Avrupa’da kamu diplomasisinin gerekliliği

Aydın Enes Seydanlıoğlu / Yazar
21.04.2018

Türkiye, devleti ve toplumuyla dünyanın en yanlış anlaşılan ülkelerinin başında geliyor. Bu algının ve Avrupa kamuoyundaki önyargıların kırılması için kamu diplomasisi alanının değerlendirilmesi gerekmektedir. Aksi halde Türkiye kendisini tanıtamayan, tanımlanan bir ülke haline gelir ki, tanımlamalar önyargılardan beslenir.


Avrupa’da kamu diplomasisinin gerekliliği

Küreselleşen dünyada devletlerin çıkarlarını öngören politikaların korunması için yabancı toplumlar nezdinde bir devletin olumlu bir imaja sahip olması elzemdir. Salt yönetim mekanizmalarının kendi aralarında gerçekleştirdiği diplomatik girişimler iktifa etmemekte, bir devlet için diğer kültürel havzalarda bir etki oluşturma gereksinimi vardır. Uluslararası alanda oluşturulabilecek kamuoyu desteği, ülke politikalarının daha sürdürülebilir ve meşru ilerlemesine büyük oranda katkı sağlayacaktır. Bu itibarla kamu diplomasisi kavramı ilişkilerde vazgeçilmez bir stratejik alan olarak karşımıza çıkar. Bir siyasi iradenin kendi teklifleri ve politikaları lehine diğer devletlerin kamuoyunu ikna etme amacı ile hedeflerini doğru ve rafine bir biçimde anlatması sürecine kamu diplomasisi diyoruz. Hükümetlerin kendi idealleri ve ulusal çıkarlarının dış devletlerin kamuoyunda destek görmesini sağlamak amacıyla gerçekleştirdiği bu temas bir propogandadan ziyade rasyonel ve doğru bilgiyi aktarmayı öngörmektedir. Kamu diplomasisi diğer ülkelerdeki toplumları yahut kamuoyunu etkilemeyi hedefler ve toplumun bu süreçte şekillenen fikirleri kendi ülkelerinin dış politikalarına yön verir. Bu şekilde kamu diplomasisi yürüten ülke etkilediği havza üzerinden büyük bir destek elde eder, uluslararası politikaları bağlamında diğer ülkelerden kazanımlar sağlar.

Yumuşak gücün önemi

80’li yılların sonunda uluslar arası ilişkiler uzmanı ve siyaset bilimci Joseph Nye tarafından kullanılan “soft-power” ( yumuşak güç ) kavramı, kamu diplomasisi ile doğrudan ilintilidir. Soft-power konvansiyonel savaş yahut ekonomik baskı ile başka devletlere yaptırılmak istenen politik hedefleri kendine hayran bırakarak ve özendirerek uygulatabilme yeteneğidir. Yumuşak güç olarak bir devlet paradigması, kültürü ve değerleri ile karşı tarafta oluşturduğu cazibe oranında etkili olur. Kamu diplomasisi bu yönü ile soft-power´ın en önemli parametresidir. Bir ülkenin düşünce kuruluşları, küresel şirketleri, sanatçıları, sporcuları, yazarları, akademisyenleri ve üniversiteleri, kamu diplomasisini icra eden aktörler olarak zikredilebilir. Örneğin Alman otomobil şirketleri ülke ile ilgili uluslararası arenada hayranlık uyandırmaktadır ya da İngiltere ve Amerika’daki üniversiteler birçok kişi için cazibelidir. Özetle bir ülkenin değerleri ve politikaları başkalarını cezbettiğinde,  duyulan hayranlık dolayısıyla bu ülkenin istediği sonuçları elde etmesi kolaylaşır. Almanya’nın II. Dünya Savaşı’nı kaybetmesinin ardından 1961 yılında yapılan Berlin Duvarı, Doğu ve Batı Almanya olarak birbirinden ayırmıştı. Batı Almaya’daki refah düzeyi ve sistemin cazibesi Doğu Almanya’dan birçok kişinin Batı’ya kaçmasına sebep olmuş ve Alman Demokratik Cumhuriyeti (Doğu Almanya) bu sürece fazla direnememişi. Bunun akabinde Berlin duvarı yıkılmıştı. Joseph Nye’a göre “Televizyon ve sinema, Berlin Duvarı’nı, 1989 yılından çok daha önce delip geçmişti. Duvarı yıkmadan önce ihlal eden Batının popüler kültürüne ait imgelerin uzun yıllar boyunca iletilmesine, çekiçler ve buldozerler hiçbir işe yaramazdı.” Dilimize pelesenk olan “lobicilik“ kavramının da bu konu ile ilgili olarak irdelenmesi gerekir. Lobicilik siyasi iradede karar alma mekanizmalarını ikna etme çalışması ya da çabası olarak tanımlanabilir. Kamu diplomasisi ise toplumu etkilemek suretiyle kendi teklifleri ve idealleri noktasında olumlu imaj oluşturma gayretidir. Kamu diplomasisi lobicilikten daha stratejik ve uzun vadeli çözümlere odaklanır.

