Avrupa’da Selefîliğin yükseliş sebepleri

Prof. Dr. Özcan Hıdır / İ. Sabahattin Zaim Ü., Rotterdam İslam Ü.
28.01.2017

Batı’daki özellikle üçüncü ve dördüncü kuşak Müslüman nesiller arasında melez kimliklerin geliştiği görülüyor. Bu tür kimliklerde genelde bireyselleşme öne çıkıyor. Mezhep-meşrep-cemaat ve kök ülke aidiyetleri azalıyor; ayrıca gelecekle alakalı belirsizlikler meydana gelebiliyor. Bu olgu, Batı’daki İslam karşıtı ve ırkçı tutumlar ile birlikte düşünüldüğünde, bu genç Müslüman nesiller için yeni bir sosyoloji ve psikolojinin varlığına işaret ediyor.


Avrupa’da Selefîliğin yükseliş sebepleri

Radikal-entegrist Selefiliğin, görünürde alınan bütün karşı güvenlik tedbirlerine rağmen, paradoksal bir şekilde, bütün dünyada olduğu gibi Avrupa-Batı’da alabildiğine yükselişini sürdürdüğünü söylemek için kâhin olmaya gerek yok. Tabiatıyla bunun arkasında dini, siyasi, ekonomik, stratejik, sosyo-kültürel, psikolojik ve coğrafi pek çok neden varsa da bunların en önemlisi, Batı’da alabildiğine yükselişte olan İslam karşıtlığının yanı sıra radikal Selefiliğin ideolojik-dini yapısı, Batı karşıtı söylemleri ve zihin kodlarıyla alakalı olanıdır.

Her hâlükârda meselenin içsel ve dışsal bazı önemli sebepleri bulunuyor ve bunları birlikte değerlendirmeksizin meseleye dair bütüncül bir bakışı yakalamak da zor. Müslümanlar olarak bizler, genelde sebebi dışarıda arama gibi bir eğilime sahibiz. Kaldı ki genelde Vahhabilik- Selefiliğin modern-post modern dönemde özellikle yüksel(til)mesinde dışsal faktörlerin etkisi çok daha fazla olmakla beraber önemli derecede Müslümanlardan kaynaklanan dini, tarihi, siyasi, sosyo-kültürel sebeplerin de bulunduğu yadsınamaz. Bu meyandaki bazı sebepleri kısa kısa irdelemek, bu yazının konusudur. 

Birbirini besleyen iki tutum

Radikal-entegrist Selefilerin Avrupa’daki yükselmesinde iki tutum önem arzeder. Buna göre radikal Selefilik, bir yandan “Batı-öteki” karşıtı fikirleri merkezi söylemi haline getirirken, diğer yandan da Avrupa-Batı’da yükselişte olan “aşırı sağ” ve “İslam karşıtlığı”ndan besleniyor. Nitekim bugün Fransa, Hollanda, İtalya ve Avusturya gibi ülkelerde yapılacak ilk seçimde birinci veya ikinci parti çıkacak olan ve Avrupa’nın hemen her ülkesinde güçlenen bu partilerin en temel argümanı, adeta varlık sebepleri “İslam karşıtlığı”dır.

Dolayısıyla aslında radikal-entegrist Selefilik, diğer bazı radikal İslami gruplarla beraber, Batı’da İslam karşıtlığının oluşmasında önemli bir role sahiptir. Bu meyanda Avrupa-Batı, Selefiliği el altından desteklemekle bir taşla iki kuş vuruyor. Bir yandan DEAŞ gibi Selefiler yoluyla İslâm’ın cihanşümul hak-adalet, sevgi, şefkat ve rahmet mesajına gölge düşürülüyor; varlık ve kimlikleri yok sayılarak ötekileştirilen Avrupa’daki genç Müslüman kuşakların, uğruna canlarını verdikleri ve insanları hunharca katlettikleri bir kurtuluş ideolojisine kapılmalarına yol veriyor. Diğer yandan da İslam karşıtlığının zemini-gerekçesi hazırlanmış oluyor. Böylece İslâm’ı sevgi, merhamet ve adalet dini olarak tanıma imkânını ortadan kaldırıp özellikle Batıda İslâm’ın ve Müslümanların bir fobi kaynağı hâline getirilmesine neden olabiliyor. Mesela “göç” olgusu özünde sosyal bir problem olmasına rağmen, Avrupa’da yükselişte olan aşırı sağın da etkisiyle, Müslümanlar dolayımında tamamen dinîleştirilerek tartışılıyor. Bu ise özellikle de melez-hibrid kimlikli selefi gençlerin Batı karşıtı radikal-tepkisel-protest eğilimlerinin güçlenmesine yol açıyor. 

