Azizler, politikacılar ve emperyal güçler

0
11.01.2014

Demokrasiyle ya da değil, ülkemizi ‘azizler’ değil, politikacılar yönetmelidir. Manevi dünyanın ‘sultanlarının’, politik liderlerin işine soyunması etik dışıdır. Eğer soyunuyorlarsa, artık onlar manevi dünyanın efendileri değil, politik dünyanın efendileri olmaya talip oluyorlar demektir ve bu da kabul edilemez. Politika seküler bir faaliyettir, bu dünya ile ilişkilidir, öte dünya ile değil.


Azizler, politikacılar ve emperyal güçler

Prof. Dr. Hüsamettin Arslan / Uludağ Üniversitesi

Memleketin “dindar, muhafazakar” kesimleri hakkında söz söyleme cüretinde bulunuyorum; “çarpılabilirim”; besmeleyle başlamalıyım: ya destur ya bismillah! 

Türkiye’de “Hizmet Hareketi” diye bilinen grupla “Tayyip Erdoğan hareketi” diye bilinen grup arasında “apaçık” denilebilecek bir ekonomik ve politik savaş yaşanıyor; bu savaş kültürel, dini, manevi bir savaş değil; “politik” ve “ekonomik”, yani ekonomi-politik bir savaş. Kendisini “İslam davası” ile aynileştirmiş, kimliklendirmiş bir hareket (Gülen Cemaati) ile tabanı Türkiye’nin ağırlıklı olarak pre-modern dini grupları (mesela Nakşiler) olan, artık Müslüman’ın meselesinin bir “İslam devleti” inşası olamayacağını düşünerek siyasete soyunmuş Müslüman elitlerinin siyasi örgütü AKP arasında bir savaş. Cemaatin “azizi, evliyası, mürşidi” Amerika’da Penesilvanya’da, karizmatik politik lider Tayyip Erdoğan Ankara’da. Türkiye’yi Ankara’dan yönetmenin de bir bedeli var, emperyal Amerika’nın Pensilvanya’sından yönetmenin de bir bedeli var. Pensilvanya’dan yönetmenin bedelinin çok daha ağır olduğu kuşku götürmez. Türkiye’nin muhafazakarları, Gülen Hareketi’nin tabanı dahil, bunu hiçbir zaman kabullenemeyecektir. Bu sembolik mekanların politik anlamları var. Sözün gelişi, Türkiye’nin “seküler” politik liderlerinin mezarları Ankara’da (Atatürk), muhafazakar liderlerinin mezarları İstanbul’dadır (Menderes, Özal). Pensilvanya’da olmanın da Ankara’da olmanın da politik anlamları var. Ayrıca Pensilvanya’daki zat bir “aziz, bir mürşit”; Ankara’daki zat bir seçilmiş, bir “politikacı.” 

Modern cemaatler 

Türkiye’de bir görünen İslam var; bir de derin İslam var. Derin İslam tarikatlar ve onların “azizleri”; görünen İslam camiler ve bildik dini ritüeller; namaz, oruç, dini bayramlar, cüppe, sarık ve tespih. Derin İslam pre-modern; nihai mürşit Peygamber. Nur Hareketi organik kökleri Peygambere, pre-moderne uzanan bir tarikat değil. Sözün gelişi, Nakşilik pre-modern, Nurculuk ve Gülen Hareketi “modern.” Gülen Hareketinin politikaya böylesine bulaşmışlığının nedeni işte tam da “modernliğidir.” Gülen Hareketinin de pre-modern bir boyutu vardır; bu onun örgütlenme biçimidir; Gülen Hareketi “tabelasız” bir organizasyondur; kapatılamaz, tutuklanamaz; hiçbir mahkemede delillendirilemez. Fakat yine de varlığı kuşku götürmez; tıpkı diğer tarikatlar gibi. Tekkeler-zaviyeler yasasının işlememiş olmasının temel nedeni budur. 

Demokrasiyle ya da değil, ülkemizi “azizler” değil, politikacılar yönetmelidir. Manevi dünyanın “sultanlarının”, politik liderlerin işine soyunması etik dışıdır. Eğer soyunuyorlarsa, artık onlar manevi dünyanın efendileri değil, politik dünyanın efendileri olmaya talip oluyorlar demektir ve bu da kabul edilemez. Politika seküler bir faaliyettir, bu dünya ile ilişkilidir, materyalisttir; öte dünya ile ilgili değil.

