Avusturya ve İtalya’nın gösterdiği: AB ölüm döşeğinde

M. Taceddin Kutay / Türk Alman Üniversitesi
10.12.2016

Avrupalıların Osmanlı’ya yakıştırdıkları ‘hasta adam’ tavsifinin bugün için AB’ye yakıştırılması hiç de yanlış olmaz. AB bu zaafını gizlemek için bir süredir kendi kamuoyuna karşı Türkiye kartını kullanıyor, adeta “Biz daha ölmedik” naraları atarak Türkiye’ye karşı güç gösterisinde bulunuyor.


Avusturya ve İtalya’nın gösterdiği: AB ölüm döşeğinde

1800 yılında Almanya haritasına bakan bir kimse puzzle’ı andıran bir görüntüyle karşılaşmaktaydı. Sayıları 40’a varan ufak devletçikler Kutsal Roma Germen İmparatorluğu çatısı altında bulunmaktaydı. Bununla birlikte komşu Fransa ihtilalin şokunu üstünden atmaya başlamış; 1799 yılında Napoleon Bonaparte devletin iplerini eline almış, kendisini önce ömür boyu konsül ilan etmiş, ardından Fransız İmparatoru olarak taç giymiştir. Bonaparte’ı imparatorluğa götüren süreç bazı safhalardan geçmeyi zorunlu hale getirmişti. Önce Vatikan ile Fransa arasında Konkordanz anlaşması imzalayan Napoleon, bir imparatorun meşruiyetinin Kilise’den geçtiğini bilmekte ve bu amaçla İhtilal sonrası bozulan münasebetleri düzeltmekte bir zarar görmemekteydi. İmparator olmanın ikinci şartı olan devletleri hakimiyeti altına alma sorununu ise Napoleon kendince çözmüştür. Norveç, Danimarka gibi kuzey ülkeleriyle ittifak kuran Napoleon Prusya’yı kendisine bağlamış,  “Napoleonid” adını verdiği konfederatif sistem ile İspanya, Belçika ve Fransa sınırındaki Alman devletlerini dışişlerinde kendisine bağlamıştır. Bu hamle Kutsal Roma Germen İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla sonuçlanmıştır. Kutsal Roma Germen İmparatorluğu’nun başını çeken Avusturya bu hamleye karşı kendisini de İmparatorluk olarak ilan ederek karşılık vermiştir. Artık Avrupa’da iki İmparator vardır: Birisi hakiki bir imparator olan Napoleon; diğeri ise kendisini Napoleon karşısında daha çok semboller ile imparator olarak ortaya koyma gayretine girişen Avusturya İmparatoru Franz’tır. 1804 Proklomasyonu ile kendisini imparator ilan eden Franz, bu imparatorluğunu Napoleon karşıtlığı üzerine bina etmiş ve büyük bestekar Joseph Haydn’a sipariş ettiği İmparator Marşı’nı (Österreichische Kaiserhymne) bu karşıtlık sembolleriyle doldurmuştur: Tanrı iyi yürekli İmparator Franz’ı korusun; o ki bilgedir, iyi yüreklidir, idaresi altındaki insanlara adalet ve iyilik götürür vs.. Melodisini günümüzde Alman milli marşı olarak tanıdığımız bu marşta anlatılan imparator, tüm Avrupa’nın korkusundan titrediği Napoleon’a atfedilen özelliklerin tam zıddı bir karakter ortaya koymaktadır. Bu durum bize Avusturya’nın iki tarihsel yatkınlığını göstermektedir: Sınırlarını savaşarak değil, evlenerek genişleten “Felix Austria” ve düşmanlıklar üzerinden etbaını devlete bağlayan “Protector Austria”. Türk korkusu ile yaratılan bağlılık, Napoleon korkusuyla tekmil edilmiştir. Bu yatkınlıklar İmparatorluk öncesinde şekillenen Josephinizm ile modernleşen Avusturya siyasal kültüründe devletin her şeyin önüne konmasını neticelendirmiştir. Avusturya’nın en önemli varlığı Avusturya’dır.

İtalyan faşizmi ile Alman faşizmine yönelik yapılan kıyaslamalarda varılan en beylik yargı, Alman faşizminin ırk üstünlüğü üzerine bina edilmesine karşın İtalyan faşizminin devlet üzerine kurulduğu şeklindedir. Bu doğru bir yargıdır. Almanlar Fichte ve Schelling ve Wagner’in kendilerine ilham ettiği millet fikrinin üzerinden aşkınlıklarını bina ederken; İtalyanlar kaybettikleri Roma’nın özlemiyle Garibaldi’nin kendilerine çizdiği hedefe yürümeyi ülkü edindi. Bu bakımdan Avusturya faşizmi Alman faşizminden ziyade İtalyan faşizmine yakındır; zira Engelbert Dolfus’un Avusturya’da tesis ettiği Austrofaşizm yitip giden büyük imparatorluğun özlemiyle tesis edilmiştir. Öyle ki Dolfus Hitler Almanyası’nın Avusturya için tarihteki Türk tehdidinden daha büyük bir tehdit olduğunu defaatle dile getirmişti. Muktedir ve mütecanis devlet Avusturya ve İtalyan siyasetinin en yüce ülküsü olagelmiştir.

