Awake, Saladin!

Yrd. Doç. Dr. Ekrem Saltık / İstinye Üniversitesi Sosyoloji Bölümü
30.12.2017

Yaşananlar bir asır önce Selâhattin Eyyubi’nin mezarı başında gerçekleştiği iddia edilen sahneye atfedilen ve bu defa da uyanılmazsa, Doğu’nun tarihten kovulmasını müteakiben kutuplarından birini kaybederek kaosa sürüklenecek olan “mavi gezegeni” tehdit eden asırlar üstü bir meydan okuma ve o sarsıcı uyarıyı düşündürüyor; “Awake, Saladin!”


Awake, Saladin!

Türkiye’de iç yüzü yıllar sonra anlaşılabilen Ergenekon davası, Anayasa Mahkemesi’nin Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kapatılması ve türbanla ilgili kararları, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ağır kış koşulları altında Irak’ın kuzeyine kapsamlı bir kara harekâtına girişmesi gibi önemli olayların yaşandığı 2008 yılı, dünya tarihinin en önemli ekonomik krizlerinden birine de sahne olmuştu. 1850 yılında kurulmuş olan Amerika merkezli bir yatırım bankası olan Lehman Brothers’ın iflasını açıkladığı 15 Eylül tarihiyle milatlandırılan söz konusu küresel kriz, 1994 Meksika, 1997 Asya ve 1998 Rusya krizlerinden farklı olarak mevcut kapitalist sistemin sürdürülebilirliğine dair soru işaretlerini beraberinde getirmişti. Küresel ekonomik ve siyasi dengeler açısından da yıkıcı etkileri olan bu gelişme, Wall Street’le birlikte, Amerika Birleşik Devletleri ve dünya finans piyasalarının yeni bir yapılanmaya gitmesine neden olacaktı. 2008 küresel krizinin yıkıcı etkileri devam ederken Türkiye’de bambaşka bir siyasi ve ekonomik iklim yaşanıyor, küresel krizin en az Türkiye’yi etkileyeceği iddiası “teğet geçecek” ifadesi ile vücut buluyordu. Küresel krizin Türkiye’yi “teğet” geçtiğini düşündürtecek ekonomik gelişmelerin yaşan-dığı ve Türk Lirasının sembolünün belirlendiği 2012 yılına gelindiğinde, ABD Ulusal İstihbarat Direktörlüğü bünyesinde bulunan Ulusal İstihbarat Konseyi, başkanlık seçimlerinde güncellenen son raporunu hazırlamıştı.

Küresel kriz ve ABD

ABD’nin uzun vadeli stratejik planlamalar yapabilmesi için kılavuz niteliğinde olan “Global Trends 2030: Alternative Worlds” (Küresel Eğilimler 2030:Alternatif Dünyalar) başlıklı rapor, çeşitli kamu kuruluşu ve küresel şirketlerden uzmanların yanı sıra, dünya çapındaki çok sayıda düşünce kurulu-şunun katkısıyla hazırlanmıştı. Amerikalı sosyolog ve analist Immanuel Wallerstein’ın The Decline of American Power  (Amerikan Gücünün Gerileyişi: Kaotik Bir Dünyada ABD) kitabından da izler taşıyan rapor, ABD’nin dünyadaki güç merkezlerinin çoğalması karşısında hiçbir zaman eski gücüne ulaşamayacağı uyarısını yapıyordu. Keza Wallerstein’a göre de; 11 Eylül’den beri gerilemekte olan ABD’de yaşanacak yeni krizlerin neden olduğu istik-rarsızlık, büyük iç çatışmaları körükleyecek ve ABD’yi her geçen gün daha kaotik bir ülke haline getirecekti.