Batı’da Selefilik hakkında yapılan çalışmalarda genelde iki tür örgütlenme modelinin ortaya konulur. Birinci tür yaklaşıma göre örgütlerin “tabandan tavana (tümevarım)”örgütlendikleri söylenir. Buna göre bu gruplar hiyerarşik yapı ile tavandan tabana (tümdengelim) değil, daha bireysel anlayışlar olarak kendi başlarına radikalleşip bu örgütlere katılıyor. Diğer yaklaşım ise hiyerarşik tarzda tavandan tabana uzanacak şekilde örgütlendiklerini savunur.

Esasen bu iki örgütlenme modelinden biri, diğer İslamî cemaat ve gruplarda da görülür. Bazı örgütlerde ise aslında her iki modelin aynı anda yer aldığı söylenebilir. Mesela “neo-oryantalistik bir devşirme” örgüt olarak FETÖ’nün örgütlenme modeli böyledir. Zira arka planda katı-hiyerarşik, sıkı koordinasyona sahip, batıni-ezoterik tümden gelimci bir yapı arz ederken, dışa bakan yönü ile farklı farklı tüzel kişilikler olarak tezahür eder.

Son dönemlerde aslında hiyerarşik örgütlenmeleri güçlü olan Avrupa’daki Türklere ait kurum ve kuruluşlara yönelik menfi kampanyaların da bu söylediğimizle ilgisi vardır. Zira hiyerarşik ve iyi örgütlenmemiş etnik-dini grupları yönlendirmek, bazen bunun tersi de düşünebilirse de, çok daha kolaydır. Mesela Hollanda’da cemaatsel yapıları ve aidiyetleri nispeten zayıf olan Faslı gençlerin daha kolay yönlendirilmeleri ve güçlü kurumlara sahip Türklerin kolay yönlendirilememesi örneği verilebilir. Nitekim Selefiliğe ve DEAŞ’a katılımda Faslıların –veya Arap asıllı Müslümanların-, Türklere göre çok daha önde olmasının (mesela bazı araştırmalar Hollanda’da yaklaşık yüzde 80- yüzde 20 oranını veriyor) önemli bir sebebi de budur. Son senelerde özellikle Almanya, Hollanda ve Avusturya gibi Türklerin yoğun olarak yaşadığı ülkelerde Türklere ait kurum ve kuruluşlara yönelik DEAŞ’a katılımların arttığına dair algı oluşturulmaya çalışılsa da Arap kökenli Müslümanlar ile mühtedilere nazaran Türkler arasında DEAŞ’a katılım oldukça düşüktür.

Selefilerin daha ziyade Araplardan oluşmasının en önemli sebebi olarak Türkler arasındaki sıkı cemaat yapılanmasını, düzenli kurum-kuruluş ve camilere sahip olmalarını, öteki ile uyum içinde yaşama tecrübesi olan Anadolu İslam yorumunun hâkim olması gibi sebepleri gösterebiliriz.

Dolayısıyla Türklere ait kurumların özellikle de Diyanet’e yönelik algı operasyonlarının ve yapıbozumcu politikaların bu söylediğimizle ilişkili olduğunu düşünüyoruz.

