Avrupa siyasetini 'Athena'lar mı kaplıyor?

Prof. Dr. Bünyamin Bezci / Sakarya Üniversitesi
30.09.2022

Avrupa'nın demokratik siyasetinde aşırı sağ politikaları toplumu ürkütecek kadar güvenlikçidir. Özellikle mülteci karşıtlığı üzerine oturan bu politikalar sertliklerini popüler feminen yüzlerle yumuşatıyor gibidirler. Le Pen'den Liz Truss'a şimdilerde de Meloni'ye kadar liderlerin feminenleşmesinin ardında biraz da politikaların sertliği vardır.


Avrupa siyasetini 'Athena'lar mı kaplıyor?

İtalya seçimlerinin tek başına iktidar olmasa da sembol ismi Meloni oldu. Henüz İngiltere'nin başına Liz Truss geçeli de bir ay olmadı. İlkbaharda Le Pen'nin Fransa seçimlerinde Macron'a kabuslar yaşatması üzerinden de henüz çok bir zaman da geçmedi. İlkbaharda Le Pen'le başlayan Avrupa Athena'larının çağı sonbaharda Liz Truss ve Meloni ile zirveye ulaştı. İtalya'daki aşırı sağın kazandığı seçimler henüz İsveç seçimlerinin şokunun atlatılamadığı bir siyasi ortamda geldi. Aslında Macron'un Fransa seçimlerini kurtardığı ilkbaharda gözden kaçan İspanya'nın yeni İsabel'i Madrid'de seçimleri kazanan Ayuso'yu da sayarsak Avrupa siyaseti Athena'lara teslim diyebilir miyiz?

Milliyetçi popülist damar

Tabii ki diyemeyiz. En azından böylesi bir analiz için yeteri kadar veri yok, ama ironi için elimiz de boş değil. Cem Yılmaz'ın peltek reklamlarından akılda kalan Asena/Athena ironisini Avrupa siyasetinde yükselen Milliyetçi popülist damar için kullansak, konuya açıklık getiremesek de dikkat çekmiş olacağız. Milliyetçi popülist aşırı sağ ya da bazılarının dediği gibi neofaşizm artık bir siyasal konjonktür olmaktan çıktı Avrupa siyasetinin yapısal bir sorununa döndü.

Avrupa'da aşırı sağ politikaları tetikleyen iki unsur öngörünüm bölgesinde göze batıyor; bunlardan ilki Avrupa'da bölgesel olarak devam eden ekonomik sorunlar halkın konforunu eritmekte ve refah politikalarından geri çekilişler yaratmaktadır. İkincisi daralan pastayı mültecilerle paylaşmak zorunda kalıştır. Temelde ekonomik olan bu sorunun ön saflarda süren kavgası ise kültüreldir. Fransa'da Sarı Yeleklilerle birlikte ortaya çıkan küresel elit düşmanlığı ile Avrupa'nın geneline yayılan İslamofobi başta olmak üzere göçmenlerin yaşam tarzından duyulan rahatsızlıklar şeklinde süren kültürel kavgalar buzdağının üstünün göstergesidir.

İstisnanın sıradanlaşması

Aşırı sağ siyasetini yapısal kılan nedenler ise dünyadaki istisnai hallerin sıradanlaşmasıdır. 2008 ekonomik krizinden beri sıklaşan krizler pandemi ile zirvesini gördü derken neredeyse üçüncü dünya savaşının ayak seslerini Rusya-Ukrayna savaşı ile duyar olduk. Neoliberal dönemde piyasanın yarattığı özgürlük alanlarının ve sivil toplumun teşvik ettiği dayanışma alanlarının beslediği demokratik siyasetin yerini artık daha otoriter siyaset almaktadır. Avrupa'nın örnek demokratik ülkeleri de bu yapısal dönüşümden etkilenmekte henüz otoriterleşme söz konusu olmasa da milliyetçileşme eğilimi artmaktadır. Meloni'nin fakirlerin en zengini, zenginlerin en yoksulu ülkesi için "Büyük İtalya" sloganını kullanması da boşuna değildir.

Avrupa siyasetinde aşırı sağın milliyetçileşme eğilimi henüz demokratik sınırları zorlasa da aşmamaktadır. Hatta aşırı sağ partilerden Avusturya ve Hollanda'daki partilerin adlarında "özgürlük" kavramını taşımalarının gösterdiği gibi demokratik siyasetten bizatihi beslenmek istemektedirler. En son İsveç'teki aşırı sağ kendini "İsveç Demokratları" olarak tanıtırken de demokrasinin araçsal kullanışına atıf yapmaktaydı. Bu tür partilerin zihin dünyalarında özgürlük, kendi aşırılıklarına tahammül demektir. Özgür ve demokratik bir dünya değil kendi düşüncelerinin özgürce dillendirildiği bir siyasal ortam istemektedirler.

