdiği bir güzergah haline dönüştü.

Yaşanan bu tecrübelerin ardından bugün Ortadoğu başta olmak üzere Afrika ve Avrupa’yı da içine alan mülteci krizi aslında bize tarihin tekerrür ettiğini gösteriyor. Ama her krizde olduğu gibi Suriye mülteci krizinde de  “ellerini yıkayıp kenara çekilen” Batı, bu sefer köşeye sıkıştığının farkında. Bölgede kendi çıkarları doğrultusunda attıkları adımların sonuçlarını görmezden gelerek, hiç olmamışçasına mağduriyet içindeki halkları yıllar boyu çaresiz bırakan Avrupa’nın, en büyük güvencesi her krizde kendi sınırlarının bölgeye oldukça uzak olmasıydı. Fakat Suriye iç savaşı sonrası yaşanan mülteci krizi hesapları tamamıyla bozdu. Domino etkisi ile kıtalar aşan mülteciler şimdi Avrupa’nın sınırlarını zorluyor.  

Güven sorunu

Mülteci krizini “büyük devlet” politikası ile yöneten ve Batı ile uluslararası kuruluşların sessizliğine rağmen bölgesel bir rol üstlenen Türkiye ise geçtiğimiz 5 yıl boyunca haksız eleştirilerin odağı olmuştu. Türkiye, DAEŞ ile işbirliği içinde olduğu iddiasına muhatap olmuş, sınır güvenliğini sağlayamadığı gerekçesi ile suçlanmış hatta bölgedeki Kürt halkına karşı ırkçılık yapmakla eleştirilmişti. Bu sürece Batı medyası da bilinçli algı haberleri ile katkı sağlamıştı. Türkiye’nin izlediği “insani politika” desteklenmesi gerekirken bunun tam aksine ülke yıpratılmaya çalışılmıştı.

Bugün ise Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Avrupa’ya gerçekleştirdiği son ziyaret ile birlikte tablonun büyük bir değişime uğradığını görüyoruz. Türkiye’yi her zaman yetersiz olmakla suçlayan Avrupa artık Türkiye’yi mülteci krizinin çözümü noktasında rehber olarak görüyor. Avrupa’nın politikasındaki bu değişimle birlikte Batı medyasındaki ani değişim de dikkat çekiyor.

Ancak Avrupa’nın günümüze kadar benzer konularda izlediği politikalar Türkiye için büyük bir güven sorunu teşkil ediyor. Bugün de ne yazık ki Avrupa’nın mülteci krizine yaklaşımı yine krizi kendi sınırlarından uzak tutmaya yönelik bir çabayı ortaya koyuyor. Avrupa’nın sorunu çözüm için Türkiye’ye 1 milyar Euroluk maddi destek önerisi bunun açık bir göstergesi. Türkiye için ise krizin ilk yıllarından bu yana üzerinden durduğu çözüm yolu Suriye’de politik istikrarın sağlanmasıydı. Suriye krizinde hiçbir zaman Avrupa’dan maddi destek beklemeyen Türkiye’ye maddi bir çözüm ile yaklaşılması büyük bir hayal kırıklığı. Bu durum Avrupa’nın ne Türkiye’yi ne de Suriye’de yaşanan krizi doğru okuyabildiğini gösteriyor. Suriye’de çözüme ulaşabilmek için öncelikle bölge halkının güvenliğinin sağlanması ve göçe zorlayan nedenlerin ortadan kaldırılması gerekiyor. Türk dış politikası bu sebeple, özellikle uçuşa yasak bölge oluşturulması noktasında ısrarlı bir politika izlemiştir. Bugün de Avrupa ile masaya oturulduğunda Türkiye aynı taleplerini dile getiriyor. Ancak bu sefer bölgede dengeleri değiştiren çok önemli bir faktör var. Bu faktör PKK terör örgütüdür. Yapılan araştırmalara göre Suriyeli göçmenlerin özellikle Güneydoğu’dan Avrupa’ya göçlerini hızlandıran en büyük nedenlerden biri de PKK terör örgütünün bölgede oluşturduğu güvenlik tehdididir. Bu noktada Türkiye artık kendi iç güvenliği de söz konusu olduğundan Avrupa’nın istikrarlı bir politika izlemesini bekliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan Avrupa’ya bu konudaki eleştirilerini Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk ile yaptığı görüşmede “Bazı ülkelerinin PKK’yı terör örgütü kabul etmelerine rağmen bazı uygulamalarda bunu es geçmeleri bizi üzmektedir” cümlesi ile dile getirdi.

Yeni mülteci dalgası

Avrupa’nın göz ardı ettiği ve daha fazla mültecinin Avrupa sınırına dayanmasına neden olacak ikinci faktör de Rusya’nın Suriye sahasına direk müdahalesidir. Esad ordusunu güçlendiren ve iddia edildiğinin aksine DAEŞ karargahlarını hedef almayan bu operasyonlar ülkeden kaçışı hızlandırıyor. Rusya’nın bölgedeki hava saldırıları Esad rejimin etkinliğini güvence altına alırken, rejimden kaçanların ise her geçen gün artmasına neden oluyor. Çünkü yansıtılanın aksine Suriye’den göçün en büyük nedeni DAEŞ değil rejimin kendisidir. Güçlenen Esad rejimi Suriye halkının isteyebileceği en son şey. Tüm bunların yanı sıra yakın zaman içinde 3 milyon civarında Suriyelinin daha ülkeyi terk etmesi bekleniyor. Yaşanan son gelişmeler de bu beklentiyi doğrulayan gerekçeler ortaya koyuyor.

Sonuç olarak Avrupa öncelikle kendi sınırlarını önceleyen politikasından ve Türkiye’yi bir “mülteci sığınağı” olarak görmekten vazgeçmeli. Bir NATO ülkesi olan Türkiye bu anlamda mültecilerin yoğun olarak yaşadığı ne Ürdün ne de Lübnan gibi değerlendirilemez. Türkiye transit bir bölge olmanın yanı sıra kendi içinde de ciddi bir mülteci artışı yaşıyor. Beş yıla yaklaşan bir süredir iç savaşla boğuşan Suriye’de bugün bir çözüme ulaşılsa dahi, kıtalara dağılmış Suriye halkının bir anda kendi ülkesine döneceği varsayılamaz. Bu kriz artık uzun vadeli bir problemdir ve çözüme bu açıdan yaklaşılmalıdır. Gerek Avrupa, gerekse Türkiye çıkarılacak ortak bir kriz planında Suriyeli mültecilerin aynı zamanda  bulundukları ülkede uyum sürecini kolaylaştıracak bir politika izlemelidir.

Bu noktada Türkiye’yi her seferinde göçmenlere “sığınmacı statüsü” vererek insan haklarını ihlal etmekle eleştiren Avrupa’nın, bugün mültecileri Türkiye’de tutmak için her şeyi yapmaya hazır olması soru işaretleri ortaya koyuyor. Avrupa her geçen gün başını daha çok ağrıtacağını düşündüğü mülteci krizinde bir çözüme kavuşmak için Türkiye’nin haklı gerekçelerini daha fazla dikkate almak zorunda. Türkiye’nin ise bu aşamada Avrupa’dan tek beklentisi ‘istikrar’.

[email protected]