Avusturya'da başörtüsü yasağı: Resmî tanımadan İslâmofobik politikalara

Dr. Mustafa Berat Keskin/ Türk Alman Üniversitesi
1.11.2025

Avusturya, bundan bir asır önce İslâm'ı resmî din olarak tanıyan ilk Avrupa ülkesi olmuştu. Ancak bugün, aynı ülke Müslüman varlığını “entegrasyon sorunu” olarak çerçeveleyen politikalarıyla dikkat çekiyor. Bu tablo, yalnızca Avusturya'nın değil, tüm Avrupa'nın içinde bulunduğu kimlik krizinin ve artan İslâmofobik atmosferin yansıması niteliğinde. Görünen o ki, Avusturya devleti İslâm'ı hukuken tanımış olsa da, toplumsal düzeyde hâlâ “kabul etme” aşamasını tamamlayabilmiş değil.


Avusturya'da başörtüsü yasağı: Resmî tanımadan İslâmofobik politikalara

Dr. Mustafa Berat Keskin/ Türk Alman Üniversitesi

Birinci Dünya Savaşı'ndan hemen önce Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Batılı güçler arasında İslâm'ı resmî din olarak kabul eden ilk devlet olarak öne çıkıyordu. Devletin 1912 yılında İslâm Yasası'nı çıkarmasının nedeni, 1908'de Bosna-Hersek'i ilhak etmesiyle doğrudan bağlantılıydı. Bosna'daki Müslüman nüfusun haklarını güvence altına almak ve çok uluslu bir imparatorlukta devlete olan bağlılıklarını takviye etmek amacıyla çıkarılan bu yasa, Hanefi mezhebine bağlı Müslümanların dinî faaliyetlerini resmen tanımıştı. Ancak Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda gelen yenilgi, tıpkı Osmanlı İmparatorluğu'nda olduğu gibi Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun da dağılmasına ve bu yasanın rafa kaldırılmasına yol açtı. 10 Eylül 1919'da imzalanan Saint-Germain Antlaşması ile Avusturya küçük bir ulus devlete dönüşürken, Bosna-Hersek Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı'na (daha sonra Yugoslavya Krallığı) dâhil edildi. Bu dönemde Avusturya'daki Müslüman nüfus oldukça azalmış, İslâm da ülkenin gündeminden fiilen çıkmıştı.

1960'lardan itibaren Avusturya, Almanya gibi "misafir işçi" politikası çerçevesinde Türkiye ve Yugoslavya'dan (özellikle Boşnaklardan) binlerce işçi kabul etti. Bu göç dalgasıyla birlikte İslâm ülke genelinde yeniden toplumsal görünürlük kazanmıştı. Ancak o dönemde Müslümanlar resmî bir temsil kurumuna sahip değillerdi. Artan nüfusun temsil ihtiyacı üzerine Avusturya devleti, 1979 yılında Müslüman cemaatin resmî temsil organı olarak IGGÖ, IslamischeGlaubensgemeinschaft in Österreich(Avusturya İslâm Cemaati)'ni tanıdı. 2015 yılına gelindiğinde ise yeni bir İslâm Yasası çıkarıldı. Resmî gerekçeye göre yasa, "İslâm'ın Avusturya hukuk düzenine uyumunu sağlamak" ve Müslüman toplulukların faaliyetlerini "şeffaf" hale getirmek amacıyla hazırlanmıştı. Bu yasa, 1912 tarihli yasanın modern bir revizyonu olarak sunulsa da, pratikte Müslüman cemaatin dinî özerkliğini devlete karşı daha bağımlı hale getirmesi, ülkedeki diğer dinî topluluklara kıyasla farklı yükümlülüklerin ortaya çıkması ve eşitlik ilkelerini zedelemesi nedeniyle yoğun eleştirilerin odağı haline geldi. Yasanın en tartışmalı maddesi Müslüman cemaatlerin yurt dışından (özellikle Türkiye ve Arap ülkelerinden) mali destek almasını yasaklamasıydı. Hristiyan, Yahudi veya Budist kurumlar için ise böyle bir kısıtlama yoktu. Bu durum Müslüman kamuoyunda "çifte standart" olarak değerlendirildi ve IGGÖ bu maddeyi "devletin İslâm'ı denetim altına alma girişimi" olarak niteledi.