Kamuoyundaki hakim algı

Onbinlerce insanın hayatını kaybetmesine sebep olan, Kürt meselesi etrafında şekillen PKK terörü, bu bağlamda incelenmesi gereken bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. PKK´nın sivillere karşı giriştiği acımasız eylemler dolayısıyla Türkiye güvenlik politikaları uygulamaya koymakta fakat Avrupa’ya kendini anlatmada zorluklar yaşamaktadır. Her ne kadar PKK resmi makamlar nezdinde terör örgütü olarak tanınıyor olsa da basında, siyasette ve kamuoyunda sempatizanları bulunmaktadır.  Avrupa kamuoyunda hakim algı, Türkiye’de Kürtlere karşı etnik bir mücadelenin var olduğu yönündedir. Türkiye’nin laik bir devlet olarak kurulduğu ve fakat AK Parti iktidarı ile bu garantinin artık ortadan kalktığı algısı, PKK ve marjinal sol kesim tarafından Avrupa kamuoyunda sistematik bir biçimde işlenmektedir. Oysa Kürt meselesi etrafında, cumhuriyetin ilanından bu güne kadar gerçekleştirilmemiş demokratikleşme adımları son 15 yılda hayata geçirilmiştir: Üniversitelerde Kürdoloji bölümleri kurulmuş, Kürtçe okuma yazma kursları açılmış, Kürtçe radyo ve televizyon yayınları başlatılmış, Kürt enstitüleri kurulmuş, seçimlerde Kürtçe propaganda yasağı kaldırılmıştır… Bütün bu gelişmeler Avrupa kamuoyunda gündeme gelmemiş ve toplumda bunun aksi bir durum varmış gibi bir algı oluşturulmuştur. PKK, Abdullah Öcalan’ın yakalanışının ardından yurt içinde ve yurt dışında varoluşsal bir buhran dönemine girmiştir. AK Parti hükümetinin bu meseleyi demokratik açılım ile birlikte nihai bir çözüme ulaştırma iradesi terör örgütü tarafından suistimal edilmiştir. PKK özellikle ve Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne giriş sürecindeki kararlığı karşısında yeni bir normatif paradigma inşa etmiş kendi varlığını ve eylemlerini meşrulaştırma çabasına girişmiş ve bu şekilde de mevcut buhranını aşmayı hedeflemiştir. AB´ye giriş sürecinde, Kürtlerin kendi kimlik ve kültürel haklarını önemli bir kaynak olarak değerlendirmiştir. Örgütün bu girişimleri Avrupa kamuoyunda kendi lehine sonuçlar da doğurmuştur. Bu durum Türkiye´nin Avrupa’da kamu diplo-masisi girişimlerini artırmasının ne denli mühim olduğunu göstermektedir. Türkiye’nin Avrupa’da uzun vadeli kamu diplomasisi faaliyetleri yapması bu algının kırılması noktasında ehemmiyetle üzerinde durulması gereken bir husustur.

Algının kırılması

Türkiye’nin etkin kamu diplomasisi enstrümanlarıyla öncelikli olarak Kürt meselesi ile ilgili atılan demokratik adımları ve PKK ile mücadelenin gerekliliğini ifade etmesi gerekmektedir. Propaganda tadında yapılan bilgilendirmelerin yabancı bir ülke kamuoyunda karşılık bulmayacağı açıktır. Dolayısıyla bunun farklı aktörler yardımı ile izah edilmesi gerekmektedir.

Kürt meselesinin yanı sıra Ermeni meselesi ve yakın geçmişte yaşanan 15 Temmuz Darbe girişimi sonrası Batılı devletlerin gösterdiği refleksler benzeri birçok olay Türkiye´nin kamu diplomasisi çalışmalarını önemsemesi gerektiğine işaret etmektedir. Her yıl 24 Nisan’da dış devletlerin sözde Ermeni soykırımı ile alakalı farklı hamlelerine engel olmanın ötesinde, bu ülkelerin kamuoyunda ve entelektüel camiasında bu konunun özü ile ilgili bir kamuoyu oluşturma gayreti daha uzun vadeli ve sağlıklı bir çözüm olacaktır.

İbrahim Kalın’ın da belirttiği gibi iletişim araçlarının bu denli yaygınlaştığı bir dönemde yabancı ülkelerde mukim halk, diplomasinin mühim bir parçası ve parametresi haline gelmiştir. Türkiye ve toplumu, dünyanın en yanlış anlaşılan ülkelerinin başında geliyor. Bu algının ve Avrupa kamuoyundaki önyargıların kırılması için kamu diplomasisi alanının değerlendirilmesi gerekmektedir. Aksi halde Türkiye kendisini tanıtamayan, tanımlanan bir ülke haline gelir ki, tanımlamalar önyargılardan beslenir. Türkiye’nin ulusal çıkarları için Kamu diplomasisi faaliyetlerinin artırılması büyük önem arz etmektedir.

@EESeydanlioglu