Avrupa PKK üzerinden 1071’in öcünü mü alıyor?

Prof. Dr. Mazhar Bağlı / Karatay Üniversitesi
10.12.2016

“Batılılaşma” serüveni, PKK ile FETÖ üzerinden farklı bir anlam kazanmaya başladı. Bu yeni stratejiyi geleneksel Batı hinliği çerçevesinde görmek için elimizde yeteri kadar veri var ve buna rağmen iyi niyet mi besleyelim?


Avrupa PKK üzerinden 1071’in öcünü mü alıyor?

15 Temmuz darbe girişiminden sonra kurumsal olarak Avrupa Birliği’nin ve tek tek pek çok Batı-Avrupa ülkesinin Fetullahçı Terör Örgütü ile beraber eskiye nazaran daha büyük bir aşkla PKK’nın yanında durmaya başladığına şahit oluyoruz. Basit bir mantıkla söylemek gerekirse tek bir terör örgütü üzerinden Türkiye’ye istediklerini kabul ettiremeyeceklerini düşündüklerinden, şimdiye kadar görece daha çekingen davranmış, sureti haktan görünmek için zımnen terör örgütlerinin yanında yer almışlardı. Vaktaki bir terör konsorsiyumu kuruldu, yıllarca içinde biriktirdikleri Türkiye düşmanlığını hemen izhar ettiler.

Kim ne derse desin, II. Abdülhamit’in azlinden sonra Avrupa bu ülkedeki siyasi mekanizmanın içinde bir denge unsuru ve hemen hemen her zaman siyasetin tarafı, hatta kimi zaman da belirleyici bir aktörü olmuştur. Zaten o azli gerçekleştiren heyetin içindeki Yahudi ve Ermeni asıllı Osmanlı vatandaşları da kendi adına değil, Batılılar adına orada bulunuyordu. Evet daha sonra bir kurtuluş mücadelesi verildi verilmesine ama “Batılılaşma” hep temel bir strateji olarak var olmaya devam etti. Son zamanlarda Türkiye’nin gündeminde ağırlıklı olarak FETÖ var ve belki de bu nedenle PKK terör örgütünün Avrupa’daki lobisi ve bölücü faaliyetleri dikkatlerden kaçmış olabilir. Zira hem Belçika’daki yerel bir mahkemenin PKK üyelerinden birinin yargılamasında terörü “silahlı mücadele” olarak kabul etmesi hem de Avrupa Birliği ile müzakerelerin durdurulması yönündeki karara gerekçe olarak terör ile ilişkili siyasilere yönelik yargılamaya atıf yapılması, Türkiye’nin terörle mücadelesini uzun vadede bloke etmeyi hedefleyen yeni bir stratejiye işaret etmektedir.

Batı, Türkiye’ye diktelerde bulunma, talimat verme imkanını kaybettiğini düşündüğü andan itibaren ilişkilerini gözden geçirme gereği duymuştur ve bu da tamamen yeni bir durumdur. Bir başka ifadeyle Avrupa Birliği ile müzakerelerin başladığı andaki Türkiye ile şimdiki Türkiye çok farklı. Bu farklılığın temel parametresini ise terör örgütleri ile olan ilişkiler belirlemektedir. Türkiye terörü bitirecek çözümlere odaklandığında sessiz kalmayı tercih edenler terör arttığında gür sesle arz-ı endam etmeye başladı.

Avrupa, Türkiye’ye karşı terör örgütlerini desteklemekten duyduğu heyecanın onda birini bu sorunun çözümü için gösterilen çabadan duymadı. Batı ülkelerinin kahir ekseriyetinin terör örgütleriyle kurdukları informel-gizli ilişki yüzyıllara dayanan devletlerarası kadim dostluk ve müttefiklik ilişkisinden daha güçlü görünmektedir. Belki de daha samimi ve içtendir.

Peki niçin?

