Avrupa'da liberal militarizmin icadı

Salih Şimşek/ Yazar
29.05.2025

Bugün Avrupa'da şekillenen askerî dönüşüm, şekil olarak klasik militarizme benzemese de, muhtevâsı itibarıyla ondan ayrışmaz. Ortaya çıkan yapı, yeni bir militarizasyon şeklidir. Bu tahayyül, emir yerine öneriyi, baskı yerine teşviki, zorlama yerine yönlendirmeyi merkeze alır. Michel Foucault'nun governmentality kavramıyla ifâde ettiği gibi, iktidar artık dayatmaz, yön verir. Yasak koymaz, alışkanlık inşâ eder. Cezalandırmaz, rızâ üretir.


Avrupa'da liberal militarizmin icadı

Salih Şimşek/ Yazar

Bugünün Avrupa'sı dışarıdan bakıldığında sâkin görünse de, derinlerde giderek hızlanan bir militarizasyon sürecine sahne olmaktadır. Ancak bu dönüşüm, ne klasik mânâda bir militarizme ne de otoriter rejimlerde görülen zorakî seferberliklere benzemektedir. Özellikle Avrupa'ya has bu yeni süreç, halkın rızasına dayanan, serbest piyasa düzeniyle uyumlu ve liberal değerlerle mücehhez bir yönetim şekli olarak karşımıza çıkmaktadır.

Rusya'nın Ukrayna'yı işgâli sadece stratejik bir hamle değil, aynı zamanda Avrupa'nın uzun süredir benimsediği ''silahsız barış'' düşüncesine duyduğu güveni de derinden sarsmıştır. Bu gelişme, güvenlik endişelerini yalnızca askerî değil, aynı zamanda ahlakî ve değer temelli bir alana taşımıştır. Özgürlük, demokrasi ve insan hakları gibi kavramlarla desteklenen yeni bir liberal militarizm dili ortaya çıkmıştır. Bu dil, Avrupa'da daha evvel nâhoş karşılanan askerî hazırlığı yalnızca zorunlu değil, aynı zamanda ahlâken doğru bir tutum olarak sunarken, onun sorgulanmasını da büyük ölçüde zorlaştırmaktadır.

Teşvik usûlüyle militarizasyon

Fransız mütefekkîr Michel Foucault'nun literatüre kazandırdığı governmentality kavramı, iktidarın yalnızca yukarıdan aşağıya bir tahakküm şeklinde değil, teşvik, yönlendirme, norm inşâsı ve davranış mühendisliği yoluyla da tecellî ettiğini ortaya koymaktadır. Avrupa'daki militarizasyon süreci de bu minvalde, yalnızca güvenlik temelli bir tepki değil, aynı zamanda sermâyenin, özel sektörün ve serbest piyasa dinamiklerinin askerî hedeflerle örtüştüğü çok katmanlı bir yönetim modelinin tezâhürüdür.

Burada esasen hedeflenen, piyasanın tüm unsurlarıyla askerîleştirilmesi değil, serbest piyasanın devletle el ele militarizasyon sürecini genişletmesidir. Devlet, serbestiyet ilkesini doğrudan iptâl etmeksizin, onu tedricî şekilde disipline ederek özel aktörleri silah üretimine entegre etmektedir. Airbus, Rheinmetall, Volkswagen Grubu ve Continental AG gibi firmalar artık sadece teknoloji üreticisi değil, Avrupa'nın caydırıcılık stratejilerinin merkezî bileşenleridir.

Almanya'nın 100 milyar Avro'luk özel savunma fonu ile borçlanma usûlüyle oluşturulacak ek savunma bütçesi, büyük ölçüde kamu kurumları yerine, özel sektörle yapılan uzun vadeli sözleşmelere ve stratejik AR-GE yatırımlarına yönlendirilmektedir. Dijital harp sistemleri, siber savunma ve drone teknolojileri gibi alanlarda kamu kaynakları, doğrudan teşvik paketleri yoluyla şirketlere aktarılmakta; böylece piyasa mantığı ile askerî ihtiyaçlar arasında sürdürülebilir bir köprü kurulmaktadır. Bu tablo, klasik bir savaş ekonomisi seferberliği yerine, devletin stratejik hedeflerini yönlendirme ve teşvik usûlüyle iktisâdî ve sivil alanlara sirâyet ettirdiğini göstermektedir. Zîrâ bugün silah, yalnızca cephede değil; borsada, savunma fuarlarında ve teknoloji girişimlerinde de mevzilenmektedir

''Bürger in uniform'' ve toplumsal militarizasyonun liberal retoriği

Federal Almanya'nın askerî yapılanması olan Bundeswehr, II. Cihan Harbi sonrasında şekillenen anayasal sistem içinde, klasik bir ordudan ziyâde, demokrasiye sadâkatle bağlı bir kurum olarak teşkîl edilmiştir. Nazi döneminin Wehrmacht'ı, doğrudan Führer'e biât eden ve siyasî iradenin mutlak kontrolüne tâbî bir aygıt niteliğindeyken, Bundeswehr mensupları kendilerini ''Bürger in Uniform'' yani ''üniformalı yurttaş'' olarak tanımlamış, orduyu anayasal düzenin koruyucusu olarak konumlandırmıştır. Her asker, Grundgesetz'e, yani Federal Almanya Anayasası'na sadâkat yemini ederek göreve başlar. Bu bağ, ordunun yalnızca güvenlik aracı değil, aynı zamanda anayasal değerlerin bekçisi olmasını sağlar.