Aşırı sağ partilerin adlarında kullandığı ikinci ortak öğe ise halktır. Bizden olanlarla olmayanların ayrımına dayalı dostluk tanımlarından yola çıkan bu tür partiler aslında düşmana ve sınırlara da işaret etmektedir. Fransa'da Le Pen'nin partisinin Ulusal Cephe adını alması sınırlar üzerinden düşmanı imlerken Meloni'nin İtalya'nın Kardeşleri partisi bir dayanışma içindeki İtalyanlar diye haykırmaktadır. İspanya'daki aşırı sağ partinin Halk Partisi adını alması da benzer bir eğilimin temsilidir. Aşırı sağ hareketlere biraz daha yakından bakarsak göreceğimiz ilginç ortak yanlardan biri de Avrupa siyasetindeki dikiş tutmayan lider açığını iyi kapattıklarıdır. Merkel sonrasında Avrupa siyasetini sürükleyemediğini Rusya'ya yaptığı sayısız ve etkisiz ziyaretle kanıtlayan küreselcilerin son kalesi Macron'u saymazsak ortada ciddi bir siyasi lider sorunu bulunmaktadır. İngiltere'de siyasi lider sorunu olmasa da Boris Johnson'nın tacizle suçlanan bakanlarını koruması ya da kovid tedbirlerine uymadan başbakanlık ofisinde parti düzenlemesi gibi masküler zafiyetlerinin popülize edilmesi kendisini koltuğundan etmişti. Yerini Liz Truss gibi bir milliyetçi ve güvenlikçi Athena'nın doldurması biraz da bu tür masküler serkeşlikle alakalıydı.

Avrupa'nın demokratik siyasetinde aşırı sağ politikaları toplumu ürkütecek kadar güvenlikçidir. Özellikle mülteci karşıtlığı üzerine oturan bu politikalar sertliklerini popüler feminen yüzlerle yumuşatıyor gibidirler. Le Pen'den Liz Truss'a şimdilerde de Meloni'ye kadar liderlerin feminenleşmesinin ardında biraz da politikaların sertliği vardır. Feminizmin güç odaklı, sert ve buyurgan erkek egemen bir dünya yerine daha kadınsı, dolayımsal ve yumuşak bir siyaset önerisinin hafızası milliyetçi popülist liderler kadın olduğunda demokratlarda akıl tutulması yaratmaktadır. Bu eğilim aslında halkın politik tercihlerinin rasyonel olduğu ne kadar söylense de lider odaklı bir duygusallık da barındırdığının bir başka göstergesidir.

Feminist siyasallığın günümüzdeki zirvesini özel olanın politikleşmesi oluşturmaktadır. Yani kadına özel bir alandan bizatihi kadının vazgeçip kendi özelini kamusallaştırmasıdır. Buradaki siyasal amaç ise kadının ikincilliğinin aşılmasıdır. Fakat kadının ikinciliğinden söze başlamak kendiliğinden bir mağduriyet siyaseti yaratmaktadır. Kendi demokratik toplumlarında azınlıkta olan aşırı sağcıların ikincilliği ve mağduriyeti ile kadınların siyasi mağduriyeti birleştiğinde halkın tercihleri açısından güçlü bir politik profil de ortaya çıkmaktadır. Aşırı sağ partilerin liderliklerinde ya da siyasal vitrinlerinde sıkça kadınları öne çıkarmasının bir sebebi de halkın tercihlerindeki bu duygusal ve popülist damarın yakalanmasıdır.

Aşırı sağ partilerin bir başka ortak niteliği de politik olarak kafa karışıklıklarıdır. Nihayetinde politika üreten değil tepkisel partiler olduklarından bu karışıklık da anlaşılırdır. Bir taraftan küresel elit karşıtı olanlar diğer taraftan küresel ekonomik politikalarla barışık vergi indirimlerini de içeren politikalar da yürütebilmektedir. Berlusconi ya da Trump'ın ekonomik politikalarını hatırlamak ne dediğimizi anlatmak için yeterlidir.

Popülist politikalar

Aşırı sağ söylemlere baktığımızda Avrupa medeniyetini özelde de kendi ülkelerine has kültürü korumak ana hedeflerindendir. Bu anlamda evrenselci ve demokratik değerler sistemine dayanan Avrupai iddiadan aslında mülteci ve Müslüman karşıtlığının çıkmamasını beklemek ise saflıktır. Nitekim evrenselliği cihanşümullük ya da beynelmilellik olarak değil Avrupalı olmaya çağrı olarak gördükleri açıktır. Kendi ülkelerindeki farklı yaşam tarzlarıyla barışık çokkültürlü bir hayattan vazgeçeli de yirmi yıldan fazla oldu. Meloni'nin Fransız sömürgeciliğini eleştirerek söylediği aslında mültecileri İtalya'nın başına bela edenin Fransa olduğudur. Gerçekte sömürgecilik değil mülteci karşıtıdır. Mültecilerin İtalyan demokrasisini güvenlik politikalarına mahkûm ettiğini düşünmektedir. Bir zamanların Orta ve Kuzey Avrupalıların güneydeki cenneti olan İtalya'yı geri istemektedir. Mülteci derken de kuzeyden gelenlere değil güneyden gelenlere karşı olduğunu da ekleyelim.