Tarikatlar politik değil tabelasız (tabela moderndir) “etik”  organizasyonlardır. Bağlı bulundukları dinin etik içeriğini görünen dine ve müminlerine taşırlar. Bu etik konuşlanmanın temel misyonu, Müslümanlık söz konusu olduğunda şudur: “Nasıl daha iyi Müslümanlar olabiliriz? Bize bağlı olanları nasıl olduklarından daha iyi Müslümanlar haline getirebiliriz? Modern Batı uygarlığının yeni şartlarında nasıl olunandan daha iyi Müslüman olunabilir? Daha net bir söyleyişle Müslüman etik’in misyonu ‘büyük cihat’dır. “Büyük Mürşit” Said-i Nursi’nin deklare ettiği misyonu temsil ettiği iddiasında bulunan bir cemaatin önderlerinin  “politikaya” böylesine bulaşmaları  kurucu temel etik misyondan sapma anlamına gelir. Çünkü etik politik bir misyon edindiğinde artık etik olamaz. Artık etik değil politikadır. Dini gruplar iktidar savaşına girdiklerinde ‘büyük cihad’ı terkederler. Bu durumda cemaat politik cemaate dönüşür. Politik iktidar savaşı etik bir savaş değildir; ‘büyük cihat’ değildir, politik bir cihattır. Politika iktidar kavgasıdır. Etik mücadele iktidar mücadelesi haline geldiğinde, artık politik mücadeleye dönüşmüştür. Gülen Hareketini bitirecek olan şey, AK Parti’nin cemaate mensup polis şeflerini görevden alması değil, etik misyonunu terketmesidir. İslam’ın karşısındaki en büyük tehlike AK Parti değildir; tekno-kapitalist modern uygarlıktır. Gülen Hareketi görünüşe ve gelişmelere bakılırsa ‘etik’ misyonunu yitirmiştir. Eğer bu doğruysa memleket için büyük bir kayıptır.

Bir şey ne kadar apaçıksa o kadar gizli ve kapalıdır. Türkiye’nin politik gündeminde apaçık gibi görünen bir politik olay var. Olayı yorumlayanlar kendi fikirlerinden eminler. Her farklı yorum kendi kesinliğinden emin. Apaçık bir şeyin nasıl bu kadar çok yorumu olabilir? Apaçıklık bir ifrat noktasıdır; aslında gizler; çünkü hakikat kendisini gizlemeyi sever. Belge ve istatistik fetişizmiyle kafayı yemiş politik kalemler, gündemdeki politik olayın Türkiye içi bir olay olduğundan fazlasıyla eminler. Bu ne katmerli bir miyopluk örneğidir! Günümüzün küresel dünya sisteminde içerisiyle dışarısını birbirinden ayırmanın imkansız olduğunu nasıl göremiyorlar veya görmek istemiyorlar. Türkiye’nin boşlukta değil, bir dünya ülkeleri hiyerarşisinin alt basamaklarında yer aldığını, var gücüyle bu dünya piramidinin yukarısına tırmanma mücadelesi verdiğini ve dünya piramidinin yukarısına talip olmanın bu piramidin zirvesindeki emperyal güçler tarafından cezalandırılacağını göremiyorlar! 

Amerika ne ‘cici’ bir emperyal güç! Avrupa Birliği ne kadar ‘cici’? Sanki dünya ölçeğinde bir iktidar mücadelesi yok! Ben ve benim kuşağım “kahrolsun Amerika!” sloganıyla büyüdü. Benim kuşağımın mensuplarına bunu anlatamazsınız. Amerikan elçisinin suçlamaları reddetmesi Amerika’nın Ortadoğu’daki misyonundan vazgeçtiği anlamına gelmez. Türkiye’de askeri vesayetin Amerika ve AB desteğinde gerçekleştiğini nasıl unutabiliriz? Pensilvanya neresidir? Belgesi yok öyle mi? Belgeler kendi kendilerine konuşmazlar; Türkiye istatistiki belgelerle izah edilebilecek bir ülke değildir; rakamlarınız başında paralansın! Dünya ölçeğinde bir iktidar ilişkileri şebekesine yerleştirmediğinizde belge ve rakamlarınız hiçbir işe yaramaz. Amerika ne müthiş güç değil mi? Uygun aktörler bulduğunda başka ülkelerde iktidarları nasıl değiştirebiliyor! Amerika’nın Ortadoğu’daki ülkeler üzerinde bir şey yapması için plan yapması gerekmez; özel komplolar tasarlaması gerekmez; dünyadaki konumu kendiliğinden bunu gerektirir ve kaçınılmaz kılar. Hem Amerika olmak hem de dünyanın gidişatına karışmamak imkansızdır. Amerika ve AB isteseler de bunu yapamazlar; çünkü dünyadaki iktidar ilişkileri bunu kaçınılmaz kılar. İktidar ilişkileri, iktidarlar dediğimiz faillere misyonlarını dikte ederler. 