Ne var ki günümüzde Avrupa'da yaşanan dönüşüm, bu anayasal çerçevenin ötesine geçerek, toplumu bütün katmanlarıyla kuşatan bir militer habitusun inşâ edilmekte olduğunu göstermektedir. Artık yalnızca askerlerin değil, toplumun geneli de ''hazırlıklı yurttaş'' normuna göre yeniden şekillendirilmeye çalışılmaktadır. Gençlik programlarından üniversite araştırma fonlarına, televizyon dizilerinden sosyal medya içeriklerine ve okul müfredatlarına kadar pek çok alan ''güvenlik hassâsiyeti'' etrafında yeniden yapılandırılmaktadır. Birkaç yıl öncesine kadar üniformayla çarşıda dolaşan bir asker Alman toplumunda tedirginlik yaratabilirken, bugün aynı asker ''özgürlüklerimizi savunan yurttaş'' olarak görülmekte, hattâ yüceltilmektedir.

Militarizasyon yalnızca görünür değildir, ahlâkî ve toplumsal olarak da meşrûlaştırılmaktatır. Silah, artık bir şiddet vasıtası değil, sulhün teminâtı ve demokrasinin muhafızı olarak yeniden tanımlanmaktadır. Bu diskurs, liberal değerlerin silahlı şekilde yeniden üretilmesini, toplumda içselleştirilmesini ve meşrû hâle gelmesini mümkün kılmaktadır. Ortaya çıkan yapı, değer temelli, karmaşık ve sofistike bir liberal militarizmin îcâdıdır.

Rızâ üretimi ve toplumsal bağışıklık

Avrupa'da gözlemlenen bu yeni seferberlik hâli, klasik bir askerî rejim görüntüsü vermemektedir. Ancak bundan daha derin, yaygın ve içselleştirilmiş bir dönüşüme işâret etmektedir. Tahakküm artık doğrudan zor kullanımıyla değil, özgürlük, eşitlik, insan hakları ve evrensel hukuk gibi yüksek normatif değerli baz alan bir retorikle kurulmaktadır. Bu değerler üzerinden meşrûlaştırılan yeni güvenlik anlayışı, yüzeysel bir askerîleştirme politikası değil, toplumsal dokunun içten dönüştürüldüğü yeni bir militer habitusun inşâ sürecidir. Rızâ ise cebrin karşıtı değil, onun süreklilik kazanan, görünmez ve gönüllü şekli olarak yeniden tanımlanmaktadır.

Bu dönüşümün en çarpıcı yönlerinden biri, ''medeniyet krizi'' retoriği etrafında kurgulanan tehdit atmosferidir. Sınır aşan güvenlik riskleri, hibrit savaşlar, dezenformasyon kampanyaları, siber saldırılar ve enerji baskıları yalnızca fizikî tehditler değil, aynı zamanda Batı değerlerini hedef alan varoluşsal bir kriz olarak sunulmaktadır. Bu söylem, sadece savunmayı değil, toplumun tamamında ''değerlerin muhafazası'' için ''militer bağışıklık'' ihtiyâcını doğurmaktadır.

Bu bağışıklık yalnızca silahlarla değil, semboller, normlar, anlatılar, medya içerikleri, gündelik ritüeller ve ortak kamusal tahayyül üzerinden inşâ edilmektedir. Silahın kendisi kadar, neyi temsil ettiği de ehemmiyet kazanmıştır. Güvenlik güçlerinin kamusal alanda artan görünürlüğü, yalnızca caydırıcılık değil, yeni bir toplumsal norm üretimidir. Asker, artık korkunun değil, aidiyetin, güvenin ve ortak değerlerin taşıyıcısıdır.

Bu dönüşüm yalnızca politik değil, aynı zamanda derin ve çok boyutlu bir kültürel dönüşümdür. İtalya'da sinema endüstrisi, askerî operasyonlara dayalı anlatılarla güvenlik figürlerini popüler kültürün merkezine taşımakta, Almanya'da ise sivil toplum kuruluşları, askerî yatırımları yalnızca savunma gerekçesiyle değil, çevresel güvenlik, enerji bağımsızlığı, dijital altyapı ve toplumsal istikrar gibi genişleyen etik çerçevelerle ilişkilendirerek meşrûlaştırmaktadır. Böylece askerî tahkimat, doğrudan değil, dolaylı değerlerle kuşatılarak toplumsal vicdanda daha kolay kabul görmektedir.

Bu kültürel dönüşüm yalnızca söylem düzeyinde kalmamaktadır. Fransa'da yürürlükte olan Savunma ve Vatandaşlık Günü, gençleri orduyla erken yaşta tanıştırarak askerî farkındalığı kurumsal şekilde teşvik etmektedir. Almanya'nın 2024'te ilan ettiği Veteranlar Günü ise orduyu kamusal takdirin ve ulusal aidiyetin sembolüne dönüştürmektedir.

