Azerbaycan-Ermenistan ihtilafında kilit ülke Türkiye

Prof. Dr. Metin Aksoy / Selçuk Üniversitesi Rektörü
10.10.2020

Azerbaycan-Ermenistan ihtilafına yönelik Rusya ve İran dengesinde en hassas stratejik noktayı Türkiye ve Türkiye ile ilişkiler oluşturmaktadır.


Azerbaycan-Ermenistan ihtilafında kilit ülke Türkiye

1990’lı yılların başından beri çözümsüzlük ile anılan ve yer yer askeri çatışma yoluna meyleden Azerbaycan-Ermenistan ihtilafı son günlerde yeniden bölgesel ve küresel gündemin merkezine oturmuş durumdadır. Hatta kimi analizlere göre günümüzde ihtilafın büründüğü askeri çatışma şekli 2016’dan bu yana yaşananların en şiddetlisidir. Bununla birlikte güncel askeri çatışmanın 26 Eylül 2020’de Ermenistan tarafından başlatılması da birçok uzmanı şaşırtmıştır. Çünkü Ermenistan’ın dünyadan tecrit edilmiş ve Rusya’ya bağımlı olan ekonomisi böylesi bir saldırıyı sürdürebilecek ve yüklenebilecek durumda değildir. Bununla birlikte özellikle Türkiye ile Azerbaycan arasında son 20 yılda artan askeri işbirliği Azerbaycan ordusunun hiç olmadığı kadar donanımlı ve güçlü hale gelmesini sağlamıştır. Bunun en açık örneği Azerbaycan ordusunun kullandığı ve bu sayede Ermenistan ordusuna açık bir üstünlük sağladığı İHA ve SİHA’larda karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla Ermenistan ordusunun askeri çatışmanın sonucunda başarıya ulaşması mümkün değildir.

Neden bugün?

Ancak analizi derinleştirdiğimizde çatışmaların neden şimdi ve Ermenistan tarafından başlatıldığına dair sebepleri sıralamak mümkün. Bir kere Azerbaycan ile olan ihtilaf Ermeni ulusal kimliğinin inşasındaki en temel sacayaklarından biridir. Öyle ki Ermeni ulusal kimliğine bakıldığı zaman Türkiye’ye yönelttikleri sözde soykırım iddiası ve Azerbaycan ile yaşadıkları ihtilaf önemli bir yer tutmaktadır. Dolayısıyla Ermenistan’ın iç siyasette ve sosyal düzende sorunlar yaşadığı her dönemde Azerbaycan ile olan ihtilafı kışkırtarak ülkesinde konsolidasyonu sağlaması mümkündür. Bununla birlikte krizdeki Ermenistan ekonomisine yönelik halk tepkilerini dindirmek ve hatta bunu unutturmak için Azerbaycan ile olan ihtilafı tırmandırmak Ermenistan için oldukça işlevseldir.

Ekonomiden hamasete

Bu çerçevede şovenizme varan kör milliyetçilik Ermenistan halkının dikkatlerini ekonomiden hamasete kanalize etmektedir. Yine dünyanın COVID-19 salgını ile mücadele ettiği yani bölgesel ve küresel aktörlerin dikkatinin tam olarak bölgeye yoğunlaşamayacağı bir dönemde saldırının başlatılması Ermenistan için işgal ettiği bölgelerdeki varlığını normalleştirmek için bir fırsat olarak görülmüştür. Örneğin iç politikada ABD seçimlere odaklanmışken dış politikada Ortadoğu ve Balkanlar’ı öncelemektedir. Avrupa’nın COVID-19 salgınında ikinci dalgayı yaşadığı günümüzde Rusya da salgın ile mücadele etmekle birlikte dikkatini Belarus, Suriye ve Libya’ya çevirmiştir. Son olarak Azerbaycan-Ermenistan ihtilafında açık bir şekilde Azerbaycan’ın yanında durmanın da ötesinde meseleyi “iki devlet bir millet” şiarıyla özdeşleştiren Türkiye’nin; Suriye, Libya ve Ege Adaları konusuyla meşgul gözükmesi Ermenistan’ı cesaretlendirmiştir. Dolayısıyla Ermenistan açısından saldırının zamanlaması sonuçları yanlış öngörülmüş olmakla birlikte planlanmış gibi gözüküyor.