Aşırı sağı besleyen kaynaklarından bir diğeri de demokratik partilerin geniş toplumsal sınıflara hitap eden politikalardan çekilmesi olmuştur. Örneğin sosyal demokratlar geniş işçi sınıfının çıkarlarını korumaktan neoliberalizmle uzlaştığı doksanlı yıllarda geri çekilmiştir. Sol siyasete kalan ise LGBT başta olmak üzere dar sosyal grupların kimlik politikalarıdır. Aşırı sağ siyaset solun bıraktığı refah savunusunu sahiplenip LGBT düşmanlığı ile keskinleştirmiştir. Solun popülizmi dışlaması hatta hakir görmesiyle aşırı sağ, sahiplendiği küresel krizlerin mağdurlarının yanına marjinal toplumsal sınıf düşmanlığını da katabilmiştir. Hem kamusal hizmetlerin daha iyi ve daha ucuz sunulması hem de ailenin korunması adına kürtaj ve LGBT karşıtlığı bir arada olduğunda solun nefret ettiği popülist politikaların karşılığı sandığa yansımıştır.

Aşırı sağın merkez sağ politikaları değiştirme gücü sol politikaları dışlama gücünden daha da fazladır. Thatcher'dan Truss'a değişen merkez sağ politikaları takip etmek daha kolaydır. 79'da iktidara yürürken Thatcher'ın kendi milliyetçi sağı için hassasiyet cümlesi sarfetmesi yeterliydi. Bağımsızlığı motto edinen ve bununla AB siyasetinden bağımsız İngiltere'yi kasteden İngiliz aşırı sağın hayallerini muhafazakarlar gerçekleştirmişti. Başlangıçta Brexit'e karşı olsa da gerçekleştikten sonra sıkı savunucusu olan Liz Truss'un söylemlerindeki değişimin popülist dalgayı arkasına alma becerisiyle alakalı olduğu görülmektedir. Nitekim sol bir ailenin siyaset gereği giderek sağa kayan çocuğu olarak Liz Truss, küresel muktedirlerle birlikte çalışırken de İngiliz milliyetçiliğinin kalesi olabiliyor.

'Anlarsınız ya'

İsveç'ten İtalya'ya İngiltere'den Polonya'ya kadar artan milliyetçi politikaların her birinin ortak yanları olsa da ayrı yanları da vardır. Örneğin Polonya'daki aşırı sağın en önemli düşmanı Rusya olduğundan başta gaz tedariki olmak üzere kendi bağımsızlıklarını antiRus politikalar üzerine kurmuştur. Oysa Macaristan'daki aşırı sağ siyaset antiAB'ci ve Rusya yanlısıdır. Bu anlamda asıl dertleri kendileri ve büyük ülkeleri olduğundan uluslararası toplumun demokratik önceliklerini değil çıkarlarını odaklayan siyaset üretmektedirler. Diğer taraftan kültürden kültüre hatta bazen aynı kültür dünyasında aşırı sağın hassasiyetleri değişmektedir. Örneğin demokratik siyasetin güçlü olduğu Hollanda, İsveç ve Avusturya'da özgürlük kavramını öne çıkarırken güney Avrupa ülkelerinde halkın dayanışması ve sınırları öne çıkmaktadır. İtalya'nın genelinde kardeşlik/dayanışma öne çıkarken zengin kuzeyinde eğitimlilerin desteklediği ve küresel sistemle uzlaşık milliyetçilik olarak Beş Yıldız Hareketi gelişebilmektedir. İngiltere'de milliyetçilik demek adanın Avrupa'dan kopması demekken Orta Avrupa'da milliyetçilik demek Rusya'ya sırtını dayamak demektir. Almanya'da ise nasyonal sosyalist geçmiş milliyetçiliğin hiçbir türüne açık kapı bırakmadığından oradaki aşırı sağ parti ancak yansız ve anlamsız "alternatif" adını kullanabilmektedir. Sanki taraftarlarına "anlarsınız ya" demektedir.

Görünen o ki dünyada krizler devam ettikçe siyaset devlete ve otoriteye daha çok yaslanacak. Her ülke de pandemide şahitlik ettiğimiz gibi beslendiği uluslararası sistemi değil kısa vadeli çıkarlarını önceleyen milliyetçi popülist politikaları yürütecek. Bir nevi fırtınada gemisini yüzdürebilen kaptan olacak. Bu tür politikalar da özgürlükleri feda eden güvenlik politikaları olacak. Antidemokratik ve dışlayıcı sert politikaların yumuşak yüzleri de siyasetin yeni Athena'ları olacak.

@bunyaminbezci