Tüm bu misâller, Avrupa'daki liberal militarizmin yalnızca devlet politikalarıyla değil; medya, eğitim, kültür ve sivil katılım yoluyla, toplumun aktif rızâsıyla kurulan çok katmanlı bir yönetişim rejimine evrildiğini göstermektedir. Savaş değil, savaşa hazırlık sahiplenilmekte; bu hazırlık, gündelik yaşamın içine sindirilmektedir.

Otoriter militarizm ile liberal militarizm arasındaki ince hat

Liberal militarizm ile otoriter militarizm arasındaki sathî farklar, asıl benzerlikleri görünmez kılmaktadır. Çin ve Rusya gibi rejimlerde militarizasyon doğrudan devletin gücüyle, hâricî düşman korkusu ve ulusal birlik söylemi üzerinden yürütülür. Avrupa'da ise bu süreç, özgürlük, insan hakları ve demokrasi gibi yüksek değerlerle meşrûlaştırılmaktadır. Şekil değişmiş olsa da sonuç aynıdır: Yaygın ve kalıcı bir militarizasyon.

Çin'de tehdit açıktır: Batı ve özellikle Amerika. Rusya'da bu tehdit, tarihî anlatılarla beslenerek NATO üzerinden târif edilir. Avrupa'da ise tehdit daha muğlak ve müphem bir nitelik taşır. Zikredilen değerleri zarar verebilecek her unsur, sistemi sarsabilecek her gelişme potansiyel tehlike olarak görülür. Bu da toplumda sürekli bir teyakkuzda olma zarûreti yaratır. Düşman artık dışarıda değil, her yerdedir. Hattâ tanımlanamaz, sadece hissedilir bir varlık gibidir.

Otoriter sistemler militarizmi hamâsî söylemlerle sunar. Avrupa'da ise aynı refleks, hukuk devleti, çevresel hassâsiyet ve insan hakları gibi değerlerle desteklenir. Bu da liberal militarizmi daha görünmez, daha kabul edilebilir hâle getirir. Çünkü baskı açık bir dayatma olarak değil, savunulan değerler üzerinden işler. Bu nedenle çoğu zaman sorgulanmak yerine sâhiplenilir.

Ancak yalnızca söylem farklılıklarına odaklanmak, hakîkatin yalnızca bir yüzünü görmek olur. Avrupa'daki liberal militarist diskur, görünüşte yüce değerleri öne çıkarır. Fakat bu değerlerin, aslında stratejik ve jeopolitik bir çerçeve içinde yeniden tanımlandığı gerçeği göz ardı edilmemelidir. Zîrâ özgürlük, eşitlik ve insan hakları, burada yalnızca amaç değil, Avrupa'nın küresel nüfûz alanlarını korumak adına kullanılan araçlardır. Bu değerler, bir mefkûreden çok bir jeostratejinin retorik kılıfı olarak da değerlendirilebilir.

Bugün Ukrayna hattı, sadece Kiev'in savunusu değil, aynı zamanda Berlin'in, Paris'in ve Brüksel'in nüfûz alanlarının korunması anlamına gelir. Batı'nın Doğu Avrupa'daki varlığı, yalnızca dayanışma refleksiyle değil, enerji koridorlarının denetimi, Çin'in "Yeni İpek Yolu"na karşı denge kurma arzusu ve Rusya'nın Avrasya stratejisini sınırlandırma irâdesiyle de izah edilmelidir.

Liberal militarizmin yüzeyinde yüksek idealler yer alır. Ancak bu yüzeyin altında, devlet aklının uzun vadeli stratejik projeksiyonları, jeopolitik çıkar hesapları ve çok katmanlı bir güç tahayyülü yatmaktadır. Silahlar artık yalnızca cephede değil, haber bültenlerinde, okul kitaplarında, kültürel ürünlerde, sivil toplum kampanyalarında ve bireyin zihinî evreninde konuşlandırılmaktadır.

Neticede bugün Avrupa'da şekillenen askerî dönüşüm, şekil olarak klasik militarizme benzemese de, muhtevâsı itibarıyla ondan ayrışmaz. Ortaya çıkan yapı, yeni bir militarizasyon şeklidir. Bu tahayyül, emir yerine öneriyi, baskı yerine teşviki, zorlama yerine yönlendirmeyi merkeze alır. Michel Foucault'nun governmentality kavramıyla ifâde ettiği gibi, iktidar artık dayatmaz, yön verir. Yasak koymaz, alışkanlık inşâ eder. Cezalandırmaz, rızâ üretir.

Liberal militarizm de tam olarak bu yönetim şeklinin militer versiyonudur. Ordu, güvenlik, sınırlar ve disiplin, artık yalnızca fiziki değil, kültürel ve ideolojik alanlarda da yeniden tanımlanmakta, değerler aracılığıyla meşrûlaştırılmaktadır. Netîcede ortaya çıkan şey, bir silahın değil, bir zihniyetin konuşlanmasıdır.