Saldırıyı sonuçları bakımından Ermenistan için yanlış öngörü noktasına iten ise yukarıda sıralananların dışında (yani Ermenistan ekonomisinin mevcut zayıf durumu ve Azerbaycan ordusunun mevcut güçlü durumu) Ermenistan’ın ihtilafı dünyanın eski dengeleri üzerinden okuyarak değerlendirmesidir. Bir kere artık Türkiye; askeri gücü ve mevcut dış politikasıyla yalnızca bir alana tüm güçlerini sevk edebilen dolayısıyla bir başka krize odaklandığında diğer krizdeki ağırlığını hafifleten bir ülke değildir. Dolayısıyla Türkiye; Suriye, Libya ve Ege’de verdiği mücadeleyi Azerbaycan üzerinden Güney Kafkasya’ya taşıyabilecek güçtedir ve nitekim taşımıştır. Yine Ermenistan’ın dikkate aldığı bu eski dengelere göre Ermenistan ihtilafın çözümsüzlüğü ve dolayısıyla uzun vadede işgalinin normalleşmesi noktasında Rusya ve İran’dan destek görmektedir. Ermenistan nezdindeki bu denge okuması kısmen doğru olmakla birlikte küresel dengelerin hassas stratejiler üzerine bina edildiği günümüzde bahse konu okumanın tümden doğru ve geçerli olduğunu ileri sürmek mümkün değildir.

Çünkü Rusya ve İran’ın ihtilafa yönelik tutumlarında süreklilik olarak görülebilecek yaklaşımların yanında günümüz konjonktürüne uyarlanan bir takım değişikleri de belirtmek mümkündür. Bununla birlikte bahse konu iki devletin değişen tutumlarının önemli bir sebebi Türkiye’nin tutumu ve Doğu ile Batı’yı birleştirebilen dış politikası ile ilintilidir. Değişen ve süreklilik arz eden hususları ilk olarak Rusya nezdinde alt alta sıralamak gerekirse;

1- Rusya Güney Kafkasya’daki varlığını bölge ülkeleri nezdinde gerekli kılmak için çatışmaların durması yönünde beyanlarda bulunsa da ihtilafın tamamen ortadan kalkmasına yanaşmamaktadır. Dolayısıyla Rusya, taraflara çatışmaların durması noktasında çağrılarda bulunsa da kalıcı barışın tesisi için adım atmakta çekingen ve fakat ihtilafın çözümsüz kalması noktasında istekli davranmaktadır.

2- Rusya ihtilafın tarafı olan ülkelerden biri Batı’ya yanaştığı takdirde diğer tarafı ihtilaf noktasında destekleyerek Batı’ya yanaşan tarafı cezalandırmaya çalışmaktadır. Bu açıdan ve tarihsel perspektiften bakıldığında, Azerbaycan ekonomisinin özellikle enerji ve enerji nakli alanında Batı ile yakınlaştığı durumlarda, Rusya Ermenistan kartını oynayarak ihtilafta Ermenistan’ı desteklemiştir. Ancak günümüzde Rusya, Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın Batı ile ilişkilerinden rahatsızlık duymaktadır. Dolayısıyla Rusya Azerbaycan’a destek vermese de örneğin uluslararası basına da yansıdığı şekliyle Paşinyan’ı geçiştirerek Nikol Paşinyan üzerinden Ermenistan’ı cezalandırmaktadır.

3- Rusya için Güney Kafkasya bölgesinin bu ihtilaf sebebiyle istikrarsız bir durumda olması aynı zamanda Hazar enerjisinin Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınması noktasında önemli bir geçiş yolu olan bir bölgenin istikrarsız olması anlamına da gelmektedir. Dolayısıyla istikrarsız bir enerji nakil bölgesi Rusya’nın bölgedeki enerjinin Avrupa’ya taşınması konusunda önemli bir güzergâh olarak kalmasına katkı sağlamaktadır. Ancak Rusya’nın bu tutumu Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı örneğinde görüldüğü üzere geçmişte olduğu gibi katı değildir. Zira Türkiye Güney Kafkasya petrolünün taşınmasında akılcı bir politika izleyerek Rusya’yı işbirliğine çekmiştir.

4- Azerbaycan-Ermenistan ihtilafının çözümsüzlüğe mahkûm edilmesi Gürcistan’ın istikrarının Rusya lehine bozulmasına da katkı sağlamaktadır. Dolayısıyla Rusya Gürcistan ile yaşadığı 2008 savaşından sonra da Azerbaycan-Ermenistan ihtilafı üzerinden Gürcistan’ın istikrarını kontrol altında tutmaya devam etmektedir.

5- Rusya’nın Ermenistan’a yönelik kayıtsız şartsız destek vermesini engelleyen bir diğer etken de Türkiye’dir. Zira Rusya’nın Batı ile yaşadığı krizlerin yoğunlaştığı son yıllarda, Azerbaycan’a mutlak desteğini sunan Türkiye ile karşı karşıya gelmesi Rusya açısından akılcı değildir. Çünkü Rusya’nın Batı ile yaşadığı herhangi bir krizde krizden bağımsız olarak Türkiye ile iyi ilişkilerini sürdürebilmesi Rus dış politikası için bir emniyet sibobudur. Dolayısıyla Azerbaycan-Ermenistan ihtilafında Rusya, Türkiye’yi direkt olarak karşısına almaktan çekinmektedir.

