Lozan tartışmasının özneleri önemli bir tarihsel sonuçtan bîhaberdiler: 14 Ağustos 1974 itibariyle Lozan Anlaşması artık hükümsüz bir kâğıt parçasına dönüşmüştür. Lozan'ı hükümsüz kılan hamle, "Ayşe tatile çıksın" parolasıyla İkinci Kıbrıs Barış Harekâtı idi.
Mehmet Sabri Akgönül/ Araştırmacı-Yazar
Ayşe tatile çıktı, Lozan hükümsüz kaldı. Peki, Ayşe'nin küçük kardeşleri bugün ne uğruna Lozancılık yapıyor? Bu soruya cevap verebilmek için, öncelikle Türkiye'nin dış politika tarihi ile Lozan Anlaşması'ndaki maddeler arasındaki gerilim hatlarını tartışmak zorundayız.
PKK'nın fesih bildirisinde geçen bir yan cümle, Lozan tartışmalarını yeniden gündeme taşıdı. PKK'nın fesih süreci boyunca sürekli karamsarlık yayan, zaman zaman süreci sabote etmeye yönelik söylemler geliştiren bazı ideolojik çevreler, bu tarihî adımı doğrudan hedef almaya cesaret edemedikleri için Lozan ifadesine sarılarak adeta Lozan Anlaşması'nın bekçiliğine soyundu. Bana göre bu tartışmanın açılması, PKK'nın feshinden sonra Türkiye adına yaşanan en olumlu gelişmelerden biridir. Bu tartışmayı derinleştirmek gerek —tabii eğer Lozan konusu, yeni bir zemin üzerinde ve 1930 sonrası Türk dış politikasının tarihsel gerçekliğiyle ele alınacaksa.
Şimdiye kadar Lozan Anlaşması, "Lozan bir zafer miydi, yoksa bir hezimet miydi" dikotomisi etrafında kısır bir zeminde tartışıldı sürekli. Bu tartışmayı yürüten aydınlar, herhangi bir bilgi üretmedikleri gibi önemli bir tarihsel bilgiden de mahrum konuşuyorlardı: Türkiye'nin dış politika tarihi Lozan Anlaşması'nın askıya alınması tarihidir. Başka bir ifadeyle, Türkiye'nin dış politikası, aslında, Lozan'a pratik bir karşıtlık çerçevesinde şekillendi.
Dahası, Lozan tartışmasının özneleri önemli bir tarihsel sonuçtan da bîhaberdiler: 14 Ağustos 1974 itibariyle Lozan Anlaşması artık hükümsüz bir kâğıt parçasına dönüşmüştür. Lozan'ı hükümsüz kılan hamle, "Ayşe tatile çıksın" parolasıyla İkinci Kıbrıs Barış Harekâtı idi.
Lozan Anlaşması, Türkiye'ye dayatılan bir sınır anlaşması idi ve Türkiye'nin dış politikası kendisine dayatılan bu sınırları sürekli ihlal etme dirayetini gösterdi. Lozan'ı ilk delen devlet adamı, Mustafa Kemal Atatürk'tü.
Atatürk, Lozan'ı iki defa ihlal etti
Lozan Anlaşması, bizzat Atatürk tarafından iki defa yok sayıldı. Bu yok saymanın sonucunda Türkiye, önce Boğazların güvenliğini sonra Hatay'ı kazandı.
Lozan'ı delen ve nihayetinde tarihe gömen gelişmeleri ana hatlarıyla anımsayalım.
Birinci girişim: 20 Temmuz 1936. Bu yıl, Türkiye'nin silahlanma yarışına başladığı ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi'nin imzalandığı tarihtir. Montrö Sözleşmesi ile Lozan'da altına imza atılan 1923 Lozan Boğazlar Sözleşmesi ilga edildi. Yine aynı girişimle, boğazlardaki kontrolü sağlayan Uluslararası Boğazlar Komisyonu kaldırıldı ve Türkiye'ye tam kontrol verildi.