Mevcut gidişatta, 2008 öncesindeki koşullara dönmenin mümkün olmadığını ifade eden Küresel Eğilimler 2030 raporuna göre; dünya ekonomisi yakın zamanda Doğu ve Güney’e bağımlı hale gelecek, kalkınmakta olan ülkeler, küresel ekonominin yüzde 70’inin sahibi haline gelecekti. ‘Mega Eği-limler, Oyun Değiştiriciler ve Alternatif Dünyalar’ şeklinde alt başlık ve bölümleri olan raporda, yaklaşık üç asırdır Batı hegemonyasıyla şekillenmiş ve nihayet uzun süredir ABD hâkimiyetinde olan küresel düzenin değişeceği ve tarihsel anlamda çanların artık ABD için çalmaya başladığı ifade ediliyor-du. Bir yönüyle aslında Amerikan rüyasının sona ermekte olduğunu söyleyen rapor, -eğer gerekli önlemler alınmazsa- ABD’nin kaçınılmaz bir çöküşe sürükleneceği ve Asya’nın 2030 yılında “geri” dönebileceği uyarısında bulunuyordu.

Küresel Eğilimler 2030 raporuyla uyarılan ABD’deki kaotik siyasi ve sosyo-ekonomik atmosferin zamansal mekânı olan ve dünyadaki güç dengele-rinin ciddi şekilde sorgulanmaya başladığı 2008 yılı, bir başka ilginç gelişmeye daha sahne olmuş, “Warfare 1917” adlı stratejik bir bilgisayar oyunu piyasaya sürülmüştü. Birinci Dünya Savaşı’ndan ilhamla, uzun süredir devam etmekte olan ve tarafların sulh arayışları içerisine girdiği bir dönemin sahne olarak kullanıldığı oyun, 1917 yılını tasvir ediyordu. Alelade bir tarih gibi görünse de aslında 1917 yılı, Bolşevik İhtilali’yle yıkılarak savaşın sonuçlarına dair pazarlıktan çekilmek zorunda kalan Rus Çarlığı’ndan doğan boşluğu dolduran ABD’nin büyük dünya savaşına dâhil olduğu yıl ve dolayısıyla gü-nümüzdeki küresel dengelerin oluşturulması açısından da bir milat noktasıydı.

İngilizlerin Kudüs’ü işgali

Birinci Dünya Savaşı sırasında gerçekleştirilen çarpışmaların tüm taraflar açısından birer siper savaşı haline geldiği 1917 yılı, imparatorluk sınırları dâhilindeki cephe savaşları ve müttefik devletlerin yardımına gönderilen seçkin askeri birliklerin Avrupa’daki çeşitli cephelere gönderilmesiyle Osmanlı Devleti açısından da meşakkatli geçmişti. Henüz savaşın hangi blok lehine sonuçlanacağına dair kesin bir kanaat oluşmamış olması, İtilaf devletlerini karşı blokta gedik açmak için çareler aramaya sevk etmişti.

Bu noktada küresel oyuna giren Amerika Birleşik Devletleri ‘Osmanlı Devleti’nin savaştan çekilmesi’ planını devreye sokmak istemişse de bu taktik hayata geçirilemeyecekti. Bu sıralarda seçkin Osmanlı askeri birliklerinin Avrupa cephelerine kaydırılmış olmasının neden olduğu sıkıntılar, özellikle Filistin ve Irak cephelerinde kendini gösteriyordu. 1917 yılının öncesi ve tamamına yayılan bir dizi önemli olay geride kalıp da sonbahara girildiğinde, İngiliz orduları Kudüs ve Bağdat gibi sembol şehirleri ele geçirmiş durumdaydı. Kudüs’teki Osmanlı varlığı, kentin Yafa kapısı üzerinde bulunan ve üç ilahi dinin ortak değeri olan bir peygambere vurgu yapılan kitabedeki “İbrahim Halîlullah” ifadesinde vücut bulmuşsa da General Edmund Allenby’nin komutasındaki İngiliz ordularının yine aynı kapıdan geçerek Kudüs’e girmesi “Haçlı Seferlerinin Bitişi” olarak tasvir edilmişti. General Allenby o gün otomobilinden inip Yafa kapısından Kudüs’e girerken dünya da egemen devletlerin zulüm ekerek eninde sonunda öfke biçecekleri bir çağa giriyordu.