Bunun iki temel nedeni var. Birisi ideolojik olarak terör örgütleri ile olan akrabalıklarından diğeri de kültür tarihsel rekabet mücadelesinde mevzi kazanma psikolojisinden kaynaklanmaktadır. Bu coğrafyanın sahip olduğu düşünce biçimi, metodoloji ve geleneksel değerler modern Batı dünyasının kendisine rakip olarak gördüğü tek alternatiftir. Hepimiz de biliriz ki ne idealizmin alternatifi materyalizmdir ne de materyalizmin alternatifi idealizmdir. Her birisi diğerinin mütemmim cüzüdür. Bir diğer konu da tarihi hesaplaşmanın defterini yeniden açmak istemeleridir. Her ne kadar kendi içindeki çatışma alanlarına ilişkin bir barış tesis etmişlerse de öteki ile olan mücadelede henüz durulmuş değildirler. Yabancı düşmanlığının asıl nedenlerinden birisi de budur zaten.

Esasında her şey yolunda giderken birden darbe girişiminden sonra teröre karşı Türkiye’nin yanında yer almak yerine çetelerin tarafına geçmiş olmaları ve terör bloğu ile aynı karede olmaya son derece hevesli olmalarının nedeni de bu hesaplaşmalardır.

Tarihsel arka plan

Bugünlerde Avrupa ile PKK arasında yeniden büyüyen bu romantik ilişkinin gerisinde ta Alparslan’a ve Yavuz Sultan’a kadar uzanan bir tarihsel arka planın var olduğunu söylersek abartmış olmayız. Türklerin Anadolu’ya girdiği 1071 tarihinden bu yana Bizans’a karşı direnmeyi doğuran o ittifak, kolayca unutulur bir iş başarmadı. Türklerle Kürtlerin ilk teması olması bakımından elbette büyük bir önemi var ama esas konu o değil. Türklerin Müslüman Kürt halkıyla yaptığı birliktelikle Anadolu’ya hakim olması ve aynı zamanda o yenilmez denilen Bizans İmparatorluğu’nun yenilgiye uğratılması çok daha önemlidir.

Çok uzun bir süre Türklerin ve Kürtlerin siyasi organizasyon, fetih bilinci ve sosyo ekonomik birlikteliğini defo vermeden yürütmesi Anadolu’ya Türklerin ve Kürtlerin kadim izlerini bırakması açısından çok önemlidir. Ulus devlet modelinin dünya üzerinde pazarlanmasından sonra Avrupa’nın kolonizasyon ve sömürge biçimi fikri altyapısının oluşturduğu “her etnik yapıya bağımsız bir siyasi güç” politikasından elbette bu coğrafyanın tüm kavimleri nasiplenmiş ve bu nasipten Kürtlere de bir pay düşürülmek istenmiştir. 20. yüzyılın başında Kürtler de kendilerine yeni bir “milli” bilinç oluşturma gayretine girmiştir.

Demokratik değerler için (!)

Batı’nın Kürtlerle temasının, Kürtlerin kendi milli şuuruyla en ufak bir alakasının olmadığını bilmek için derin bir siyasi analize gerek yoktur. Hatta denilebilir ki Batı, her kabileye bir devlet bahşetme pozisyonundayken bile Kürtler onların bu planlarını boşa çıkaracak bir duruş sergilemiş ve belki de onlara çok daha büyük bir öfke birikmesine de neden olmuşlardır. Zaten Avrupa’nın bugün PKK terör örgütünü bu kadar açıktan desteklemesinin nedenlerinden bir diğeri de aynı zamanda Kürtleri cezalandırmak, PKK eliyle onları terbiye etmektir. Eğer gerçekten Kürtlerle ilgili bir duyarlılıkları olsaydı bugün PKK’nın katlettiği, itibar suikastı düzenlediği ve nefes aldırmadığı Kürtler için de bir kelam ederlerdi.