Azerbaycan-Ermenistan ihtilafında Ermenistan’ı destekleyen İran ile devam etmek gerekirse;

1- İran kendisinden sonra en fazla Şii nüfusa sahip Azerbaycan’ın bu ihtilaf dolayısıyla gücünün tükenmesini istemektedir. Zira ihtilafın zincirlerinde kurtulan bir Azerbaycan Şii dünyasında liderliği üstlenme potansiyeline sahip olacaktır. Dolayısıyla İran İslam Devrimi’nden bu yana bölgede rejim ihracı politikası yürüten ve kendisini Şii dünyasının lideri olarak gören İran, bu pozisyonunun sürmesi ile Azerbaycan-Ermenistan ihtilafının sürmesi arasında pozitif bir korelasyon kurmaktadır.

2- Azerbaycan ve İran nüfuslarının ekseriyeti Şii olsa da bu iki devletin rejimleri taban tabana zıttır. 1979 tarihinden itibaren İslam Cumhuriyeti olarak varlığını sürdüren İran’a kıyasla Azerbaycan demokratik değerlere ve sekülerizme daha fazla bağlıdır. Dolayısıyla Azerbaycan modelinin Şii hilalindeki halkların ve devletlerin nezdinde karşılık bulması İran’ı uluslararası arenada daha fazla tecrit edeceğinden söz konusu ihtilafta İran Ermenistan’ı desteklemektedir.

3- İran, kuzeybatı bölgesinde yer alan Azerbaycan Türk’ü nüfusu sebebiyle güçlü ve yerleşik sorunlarından kurtulmuş bir Azerbaycan’dan çekinmektedir. Zira İran hâlihazırda buradaki Türk nüfusu yoğun bir Şii retoriğiyle kendisine bağlı tutabilmektedir. Dolayısıyla söz konusu ihtilaftan ve sorunlarından kurtulmuş bir Azerbaycan’ın İran’ın kuzeybatısı ile birleşmesi yani “Kuzey Azerbaycan’ın” uzun vadede hayata geçmesi İran’ı Ermenistan’a destek vermeye zorlamaktadır.

4- İran’ın Azerbaycan ile Şiilik temelinde bir ortaklığa sahip olmasına rağmen Ermenistan’ı desteklemesi İran dış politikasının iddia edildiği üzere “İslam-İslam karşıtı devletler” dikotomisi üzerinden şekillenmediğini, İran’ın da ulusal çıkarları çerçevesinde hareket ettiğini göstermektedir. Bir başka deyişle Şii retoriği İran dış politikasındaki ulusal çıkarın bir enstrümanından ibarettir. Dolayısıyla İran’ın Ermenistan’a yönelik desteğini sürdürmesi demek bu ikircikli ve ikiyüzlü tutumun hem kendi iç kamuoyunda hem de dünya kamuoyunda ifşa olması demektir. İran’ın ulusal çıkarına zarar verecek olan bu ifşanın İran tarafından daha fazla sürdürülmesi mümkün değildir.

5- Denklemin İran tarafında da Ermenistan’a kayıtsız şartsız desteği engelleyen en temel husus Türkiye ile ilişkilerdir. Çünkü Batı dünyası tarafından tecrit edilen İran’ın Doğu ve Batı ile iyi ilişkileri bulunan ve Azerbaycan’a verdiği desteği açık bir şekilde dile getiren Türkiye’yi karşısına alması akılcı değildir. Dolayısıyla İran, geliştirdiği iyi ilişkilerle Batı karşısındaki tecrit edilmişliğini aşmasına yardımcı olan Türkiye’yi Ermenistan’a destek vermeyi sürdürerek kaybetmeyi göze alamaz.

Görüldüğü üzere Azerbaycan-Ermenistan ihtilafına yönelik Rusya ve İran dengesinde en hassas stratejik noktayı Türkiye ve Türkiye ile ilişkiler oluşturmaktadır. Bununla birlikte günümüzde özellikle senkronize bir şekilde meydana gelen bölgesel krizleri birbirinden ayırmak mümkün değildir. Çünkü uluslararası ilişkilerde bir devlet örneğin A krizinde karşı karşıya geldiği bir devletin bu krizdeki ağırlığını ve dikkatini azaltmak için bir B krizini teşvik edebilmektedir. Bununla birlikte eğer senkronize gelişen bölgesel krizlerde taraflar büyük ölçüde aynı ise bir A krizinde verilen taviz bir B krizinde elde edilen kazanımla dengelenebilmektedir. Dolayısıyla Suriye, Libya, ve Ege’den sonra patlak veren Azerbaycan-Ermenistan krizi Türkiye’yi “tek devlet iki millet şiarıyla olduğu gibi bu krizlerdeki kazanımlarını korumak ve geliştirmek noktasında da Azerbaycan ile birlikte hareket etmeye sevk etmektedir. Benzer şekilde Azerbaycan’ın bu çatışma sürecinden kazançlı çıkmaya devam etmesi Türkiye’nin küresel politikadaki etkinliğine bağlıdır. Dolayısıyla “iki devlet bir millet” şiarı romantik bir söylemden ziyade politik bir gerçeklilik ve gereklilik olduğunu bizlere ispatlamaktadır.

[email protected]