Entegrasyon ve kadın özgürlüğü tartışmaları

Müslümanların Avusturya'da bir asrı aşkın varlığına rağmen Avrupa'daki İslâmofobik rüzgârdan etkilenmemeleri elbette mümkün değildi. 2015'te çıkarılan İslâm Yasası'ndan sonra başörtüsü tartışmaları ülke gündeminde hız kazandı. Başörtüsü konusu, İslâm Yasası'ndan bağımsız gibi görünse de onun yarattığı yeni politik ve toplumsal atmosferin bir devamı olarak gelişmişti. Bu dönemde "entegrasyon", "kadın özgürlüğü" ve "tarafsız eğitim ortamı" gibi kavramlar üzerinden yürütülen tartışmalar, giderek başörtüsü etrafında yoğunlaştı. Bunun sonucu olarak ise ilerleyen yıllarda ayrı yasalarla yeni düzenlemeler getirildi. 2017 yılında yüzü tamamen kapatan kıyafet yasağı kabul edilerek kamu alanında burka ve nikap gibi giysiler yasaklandı. Yasa teknik olarak "yüzün tanınmasını engelleyen her türlü örtü"yü yasaklıyordu, ama fiilen Müslüman kadınların kıyafetlerine yönelikti. Ardından 2019 yılında ilkokullarda başörtüsü yasağı parlamentodan geçti ve çocukların "dini baskı altında kalmaması" ve "eğitim ortamında eşitlik" bahanesiyle gerekçelendirildi. Başörtüsünün yalnızca Müslüman kız çocuklarını hedef aldığı açıktı zira Yahudi kipası veya Sih türbanı bu kapsama alınmamıştı. Nihayetinde yasaya karşı toplumsal tepkiler gecikmeden geldi. IGGÖ ve çeşitli insan hakları kuruluşları (ZARA, SOS Mitmensch, Human RightsWatch vb.), yasanın ayrımcı olduğunu savunurlarken, Avusturya Öğretmenler Birliği "okullarda ideolojik çatışma yaratır" gerekçesiyle yasaya karşı çıkmıştı. Tüm bu tartışmalar devam ederken Avusturya Anayasa Mahkemesi 2020'de bu yasağı Anayasa'ya aykırı bularak iptal etti. Mahkeme kararında "yasanın yalnızca Müslüman kız çocuklarını hedef aldığı ve eşit muamele ilkesini ihlal ettiği" gerekçesi vurgulanmıştı.

Aynı ideolojik süreklilik

Son aylarda ise Avusturya'da yeni bir başörtüsü yasağı tartışması tekrar gündemde. 2015'ten itibaren gündeme gelen tüm başörtüsü düzenlemeleri, doğrudan veya dolaylı biçimde ÖVP'nin (Avusturya Halk Partisi - muhafazakâr merkez sağ)politik çizgisinin ürünü oldu. 2015 İslâm Yasası'nı hazırlayan dönemin başbakanı Sebastian Kurz'un entegrasyon politikaları, 2017 burka yasağından 2019'daki ilkokulda başörtü yasağına ve günümüzdeki yeni tekliflere kadar aynı ideolojik süreklilik içinde ilerledi. FPÖ (Avusturya Özgürlük Partisi) bu sürecin radikal sesi olurken, ÖVP yasaları 'kadın özgürlüğü' ve 'toplumsal uyum' söylemiyle meşrulaştırdı.