Bölgesel güvenlik ve refahtan yoksun kalan halkların, kendi içlerinde savaşırken kalkınmayı ikinci plana attıkları bu kayıp çağda kurulan “modern dünya sistemi” kondratiyef dalgalanmalarla 2017 yılına ulaştığında, beraberinde çoktandır büyümekte olan küresel bir tıkanmayı da getirmişti. Bir süredir yükselmekte olan aşırı sağın gölgelediği jeopolitik nedeniyle yılın ilk aylarında bir “kehanet” gibi görünse de 100 yıl önce yaşanan ve Osmanlı devletinin 1917 yılının tamamına yayılan geri çekilişinin ardından gerçekleşen “Kudüs’ün düşüşünü” çağrıştıran gelişmeler yaşanmaya başlamıştı. Keza 1917 yılının sonunda yaşananlar da Osmanlı devletinin ardından bölgede egemenlik kuran İtilaf devletleri komutanlarından Edmund Allenby’nin Kudüs’e girdiği 11 Aralık günüyle başlamamıştı. Bu yönüyle düşünüldüğünde, aradan geçen 100 yıl sonra bile geleceğe dair dersler çıkarılabilecek bir nitelik taşıyan 1917 yılı, Kudüs için olduğu kadar dünya tarihi için de önemli bir dönüm noktasıydı. Zira 1917 yılının sonunda Osmanlı Devleti, dört asır boyunca yönettiği bu bölgeden çekilmek zorunda kalmış, Türklerin bölgeden çekilmesiyle birlikte günümüze kadar devam edecek olan kanlı bir kaos çağı başlamıştı.

Zihinsel kuşatmayı aşmak

Birbirini tamamlayan kolektif bir hafızanın sahibi ve aslında aynı kadim değerlerin mirasçısı olan Doğu’nun çocukları, makro ve mikro sınırlar dâhi-linde sürekli ayrışarak kurdukları ufuksuz denklemlerde birbirlerinden rövanş alıp dururlarken, 100 yıllık bir hesabın şafağına gelinmiş gibi görünüyor. Doğu’nun kadim hafızası, asırlardır sürmekte olan zihinsel kuşatma altında popülist politikalar ve şuursuz toplum mühendislikleriyle lime lime edilirken, seküler aklın kodlandığı bu dijital çağda bin yıl sonra gerçekleşmesi pahasına da olsa, kaynağını teolojik efsanelerden alan sözlerin peşinden gidilebiliyor. Kudüs’ün düştüğü 1917’nin üzerinden geçen 100 yıldan sonra Aralık ayında yaşanan son gelişmelerle, ABD’nin 2030 yılı öngörülerinde tehdit olarak görünen “Asya’nın yükselişi” senaryosunu kökten değiştirip, modern dünyanın maddi ve manevi tüm birikimlerini yerle bir ederek yeryüzünü kaosa sürükleyebilecek yepyeni bir oyun kuruluyor.

Yaşanan gelişmeler, Kudüs’ün düşmesinden kısa bir süre sonra Fransız General Henri Gouraud’un Ağustos ayında Suriye’ye girdiği 1920 yılını ve Kudüs’ü 1187 yılında Frankların elinden alan Selâhattin Eyyubi’nin mezarına giderek, “Biz –yine- döndük” demiş olmasını ister istemez hatırlatıyor. Bu perspektifle bakınca, önümüzdeki birkaç yıl içerisinde yaşanabilecek gelişmelerin dünya tarihi ve özellikle Asya açısından önemli kırılma ve dönüşümlere sahne olabileceğini söylemek kehanet olmaktan çıkıyor. Gouraud’un, Eyyubi’nin mezarını özellikle bulup sandukasını tekmelemiş olması antiemperyalist ya da muhtemelen antisemitist eğilimlerden beslenen bir efsane gibi görünüyor. Ancak bin yıllık hesapları olan teolojik efsanelerin, distopik bir çağın Sûr’unu üflercesine birer birer canlandığı şu günlerde gerçekleşen her şey, bizzat biz yaşarken oluyor. Yaşananlar bir asır önce Selâhattin Eyyubi’nin meza-rı başında gerçekleştiği iddia edilen sahneye atfedilen ve bu defa da uyanılmazsa, Doğu’nun tarihten kovulmasını müteakiben kutuplarından birini kay-bederek kaosa sürüklenecek olan “mavi gezegeni” tehdit eden asırlar üstü bir meydan okuma ve o sarsıcı uyarıyı düşündürüyor; “Awake, Saladin!”

@ekremizm