Ertesi gün, 21 Temmuz 1936 tarihli Akşam Gazetesi bu gelişmeyi manşetinden şöyle duyurdu: "Dün Geceden İtibaren Akdeniz Kapımızı Emniyet Altına Aldık". (Bugün Ege Denizi diyoruz; ama o tarihlerde Ege Denizi'ne İç Akdeniz deniliyordu.) Gazete, 20 Temmuz gecesinde bu anlaşmayı haber alan İstanbul halkının coşkusuna da yer veriyordu. Gazetedeki manşet ve halkın coşkusu gösteriyor ki, o tarihe kadar Akdeniz'den bir saldırıya maruz kalma durumumuz vardı. Ve Lozan, Türkiye'yi böylesi bir saldırıya açık hale getirmişti.
Üstelik Lozan'ı Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile delen Atatürk, bu girişimin sonuçlarını memnuniyetle ("parlak") ama azımsayarak ("makul değil") karşılamıştı.
Montrö Sözleşmesi'nden bir gün önce, 19 Temmuz 1936'da, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras'a gönderdiği telgrafta şunları söylüyordu: "Tebrik ederim; Montrö Konferansı'nı pek parlak demeyeceğim, makul neticelendirebildiğinden dolayı. (...) Yukarıda vermek istemediğim parlaklığı, bu muvaffakiyetinizi zafer haline getirecek bundan sonraki yüksek neticeler almanıza saklıyorum."
Lozan'ı ihlal eden, anlaşmayı geçersiz kılan "yüksek neticeler" arzusunda idi Atatürk. Ve yeni bir girişime hazırlanıyordu. Montrö Sözleşmesi'nin imzalandığı 20 Temmuz 1936 günü Afet İnan'a "Şimdi Antakya, İskenderun, yani Sancak meselemiz var" demişti.
İkinci girişim: 3 Temmuz 1938. Bu tarih, uzun bir aradan sonra Türk birliklerinin Hatay'a girdiği tarihtir. Hatay'ın önce bağımsız bir devlet olarak tanınmasını sağlamak ve ertesi yıl Türkiye'ye ilhakını gerçekleştirmek Lozan'daki anlaşma maddelerine taban tabana zıt bir girişimdi. Lozan Antlaşması'nda Suriye-Türkiye sınırı çizilmişti ve bu anlaşmaya göre Hatay, Türkiye sınırlarının dışında kalmıştı.
Lozan ikinci kere yine Türkiye tarafından delindiği için, Atatürk, o yıllarda Fransa'yı da İtalya'yı da karşısına almaktan çekinmemiştir. Hatta Fransız büyükelçisine şunu demişti: "Hatay benim şahsi davamdır. Şakaya gelmeyeceğini bilmelisiniz." Şakaya gelmez vurgusunu Fransızlar doğru anlamıştı: Hatay için silah güçler harekete geçmeye hazırdır.
Kıbrıs çıkarması: Lozan tabutuna son çivi
Üçüncü girişim: 1974 Kıbrıs Harekâtları. Kıbrıs, Lozan Antlaşması ile İngiltere hâkimiyetine bırakılmıştı. 20 Temmuz 1974'te, Türkiye garantör devlet olarak Ada'ya müdahale hakkını kullandı ve Birinci Kıbrıs Barış Harekâtı'nı düzenledi. Bu harekât, Lozan'ın 3. kere delinmesiydi. 14 Ağustos 1974'de düzenlenen İkinci Kıbrıs Harekâtı ile, Lozan tamamen hükümsüz kılındı. O dönemde Başbakan Ecevit, Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan idi.
Eğer ikinci harekât zamanında Ecevit Lozan'a sadakat göstermese ve TSK Erbakan'ı dinleseydi, şimdi Ada'nın tamamı Türkiye'nin kontrolünde olacaktı. Bu gerçeği, bizzat Serdar Denktaş 2015 yılında ifade etti: "Erbakan Hoca, Kıbrıs'ın kurtuluşunda en çok emeği olan insanların başındadır. Ben Ankara'ya her gidişimde kendisini ziyaret ederdim. Hoca da, her görüşmemizde Kıbrıs'ın tamamen alınması gerektiğini söylerdi. Eğer 1974'te Türk ordusu yürüyüşüne 24 saat daha devam etseydi adanın tamamı alınacaktı."