İthal fetvalar ve sosyal medya

Ne var ki son senelerde Türkler arasından da DEAŞ gibi Selefi tandanslı terör gruplarına veya genel anlamda Selefiliğe yönelimlerde nispi bir artış olduğu da söylenebilir. Nitekim bu yönde bir artışın Türkiye’de gözlemlendiği ilgili bazı araştırmalarda ortaya çıkıyor. 

Arapça bilmeleri ve doğrudan Kur’an ve sünnetten hüküm çıkarma tavrının da yansıması ile Araplarda ise radikal-Selefilik ve buna bağlı kimlik değişimleri ve neticede radikalleşme çok daha hızlıdır. Sosyal medyanın, çoğunlukla Arap ülkelerinden propagandistlerin özellikle sosyal medya kanalıyla yayılan “import fetvaları”nın da etkisiyle “kendi kendine radikalleşme” ve hatta “radikalliğin İslam’a taşınması” durumu meydana gelebiliyor. Zira pek çok terör örgütü ve Batı’daki Selefilere bilgi aktarmakta ve buna da çoğunlukla müdahale edilmemektedir. Dini eğitimi güçlü, hiyerarşik yapıya sahip şeffaf-sağlam cemaat ve kurumlar içinde bu radikal tavır kolayca gelişemiyor. Sageman’ın Leaderless Cihad=Lidersiz Cihad adlı kitabında da bu olgular üzerinde durur.

Batı’daki özellikle üçüncü ve dördüncü kuşak Müslüman nesiller arasında melez kimliklerin geliştiği görülüyor. Bu tür kimliklerde genelde bireyselleşme öne çıkıyor. Mezhep-meşrep-cemaat ve kök ülke aidiyetleri azalıyor; ayrıca gelecekle alakalı belirsizlikler meydana gelebiliyor. Bu olgu, Batı’daki İslam karşıtı ve ırkçı tutumlar ile birlikte düşünüldüğünde, bu genç Müslüman nesiller için yeni bir sosyoloji ve psikolojinin varlığına işaret ediyor. Etnik aidiyetlerin yerini de “Türk-Alman”, “Fransız-Faslı-Cezayirli”, “İngiliz-Pakistanlı” gibi hibrid etnik ve kültürel kimlikler alıyor. Dolayısıyla özellikle radikal selefilikte etnik ve kültürel aidiyetlerin ötesine geçen hibrid bir kimlik öne çıkıyor.

Bu durumdaki nesillerde Selefilik bir kaçış-çıkış olarak tezahür ediyor. Önceki mezhep-meşrep-cemaat aidiyetlerine karşı protest-fanatik, dışlayıcı, radikal bir tavır gelişiyor. Bu durum, adeta “a‘raf”ta olan söz konusu kuşaklar için bir anlamda cennete kaçış olarak görülüyor. Siyah-beyaz, protest ve mutlak doğruyu temsil ettiğini düşünen radikal-Selefilik de özellikle mühtedilere yönelik olarak bu cenneti zaten vadediyor.

Avrupa’da mühtediler

DEAŞ saflarında Batı ülkelerinden gelen önemli sayıda mühtedinin olduğu biliniyor. Bu katılımlarda mühtedilerin kimliklerinin radikal-extremist-protest söylem, eylem ve yorumlarla şekillendiği görülür. Genelde buhranlı bir arayışın akabinde mühtedi uçlara savrulabilmektedir. Bu tür mühtedilerin önemli bir kısmı seküler ailelerden gelmektedir. Bunlar içerisinde ileri arayışlara girip İslam’daki farklı okuma biçimleri ile tanışanlar bu anlayıştan uzaklaşabilmektedir. Yusuf İslam hakkında “üç Yusuf” evresinden bahsedilmesi bundandır: İlk evrede Yusuf İslam’da da radikal-Selefi söylem ve tavırlar vardır.    