Eylül 2025'te yeniden gündeme gelen başörtüsü yasağı teklifi de önceki örneklerde olduğu gibi ÖVP öncülüğünde ortaya çıktı. Entegrasyon, Aile ve Avrupa İşleri Bakanı Claudia Plakolm tarafından kamuoyuna duyurulan teklif, yine "kız çocuklarının dini baskı altında olmadan büyümesi" ve "okulun tarafsız bir alan olması" gerekçeleriyle savunuldu. Ancak hem içeriği hem söylemi bakımından, 2019'daki yasağın neredeyse birebir devamı niteliğindeydi. Hâlihazırda Avusturya hükümetini oluşturan partilerden ÖVP ve NEOS (Liberal Parti) yasağı desteklerken, SPÖ (Sosyal Demokrat Parti) çekimser bir tavır sergiliyor. Muhalefette yer alan aşırı sağcı FPÖ ise yasağın en güçlü savunucularından biri olurken, Yeşiller Partisi teklife açıkça karşı çıkıyor. Yeni başörtüsü yasağı tasarısının yasalaşması halinde Anayasa Mahkemesi'ne taşınmasına neredeyse kesin gözüyle bakılıyor. Mahkeme, 2020 yılında ilkokullarda başörtüsünü yasaklayan düzenlemeyi "yalnızca Müslüman kız çocuklarını hedef aldığı" gerekçesiyle iptal etmişti. Bu karar, din özgürlüğü ve eşit muamele ilkeleri bakımından emsal niteliği taşıyor. 2025'teki yasa teklifi ise kapsamını genişleterek 14 yaş altı tüm öğrencileri kapsıyor, ancak özünde aynı gerekçelere dayanıyor: "kız çocuklarının özgürleşmesi" ve "okulda tarafsızlık." Bu yönüyle yeni yasa da, mahkemenin önceki kararında vurguladığı ayrımcı niteliği sürdürdüğü için hukuken zayıf bir zemindeduruyor. Uzmanlar, teklifin Anayasa Mahkemesi tarafından yeniden iptal edilmesinin kuvvetle muhtemel olduğunu, bu nedenle yasanın daha çok siyasi bir mesaj aracı olarak işlev gördüğünü belirtiyor. Avusturya'daki başörtüsü tartışmaları ise artık sadece dini özgürlük bağlamında değil, aynı zamanda kimlik, göçmen entegrasyonu ve kadın bedeni üzerinden yürütülen bir "siyasi simge savaşı" haline gelmiş gözüküyor.

Sonuç olarak 2017'den bu yana Avusturya'da İslâm ve başörtüsü etrafında yaşanan gelişmeler, ülkenin dini çoğulculuğa yaklaşımındaki çelişkileri açık biçimde ortaya koyuyor. Yüzü tamamen örten kıyafetlerin yasaklanmasıyla başlayan süreç, 2019'da ilkokullarda başörtüsünün yasaklanmasına kadar uzandı. Bu yasalar, resmî gerekçelerde "entegrasyon" ve "kadın özgürlüğü" kavramlarıyla savunulsa da, fiiliyatta Müslüman kadınların ve kız çocuklarının kamusal alandaki görünürlüğünü sınırlamayı hedefliyordu. 2020'de Anayasa Mahkemesi, başörtüsü yasağını "eşit muamele ilkesine aykırı" bularak iptal etti. Ancak bu karar, siyasal düzeyde İslâm'ı merkeze alan söylemlerin sonunu getirmedi. Aksine, 2023'ten itibaren yeniden gündeme gelen tekliflerle başörtüsü tartışması bir kez daha "entegrasyon" ve "kadın hakları" kisvesi altında sürdürülüyor. Bugün gelinen noktada başörtüsü, Avusturya siyasetinde yalnızca bir dini sembol değil, kimlik, aidiyet ve toplumsal güç mücadelesinin bir aracı haline gelmiş durumda. Hükümet partileri yasağı "tarafsız eğitim ortamı" gerekçesiyle savunurken, insan hakları kuruluşları, akademisyenler ve Müslüman cemaatler bunun açık bir ayrımcılık örneği olduğunu dile getiriyor.

Avusturya, bundan bir asır önce İslâm'ı resmî din olarak tanıyan ilk Avrupa ülkesi olmuştu. Ancak bugün, aynı ülke Müslüman varlığını "entegrasyon sorunu" olarak çerçeveleyen politikalarıyla dikkat çekiyor. Bu tablo, yalnızca Avusturya'nın değil, tüm Avrupa'nın içinde bulunduğu kimlik krizinin ve artan İslâmofobik atmosferin yansıması niteliğinde. Görünen o ki, Avusturya devleti İslâm'ı hukuken tanımış olsa da, toplumsal düzeyde hâlâ "kabul etme" aşamasını tamamlayabilmiş değil.