Aynı roman üç kere okunur mu?

Mustafa Çiftçi / Yazar
11.09.2020

Ortaya yeni bir şey koymak her eserin iddiasıdır. Ortaya yeni bir şey koymayan taklit tuzağına düşmüş biricik olmak imkanını kaçırmıştır. Yeni olmak için de eskiyi bilmek şarttır. Romancı için de eskiyi bilmenin yegane şartı okumaktır. Bu romancının işine gelse de gelmese de böyledir. İşte ben de “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu” isimli eseri üçüncü okuyuşumu böyle bir gayret ve merakla okudum.


Aynı roman üç kere okunur mu?

Niçin roman okuruz?” diye bir soru sorup uzun uzun cevap verenler var. Cevap uzun olunca doğru olacak diye bir kanun mu var? Kısa cevap olsa meramımızı anlatmaya yetmez mi? Bence yeter. Roman okuruz çünkü akşama kadar didinen insan akşam olunca yemek ,uyumak ve eğlenmek ister. Eğlenmenin vazgeçilmezi ise hikayedir. Çağlar geçer ama insanın hikayeye düşkünlüğü geçmez. Hikayeler türlü çeşit hallere girer. Masal, türkü, ağıt, sinema, dizi, radyo oyunu, roman aklınıza hangi maskesi gelirse gelsin hepsinin gerisinde hikaye vardır.

Peki sadece eğlenmek için mi hikaye dinlenir-okunur? Hikaye ile öğrenmek, dinlenmek, hoşça vakit geçirmek mümkündür. Öğretmenin en etkili usullerinden biri de hikaye etmektir zaten. Bu kadar teorik açıklama yeter. Lafı getireceğim yer; ben de roman okurum tabi. En son Peyami Safa’nın “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu” romanını üçüncü kez okudum.

İlk okumam fakültedeyken olmuştu. O zaman bir merak eseri olarak okudum. Merak ediyordum; edebiyat imtihanlarında adını ezberlediğimiz kitap nasıl bir kitaptır. Kapağı sarı renkteydi. Sarı hastalığa yakışır bir renktir. O kapağı ile aklımda kalmış. Belki ilk olduğu içindir.

Okurun serencamı

Okurken Safa’nın hayatında ağır hastalığın bir karşılığı olduğunu bilmiyordum. Safa çocukken romandakine benzeyen bir hastalık geçirmiş. O günlerden kalma ne varsa kitaba aktarmış mıdır bize meçhul. Romandan aklımda kalan ikindi vakti odaya düşen bir sarı ve kasvetli bir ışık hüzmesi. Hangi odaya düşüyor, bu odada neler veya kimler var bilmiyorum. Hatta belki öyle bir oda hiç geçmemiştir kitap boyunca. Ama roman okumayı heyecanlı kılan bir sebep de budur. Roman sizde nasıl bir tesir bırakacak bilemezsiniz. “Bu romanı okuyanda şu tesirler olur” diyemeyiz. Roman okumak heyecanlı bir serüvendir. Hatta “okurun serencamı” bile diyebiliriz. Yani esasında roman okuru bir yolculuğa çıkarıyor, aynı zamanda roman kahramanı da yolculuğunu sürdürüyor. Hatta bazı yazarlar yazmanın da bir serüven gibi, bir yolculuk gibi heyecan verici olduğunu söylerler.

Romanı ilk okumamın üzerinden epeyce bir zaman geçmişti. İkinci okumam vazife icabı oldu. Çevremde hikayeye merakı olanlar bir araya gelsin “roman tahlili” yapalım istedik. İşin başında herkes aynı romanı okuyacaktı. Sonra o romanı tahlil edecektik. Ama grubumuza dahil olanlar romanları okumadılar. Ben gönüllü oldum ve “...ben okuyup tahlil edeyim siz dinleyin.” dedim. “ o zaman tamam.” dediler. Bu halim bana “mayın eşeklerini” hatırlattı. Mayın eşeklerini bilir misiniz? Bir arazide mayın olup olmadığından emin değilseniz bir eşeği salıyorsunuz araziye, mayına denk gelirse önce eşek ölüyor. Yok denk gelmezse onun gittiği yoldan siz de gidiyorsunuz. Ben de roman tahlil grubumuzun “mayın eşeği” oldum. Onların okumaya üşendiği metinleri okudum. Onlar da beni dinleyerek peşimden geldiler. Bu durumu onlara anlatınca bir tanesi bile “aman estağfurullah” demedi.