Halep Kalesi'ne Türk bayrağının asılması da Lozan'a aykırıydı
Türkiye'nin dış politika hamleleri ile Lozan Anlaşması'nın tespit ettiği sınırlar arasındaki gerilim hatları, 1974 sonrasında da patlamaya devam etti. Sözgelimi 2 Aralık 2024 yılında, yani Suriye Devrimi'nden 6 gün önce, Halep Kalesi'ne Türk bayrağının asılması da Lozan'a karşı bir hamle idi. Tıpkı 77 yıl önce, Aralık 1948'de bayrağın Halep Kalesi'ne asılması istendiği gibi...
Dahası var: Türkiye'nin bugün Suriye'de politik ve askerî düzeylerde etkili olması da, Lozan'ın ruhuna okunan bir Fatiha kabilindendir.
Recep Tayyip Erdoğan ve Lozan
Türkiye'nin dış politikası ile Lozan Anlaşması arasında bu sürekli gerilim niye vardı? Ve bu gerilim hatları neden hâlâ varlığını hissettiriyor? Çünkü Lozan Anlaşması, Misak-ı Milli'nin iptalini hedefliyordu ve Türkiye'nin silahsızlanmasını öngörüyordu.
Son Osmanlı Mebusan Meclisi tarafından 28 Ocak 1920'de oy birliği ile kabul edilen Misak-ı Milli, Lozan'da Türkiye'ye vazgeçilmesi gereken bir şey olarak dayatıldı. Ama Türkiye hiçbir zaman Misak-ı Milli'den vazgeçmedi; zira ünlü tarihçi Arnold Toynbe'nin de dediği gibi "Misak-ı Milli bir hükümet programı değil, milletin nihai haklarına sahip çıkma mücadelesiydi."
Toynbe'nin zamanında doğru bir şekilde kavradığı "haklara sahip çıkma mücadelesi" Türkiye'nin dış politika ufkunda zımnî ama belirgin bir hedefti. Bu hedef, günümüzde bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Lozan'a karşı rahatsızlıklarını vurgulanmasıyla da açığa çıkıyor.
Örneğin Erdoğan'ın Eylül 2016'da yaptığı konuşmada söylediği sözler: "1923'te Lozan'ı bize razı ettiler. Birileri de bize Lozan'ı zafer diye yutturmaya çalıştılar. Her şey ortada. Bağırsan sesinin duyulacağı adaları biz Lozan'da verdik."
2016 yılındaki bu rahatsızlık, 2023 yılında Erdoğan'ın Lozan Antlaşması'nın 100. yıldönümü dolayısıyla yayımladığı bir mesajda yeni bir siyasal programa evrilmişti: "Lozan Anlaşması ile elde ettiğimiz hakları kararlılıkla savunurken, yeni hamlelerle ülkemizin kazanımlarını tahkim edeceğiz."
Erdoğan'ın duyurusunu yaptığı "yeni hamleleri" 2024 yılında Suriye'de müşahede ettik. Yakında, Batı Trakya'da ve Yunanistan'a bağlı adalarda da müşahede edeceğiz gibi duruyor.
O gün geldiğinde, 1974'teki parolanın ifadeleri ile konuşursak, "Ayşe'nin kardeşleri" Türkiye'ye Lozan'ı hatırlatıp Türkiye'den Lozan'a sadakat yemini mi talep edecekler? Görünen o ki, evet!
Bugün Lozan'ı "Türkiye'nin tapusu" olarak dayatanlar ve Lozan'a dair en ufak bir tartışmadan rahatsız olanlar, aslında, Misak-ı Milli'nin gerçekleşmesinden rahatsız olduklarını itiraf edecekler mi? Görünen o ki, hayır!
Ve son olarak, iki denizi birleştirecek olan Kanal İstanbul projesi de Lozan'a aykırıdır. İyi de, bu aykırılıktan ürken kim?
Son sorunun cevabını önümüzdeki yazıya bırakalım.