Paranın ve Tanrı’nın sesi

Gündemimizdeki politik depremin emperyal güçlerin Türkiye üzerindeki operasyonu olduğu belgeye ihtiyaç duymayacak kadar nettir; bunu politik sezgilerimiz bir yana, Türkiye’nin yakın geçmişinin tecrübelerine dayanarak içgüdülerimizle bile anlayabiliriz. Bu operasyonun sahnedeki ana failleri Ak Parti ve Gülen Hareketi’dir; diğer failler emperyal güçlerin  bu operasyonuna, bu yangına odun taşıyorlar. Fakat Türkiye’deki politik failler ve sıradan insanlar şu soruya cevap vermeksizin taraflarını belirleyemezler: Eğer Tayyip Erdoğan liderliğindeki hükümetin çıkarları ile Türkiye’nin çıkarları aynileşiyorsa, Tayyip Erdoğan’la savaşırken, aslında kendi ülkenize karşı savaşmış olmuyor musunuz? 

Meselinin rüşvet ve yolsuzluk boyutuna gelince; para neredeyse şeytan da oradadır; rüşvet ve yolsuzluk paranın kontrolünü elinde bulunduran her partinin başına gelebilir; para politik ilişkilerin etrafında döndüğü odak olabilir; hem Türkiye’de hem de dünyada. Türkiye’nin nimetleri artık eskisinden çok daha göz alıcı. Biyolojik kene semirmiş bedenleri ve kanı sever; politik keneler parayı sever. Para insanları ve hatta politik failleri yönetebilir. Paranın sesi, Tanrı’nın sesini bastırabilir. Türkiye’deki mevcut politik sistemin “talan sistemi” olduğunu biliyorum. Bu sistemde partiler devletin nimetlerini talan etmek için kıyasıya bir rekabet içindedirler. Sistemin mantığı açısından bu ‘normal’dir. İktidar partisinin seçmenlerinin sistemin nimetlerinden daha fazla pay almalarında şaşılacak hiçbir şey yok. Fakat bu pay almanın da meşru yolları olmalıdır. Bu meşruiyeti aşan herşey  zehir ve zıkkımdır. Bu meşruiyeti aşanlar kan emici kenelerdir. Ak Parti Politik kenelerini temizlemelidir. Ak Parti’nin asıl düşmanları bu politik kenelerdir. Ak Parti eğer Türkiye’yi dünya iktidar ilişkileri piramidinde  yukarılara taşımak istiyorsa, bu kenelerinden behemahal kurtulmalıdır. Bunu Tayyip Erdoğan yapmalıdır. Türkiye’nin muhafazakarları onu çok sevdiler; Türkiye’deki bu politik lider kıtlığında, umut bağlayabilecekleri başka bir lider bulmalarının çok zor olduğunu biliyorlar. Tayyip Erdoğan çapından karizmatik bir lidere bir daha sahip olmalarının çok çok zor olduğunu çok çok iyi biliyorlar. Başbakan tarihimizin omuzlarına yüklediği misyonu yerine getirmek istiyorsa ülkemizin kolektif bilincinin kendisine beslediği umudu boşa çıkarmamalı ve Türkiye’yi ve Ak Parti’yi kenelerden ve kan emicilerden temizlemelidir. Bu umutla yaşamayı çok isterim. Hatta daha şimdiden Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlığı bırakarak Cumhurbaşkanı olmasının Türkiye için ne büyük riskler içerdiğini bile sezebiliyorum. Başbakan olsaydım, Başbakan kalmayı tercih ederdim. 

 

[email protected]