DEAŞ türü Selefilerin ideolojisinde en dikkat çekici yönlerden biri, “siyah-beyaz”, “doğru-yanlış” ve “protest-tepkisel” yaklaşımdır. Bu ise özünde bir mühendis düşünme biçimi ve pozitivist yaklaşımı salık verir. Yapılan bazı araştırmalarda Avrupa-Batı ülkelerinden DEAŞ’a katılanlar arasındaki en önemli meslek grubunun “mühendislik” olması, bu açıdan anlamlıdır. Hatta bir mektupla DEAŞ’e katıldığını duyuran ODTÜ öğrencisi Raşid Tuğral bağlamında da konu Türkiye’de gündeme gelmişti. Polisimizin başarılı operasyonuyla yakalanan Reina saldırganının da mühendislik eğitimine sahip olması bu açıdan dikkat çekicidir. 

Radikal-entegrist Selefilerin Kur’an ve sünnet metinlerini literal-zahiri okuma biçimi de önem arz eder. Zira bu okuma biçiminin dışlayıcı, tekfirci ve aşırıcı tavırlara yol açtığı açıktır. İslâm tarihinde somut anlamda İbn Hazm, İbn Teymiyye, Muhammed b. Abdülvehhâb vb. âlimlerdedaha ziyade öne çıkan bir okuma biçimi, Avrupa’da protestan okuma biçimini de salık verir. Nitekim Selefilik ile Protetstanlık arasında bu anlamda kurulan irtibat da anlamlıdır. Zira bugün evanjelikler başta olmak üzere bazı protestan mezheplerinde çok daha belirgin olarak gördüğümüz bu tavır, geleneği dışlayan, hiyerarşiye başkaldıran, prutanist, lafızcı-literal ve geleneği atlayarak doğrudan kutsal metinlere dönüş (sola scriptura) gibi tutumları bakımından Selefilik ile benzerdir. Avrupa’daki Selefiler, özellikle de mühtedi Selefiler arasında görülen de esasen genelde benzer bir protestan tavırdır. Ne var ki Protestanlığın, Max Weber’in sözünü ettiği liberal demokrasi ve kapitalizm ile uyum gösteren ve Aydınlanma ile Avrupa’da dinden-kiliseden uzaklaşmanın yolunu açan diğer bir yönü daha vardır. Türkiye’de de zaman zaman “İslâm’ın protestanlaştırılması” söylemiyle gündeme getirilen bu olgu, tabiatıyla ayrı bir yazının konusudur. 

Bütün bu söylediklerimiz ışığında “ne yapılabilir” sorusu anlamlıdır. Öncelikle sağlıklı bir dini eğitim ile Anadolu’nun İslam yorumu ve medeniyet ufkunu yansıtacak şekilde tebliğ ve temsili ortaya koymak önemi haizdir. Bu meyanda da uzun zamandır sözü edilen ancak bir türlü hayata geçirilemeyen İstanbul’da kurulacak uluslararası bir İslam Üniversitesi’nin, Anadolu İslam yorumu ve medeniyet ufkunu Türkiye’nin hinterlandındaki bölgeler ile Türklerin yoğun olarak yaşadığı Avrupa-Batı ülkelerine aktarmada önemi büyük olacaktır. Hiç şüphesiz bu, Şiî-batınî ve radikal-zahirî-Selefi anlayışların İslam dünyasını domine ettiği bir dönemde Selçukluların Bağdat’ta kuruduğu “Nizamiye” ve “A‘zamiye” medreseleri gibi, radikal anlayışların önünü almada etkin bir işlev görecek, İslam’ı asrın-Batı’nın idrakine sunmada referans kaynağı olacaktır. Ayrıca Avrupa’daki Türklerin yoğun olarak yaşadığı ülkelerdeki problemleri doğru tespit edip teşhis için, teolojik arka plana ve argümantasyona sahip uzun soluklu-güçlü projeksiyonlar sunabilecek nitelikli “oksidentalistik merkezler” oluşturmak –varsa sayılarını arttırmak- ehemmiyeti haizdir.

[email protected]