Avrupa’nın ‘uzak öteki’ çıkmazı

Dr. Necati Anaz / Polis Akademisi Ö. Ü, UTGAM Koordinatörü
12.03.2016

Dünya, artık hiçbir küresel gelişmeye uzak kalamayacak kadar etkileşimi yüksek coğrafi bir yapıya sahip. Avrupa coğrafyası da bugün her zamankinden daha transparan, küresel kriz ve çatışmalara öngördüğünden daha fazla yakın. Ancak nüfusunun yüzde 6’sı Müslümanlardan oluşan Avrupa, bu coğrafi gerçekliğin henüz farkında değil. ‘Ötekisi’ ile girdiği iletişimde coğrafyasının kendisine kesintisiz avantaj sağlayacağı saikiyle hareket ediyor ve bunu medeniyetsel bir ayrıcalık olarak görüyor.


Avrupa’nın ‘uzak öteki’ çıkmazı

Örneğin Avrupa, Ortadoğu için önerdiği jeopolitik tasarımları halen coğrafyasının bir istisna olduğu kıta tasavvuru üzerinden yapmaktadır. Mitleştirdiği ve ‘uzak öteki’ olarak kavramsallaştırdığı oysa kendisine ‘daha yakın’ olan Doğu’nun farkına varmadan Ortadoğu ile ilişkilerini sürdürmektedir. Ortadoğu’da hali hazırda devam eden jeopolitik krizlerin mahiyetini de yine bu perspektiften değerlendirmektedir. 

Değişmeyen dört yaklaşım

Avrupa (genel olarak Batı), Ortadoğu’ya dair jeopolitik ilişkilerini özetle pek de değişmeyen dört yaklaşım üzerinden kurmaktadır. Birincisi, Ortadoğu, ontolojik olarak kendi kendisini yönetebilme yeteneğinden yoksundur ve bu manada kontrolü Batı’da olan diktatörlerce sürdürülen rejimler en iyi rejimlerdir. Mısır’da gerçekleşen ve Avrupa tarafından onaylanan 2013 askeri darbesi bu manada değerlendirilmelidir. Neticede Avrupa için Irak, bugün kontrolden çıkmak üzereyse bu durum Saddam sonrası jeopolitik tasarımların fütursuzca yapılmasından kaynaklıdır. Bu nedenle Suriye’de olabilecek olası bir rejim değişikliğinde çok dikkatli olmak istemektedir. Avrupa’ya göre Esad’dan daha iyi bir diktatör bulunmadan Esad’ın değiştirilmesi yapılacak en riskli hamledir. İkincisi, Ortadoğu’da İsrail’in varlığının -maliyeti ne olursa olsun- korunması Batı için tartışılması teklif dahi edilemez konulardandır. Avrupa’nın güvenliği İsrail’in güvenliği, İsrail’in güvenliği Avrupa’nın güvenliğidir. Üçüncüsü, Ortadoğu’nun doğal kaynakları, Avrupa’nın ticari (liberal-kapitalist sistemin) çıkarlarına ters düşmeyecek şekilde kullanılmalı ve yönetilmelidir. Bu mahiyette oluşan petro-doların değişik kanallarla Batı’ya (Çin değil mesela) akması sağlanmalıdır. Ortadoğu yeraltı zenginliklerinin Batı’ya tek yönlü olarak akması, küresel istikrar için devam etmelidir. Dördüncüsü ise Avrupa’nın Ortadoğu ile sosya-kültürel ilişkileri yeni formatıyla ‘modernizm-kaos jeopolitiği’ ikili değerler üzerinden yürütülmeli ve kavramsallaştırılmalıdır. Avrupa, bölgenin insanlarıyla iletişimini halen ‘modern beyaz adamın geri kalmış toplumları düzene sokma yükümlüğü’ üzerinden kurgulamaktadır.

Aradaki siyasal iletişim de bu bağlamda iki eşitin diyaloğu olarak görülmemektedir. Her ne kadar Batı, PYD terör yapılanmasıyla ‘cici-partner’ siyaseti yapmak istese de Doğu’nun Kürtleri, Avrupa için hiçbir zaman ‘tehlikeli öteki’ olmaktan öteye gitmeyecektir.

Neticede Kürtler de Avrupa için yeterince  Ortadoğuludur ve en nihayetinde siyahtır. Yukarıda ifade edilen şekliyle aslında Avrupa’nın (ve Batı’nın) Ortadoğu ile süregelen ilişkisinde değişen temel bir durum yoktur. Ortadoğu, Avrupa için statik bir coğrafya, değişime dirençli, az gelişmiş doğası ve insanları ile uzakta bir yerde, kendine mahsus hayat tarzıyla var olan bir bölgedir. Ancak değişen iki yeni taktiksel durum vardır. Bunlardan birincisi, Avrupa’nın, özellikle Rusya’nın Ortadoğu’ya doğrudan asker çıkarmasına izin vermesi ve Suriye’nin yeniden tasarlanmasında Rusya’nın en önemli aktörlerden biri olmasına ses çıkarmamasıdır. Bundan beklentisi ise 2000’lerden sonra yeniden ayakları üzerinde durmaya çalışan Rusya’yı Suriye’de ikinci Afganistan tuzağına çekerek gücünü zayıflatmak ve ayrıca Türkiye’yi Rusya üzerinden terbiye etmektir. Bu durumda zayıflayan Rusya, Ukrayna’da Avrupa ile masaya oturmaya da razı olacaktır. Avrupa için ikinci taktiksel değişiklik durumu ise İran yayılmacılığını Sünni ittifakına tercih etmesidir. İran artık Avrupa için bölgesel bir pazar ve yeni bir müttefiktir. Bölgenin kanseri olan ‘mezhepçiliği’ en iyi siyasal avantaja çevirebilen yegâne aktördür ve bu manada İran desteklenmelidir.