Kanser mideye ve kola sıçradı

Avusturya’da nihayet yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimini Yeşiller adayı Alexander van der Bellen’in kazanması tüm dünyada ve Türkiye’de olumlu karşılandı. Oysa aşırı sağ FPÖ’nün adayı Norbert Hofer bu seçimde de Avusturya’nın neredeyse yarısının oyunu aldı. Öte yandan Avusturya haritasına bakıldığında büyük şehirlerde kazanan Yeşiller’in, Avusturya’nın büyük bölümünde FPÖ’nün gerisinde kaldığı görülmekte. Avusturya haritasının yalnızca yüzde 26’sı yeşile boyanırken yüzde 74’lük büyük çoğunluğu Hofer’in partisinin rengi olan maviye boyandı. Aşırı sağın bu başarısını mülteci krizi sonrası Avusturya’da yükselen yabancı karşıtlığı ile açıklamak mümkün değil. Hofer seçim kampanyasını yabancı karşıtlığı üzerine bina etmiş olsa da partisi FPÖ’nün arkasına aldığı asıl rüzgarın AB karşıtlığı olduğu aşikar. Avusturya’da her yıl yapılan kamuoyu araştırmaları AB’ye olan inancın 2016 yılında 2015 yılındaki yüzde 34’ün 8 puan gerisine düştüğünü ve yüzde 26 seviyesine gerilediğini ortaya koyuyor. FPÖ lideri Strache uzun yıllardır partisini ne uzatan ne kısaltan salt Türkiye ve Türk karşıtı politikaları revize ederek AB’den ayrılma tartışmaları açmasıyla birlikte merkez sağdan da önemli bir rüzgarı arkasına aldı. 24 Haziran’da Avusturya Parlamentosu’nda yaptığı konuşmada Strache Brexit kararından dolayı İngiliz halkını kutlamış ve Avusturya’nın AB’den ayrılma referandumu adını verdiği Öxit’in bir an önce yapılmasını talep etmişti. Partisinin AB karşıtı söylemleriyle Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turuna giren Hofer oyunu yüzde 35’ten yüzde 49’a çıkarmayı başardı.

Tarihi boyunca sınırlarını evlilikler sayesinde genişleten Avusturya halkı açısından AB’ye üyelik sınırların yeni bir evlilikle genişletilmesinden başka bir anlama gelmiyordu. Diplomaside oynadığı etkin rol sebebiyle Avusturya halkının beklentisi AB’de de belirleyici bir parça olacağı idi. Ancak Merkel Almanyası’nın dominant karakteri altında ezilen ve umulmadık derecede edilgen bir pozisyona sürüklenen Avusturya’nın kamuoyunda AB’ye karşı büyük bir hoşnutsuzluk oluştu. Emperyal yatkınlıklarıyla kendilerini olduklarından daha önemli görmeye alışmış olan Avusturyalılar AB içinde oynamak zorunda kaldıkları “Almanya’nın uydusu” rolünden son derece rahatsız olduklarını gizlemiyor. Alman iç siyasetinin AB politikaları üzerindeki etkisini günden güne artırması bu hoşnutsuzluğu daha da artırıyor. Brexit sürecinin Avrupa’da estirdiği rüzgar AB karşıtı büyük bir fırtınaya dönüşmek üzere. Bu durum bizlere Sebatstian Münster’in Avrupa’yı bir kraliçe şeklinde resmettiği “Europa Regina” haritasını hatırlatıyor. Brexit sürecinde kansere düçar olduğu teşhis edilen AB’nin hastalığı metastaz yaparak karliçenin midesi olan Avusturya’ya ve sağ kolu olan İtalya’ya sıçramış durumda.

Diğer yandan devletlerinin AB içinde düştükleri edilgen pozisyon ve Almanya’nın çıkarlarının AB üyesi ülkelere bu “çekinik hegemon” tarafından sürekli dayatılması, Avusturya kamuoyu kadar İtalyan kamuoyunu da rahatsız ediyor. Başbakan Matteo Renzi anayasa reformu için İtalyan halkını bir süre önce sandık başına davet etmişti. Ancak referandum öncesi, anayasa reformundan ziyade İtalya’nın AB içindeki geleceğinin yoğun biçimde tartışıldığı bir süreç olarak geçti. Bu bakımdan İtalyan seçmeninin referandumda oyladığı şeyin anayasa reformundan ziyade İtalya’nın AB’de devam edip etmeyeceği sorusu olduğunu iddia etmek hiç de güç değil. Mülteci krizi esnasında orta ve kuzey Avrupa ülkelerince yalnız bırakılan ve Yunanistan kurtarma paketi tartışmaları sırasında talepleri kulak ardı edilen İtalya’nın AB ile yürümesi için pek çok İtalyan bir sebep görmüyor. Bu bakımdan İtalyan kamuoyunun AB’ye bakışının Avusturya kamuoyu ile benzer reflekslere sahip olduğu iddia edilebilir.

AB’nin Türkiye karşıtı tutumu 

Avrupalıların Osmanlı’ya yakıştırdıkları hasta adam tavsifinin AB’ye yakıştırılması yukarıdaki tablo göz önünde bulundurulduğunda hiç de yanlış olmayacak. Uzun süredir sendeleyen ve ilaçlarla ayakta tutulmaya çalışılan bu hasta adamın helvasının irmiği nicedir pazar tezgahında. Şimdiden kestirmekte zorlandığımız şey ise bu hastanın tek tek uzuvlarını kaybederek mi vefat edeceği, yoksa hücceten mi gideceği. AB bu zaafını gizlemek için bir süredir kendi kamuoyuna karşı Türkiye kartını kullanıyor, adeta “Biz daha ölmedik” naraları atarak Türkiye’ye karşı güç gösterisinde bulunuyor.

[email protected]