Ya da şöyle soralım: Sahiden Avrupa sırf demokratik değerler için mi Türkiye’nin karşısında ve PKK’nın yanında yer almaktadır? Örgüt ve örgüt bileşenlerinin nasıl bir derebeylik kurmak istediklerini bilmeyen mi var? Ya da PKK’nın esas hedefinin bir Kuzey Kore modeli olduğunu sahiden Avrupa bilmiyor mu? Doğrusu bendeniz bu kadar saf olduklarını düşünmüyorum. O halde işin içinde başka bir hesap var. “Demokratik değerler için” terörün yanında yer almak sahiden nasıl izah ediliyor çok merak ediyorum.

Esasında Batı, bu coğrafyadaki pek çok alanı kontrol etme manivelası olarak kullanılacak aktörleri meşru siyasi yapılardan daha çok seviyor. Bunu da insan hakları ve demokrasi maskesi ile perdeliyor. Ancak 15 Temmuz gecesinde yaşananlar bu maskeyi düşürdü. Türkiye’nin demokratikleşmesi için karne notu veren ve çetele tutan Avrupa, meşru siyasi hükümetin yanında değil, terör örgütlerinin (PKK ve FETÖ) yanında yer aldı. Osmanlı merkezi sisteminin yegane mirasçısı olan Türkiye Cumhuriyeti’nin içinde bulunan popülasyon olarak en etkin iki milleti yani Kürtler ve Türkleri karşı karşıya getirmek Batı’nın bu noktada uyguladığı alışılagelmiş planlarından biri. Bu planın en önemli parçası olan PKK’nın kuruluşundan bu güne Batı tarafından desteklenmesinin kodları burada kendini göstermektedir. Kürtlerle birlikte Anadolu’nun kapısını tamamıyla İslam medeniyetine aralayan kadim Kürt kavmininin 20. yüzyıl ulusçuluk oyunlarına kurban edilmesi Batı’nın en esaslı numaralarından biridir. Bugün PKK’nın Avrupa’nın en gözde devletleri tarafından himaye edilmesinin bir sebebi de Batı’nın bilinçaltındaki 1071 intikamıdır.

FETÖ ile ilgili dile getirdikleri “sivil bir dini hareket” ifadesi 28 Şubat’taki muhafazkarlara yapılan zulüm ile birleşip AİHM’de açılan başörtüsü davaları ile birlik olup yüzümüze sırıtmaktadır. Batı hakimiyet kurmak istediği coğrafyada farklılıkları düşmanlık oluşturacak birer fitne topuna çevirme konusunda epeyce mahirdir. Din, mezhep, etnisite Batı’nın en sevdiği oyuncaklarıdır. Bugün PKK’nın Batı tarafından himaye edilmesinin bu açıdan Kürtlerle veya Kürtlerin bu coğrafyadaki var oluşlarıyla uzaktan yakından bir alakası yoktur. FETÖ’yü korumalarının da din ve dindarlarla bir alakası yoktur.

Her daim fitne üretme potansiyeli olan PKK, Batı’nın ayrımcılık üzerinden oynadığı oyunun baş aktörlüğü rolünü uzunca bir sürede kimseye kaptırmayacak gibi gözükmektedir. Burada kast ettiğim sadece Türkiye’deki Kürt-Türk ayrımcılığı değil aynı zamanda Kürtler arasındaki ayrımcılığın da esas müsebbibi PKK’dır. Malum örgüt en hafifinden Kürtleri ikiye ayırır, hain olanlar ve yurtsever olanlar. Söz gelimi etnik orijini Kürt olmasa da bir devrimci eğer PKK’lıysa o aynı zamanda Kürt’tür. Ama bir Kürt PKK’lı değilse o haindir. Barzani’yi de bu gerekçe ile hain ilan ettikleri biliniyor zaten.

Özetle “Batılılaşma” serüveni, PKK ile FETÖ üzerinden farklı bir anlam kazanmaya başladı. Bu yeni stratejiyi geleneksel Batı hinliği çerçevesinde görmek için elimizde yeteri kadar veri var ve buna rağmen iyi niyet mi besleyelim?

[email protected]