Tekinsiz jeopolitik tasarımlar

Avrupa, değişmeyen Ortadoğu politikasını değişen dünyaya dayatmaya çalışırken içine düştüğü temel çıkmazlardan da kurtulamamaktadır. Bu çıkmazların en mühimi Avrupa’nın Ortadoğu’da devam eden kargaşadan coğrafyası sayesinde uzak duracağı kanaatinde olmasıdır. Bu yaklaşım Avrupa için hayati yanlışlardan birisidir. Nitekim milyonların Suriye savaşıyla birlikte Akdeniz üzerinden Avrupa’ya akın etmesi ve yaklaşık günde 3 bin 500 sığınmacının (Suriyeli ve diğerleri) derme çatma botlarla Yunan adalarına kürek çekmesi Avrupa’yı yeniden düşünmeye itmektedir. Buradan da anlaşılmaktadır ki istisnai coğrafyası artık Avrupa’yı koruyamaz olmuş ve Suriye savaşı Avrupa’nın kalbine, hesap ettiğinden daha hızlı yaklaşmıştır.

Avrupa’nın ikinci çıkmazı, Ortadoğu’ya dair dış politikasını, coğrafyasında yaşayan Ortadoğu diasporasının etkisinde kalarak romantize edilmiş bir söylem üzerinden şekillendirmesidir.  Bugün Avrupa’nın dış politikası Ortadoğu diasporasının mahkûmu olurken Ortadoğu coğrafyası da Avrupa’da bulunan kendi diasporasının mahkûmu olmuştur. Örneğin, Ermeni diasporası Ermenistan’ı komşularıyla daha uzlaşmacı bir dış politika izlemekten mahrum bırakırken aynı zamanda da Ermenistan’ı Rusya’nın merhametine terk etmektedir. Benzer bir durum, Türkiye’nin Kürtleri içinde geçerlidir. Bugün, Türkiye’nin Kürtlerine en büyük zararı, artık terkedilmeye başlanan ulus-devlet projesini pompalayan Avrupa’daki Kürt diasporası vermektedir. Bu sadece Avrupa’nın Ortadoğu politikasını mahkûm etmemekte ayrıca Türkiye’nin organik dokusunu bozmaya dönük bir siyaseti teşvik ederek bölge barışını da hedef almaktadır.

Avrupa Türkiye’den neden rahatsız?

Avrupa’nın üçüncü çıkmazı ise Ortadoğu’da Türkiye’nin dinamik bir dış siyaset izlemesinden rahatsız olması ve bunu kendi güvenliği için ontolojik bir tehdit olarak görmesidir. Türkiye’nin güçlenmesi Avrupa’nın zayıflaması olarak okunmaktadır. Bu sağlıksız yaklaşım Soğuk Savaş döneminden tevarüs rakibinin tamamen zayıflatılması üzerine tasarlanan çatışmacı siyasal bir paradigmadan kaynaklanmaktadır. Hâlbuki güçlü bir Türkiye, Avrupa ve güvenliği için bulunmaz bir fırsattır. Türkiye, yaklaşık 100 yıldır özgünlük ve özgürlük mücadelesi veren Arap ve Müslüman dünya için bir rol-model oluşturabilir, güçsüz ve fakir ‘güney ülkeleri’ için de organik bir başarı hikâyesi yaratabilir. İstikrarlı ve güvenli bir Ortadoğu için Türkiye, vazgeçilmez bir müttefik ve yapıcı bir ortak olarak görülmelidir. Dahası Avrupa, Türkiye’nin güvenliğini kendi güvenliği için vazgeçilmez saymalıdır. Etnik terörün desteklenmesi ve Suriye’de muhaliflerin yok edilmesine dair Rus projesine sessiz kalması Avrupa için en tekinsiz jeopolitik yaklaşımlardandır.

Hal böyle olunca, sırrı küresel sömürüde saklı refah durumunu koruyamayan Avrupa, çıkmazlarının telafisini de coğrafyasının daha korunaklı hale getirilmesinde bulmaktadır. Bu minvalde yıllardır topraklarında yaşayan ve artık ‘Avrupalılaşmış’ nüfusunu ötekileştirme siyasetiyle marjinalleştirirken güvenliğini sınırlarına ördüğü dikenli tellerin maharetine bırakmaktadır. Avrupa, tekinsiz Ortadoğu jeopolitiğinin ürettiği Suriye savaşını da topraklarına sıçratmadan çözeceğini ümit etmektedir. Bu, Avrupa’nın yaptığı en anlamsız ‘değişen dünya ve siyasi coğrafya’ okumasıdır. Eğer bugün Suriye’de savaş tüm çözümsüzlüğüyle devam ediyorsa bunun altında yatan nedenlerden hiç kuşkusuz en önemlisi Avrupa’nın coğrafi olarak çatışma bölgesinden uzak olduğu fikri ve çatışmanın Avrupa’ya sıçramayacağı kanaatini taşımasıdır. Artık bölgesel krizler ve çatışmalar daha önce benzeri görülmemiş ölçüde zaman ve mekân düzleminde mesafe alıcı ve yayılmacıdır. Bu bağlamda eğer Jeopolitik hesaplar yapılırken değişen siyasi coğrafya hesap edilmezse mevcut durum sürdürülebilir olmaktan uzaktır, Avrupa ve dünya için muhtemel kaoslar üretmeye de devam edecektir.

[email protected]