İkinci okuyuşumda ne çok şeyi unutmuş olduğumu gördüm. “Daha fazla olabilirmiş, biraz daha uzasaymış okunurmuş.” hissiyatı oluştu. İşin açıkçası kendisi de hastalık geçirmiş bir yazardan daha detaylı daha sakin bir metin beklerdim. “Detaylıyı anladık da sakin metin ne oluyor?” derseniz; yani hızlı yazılmış, hemen anlatıp bitirilmesi gerekiyormuş hissi uyandırıyor. Böyle olmasaymış daha iyi olurmuş diye düşündüm. Hastalıkla ilgili çekilmiş filmler geldi aklıma. Özellikle yabancı filmlerin hastalığı ne kadar ustaca işlediğini hatırladım. Öyle dört başı mamur bir metin bekliyordum, yanılmışım.

Üçüncü okuyuşum ise sırf meraktan oldu. Hastalığı nasıl anlatmış diye profesyonel bir merak ile okudum. Kafamda şöyle bir soru vardı. “Kendisi de kurmaca yazan bir kişi diğer kurmacaları okumalı mıdır?” Bu sadece benim kafamda değil. Bu işlerle uğraşan herkesin üzerinde konuştuğu bir meseledir. Bazıları “Hayır efendim kurmaca yazan kişi orjinalliğini korumak için başka kurmacaları okumamalıdır” der. Ben bunlara pek itibar etmem. “Orjinallik öyle üfürük bir şey midir ki üç beş roman okumayla yıkılsın?” derim.

“Kendisi kurmaca yazan kişi ister okusun ister okumasın bu konuda serbesttir. Çünkü kurmaca yazan kişi sanatçıdır. Sanatçı olana böyle kurallar kaideler konmaz” diyenler vardır ki ben böyle söyleyenleri de pek haklı bulmam. Çünkü eğer sanatçının inisiyatifine bırakılırsa sanatçı kısmı tembel olduğundan roman okumaz. Sadece yazmakla iktifa eder.

Taklit tuzağına düşmek

“Kurmaca yazarı yeni bir şey ortaya koymak istiyorsa eskiden neler yapıldığını bilmelidir. Yani kendinden evvel kimler neler yazmış bilmek kurmaca yazarı için değil esasen tüm sanatçı kısmı için elzemdir” diyenler var ki bence doğru söylüyorlar.

Ortaya yeni bir şey koymak her eserin iddiasıdır. Ortaya yeni bir şey koymayan taklit tuzağına düşmüş biricik olmak imkanını kaçırmıştır. Yeni olmak için de eskiyi bilmek şarttır. Romancı için de eskiyi bilmenin yegane şartı okumaktır. Bu romancının işine gelse de gelmese de böyledir. İşte ben de “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu” isimli eseri üçüncü okuyuşumu böyle bir gayret ve merakla okudum. Ve beni sevindiren bir şey oldu. İster amatör okur ister profesyonel yazar olarak okumuş olayım fikrim pek değişmedi. “Demek ki ben amatör okurken de zevkim inceymiş” dedim kendi kendime ve mutlu oldum. “Profesyonellik arttıkça işin lezzeti azalır, heyecanı kalmaz.” derler. Ama bende öyle olmadı. İlk okuduğumdaki heyecanı üçüncü okumamda da yaşadım. Ve keşke daha uzun olsaydı diye iç geçirdim yeniden. Peyami Safa’nın kalemine gazete yazarlığı hastalığı mı bulaşmış acaba diye sormadan edemedim. Gazeteciler çok konuşup çok yazdıklarından. Yerleri dar, konuşma süreleri kısıtlı olduğundan özetleyici olurlar ama özetlerken pek çok kıymetli ayrıntıyı da budarlar maalesef. Hasılı ayrıntısı budanmamış olsaydı keşke diyorum bu roman için.

Roman bir yolculuk vaadi

Fırsat olsaydı romandan biraz daha bahsetmek isterdim. Ama belki onu da gelecek haftalarda yaparım. Okuduğum romanları paylaşmak, hele ki karşımdaki de aynı romanı okumuşsa çok lezzetli olur. Hatta bir kahve eşliğinde olursa tadından yenmez bir sohbettir. Umarım konuşmak kadar yazmak ve okumak da aynı zevki verir. Bu haftalık Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nu okuma maceramdan bahsetmiş olalım. Ve romanın okuyan, yazan ve dinleyen için hep bir yolculuk vaadi olduğunun altını çizerek bitirelim. Ve yolculuğumuz romanda bile olsa hastaneye düşmesin diyelim. Kalın sağlıcakla.

mustafatoros @gmail.com